Röportaj: Nurettin Huyut/RisaleHaber
Şemsettin Türkan
1956 da Iğdır da doğdu. İlk, orta, lise eğitimini aynı ilde tamamladı. Erzurum Üniversitesinde Eğitim Enstitüsünü FKB bölümünü okuyarak başlayan, daha sonra da Boğaziçi Üniversitesine geçerek lisans eğitimini tamamladı. Milli Eğitim bakanlığına öğretmen olarak atandı, değişik okullarda öğretmenlik yaptı. Bakanlığın üst görev kadrolarında çalıştı.
Dil öğrenmek için İngiltere’de bir yıl kaldı, Amerika’da Dünya Bankası Projesi dâhilinde Eğitim Programı Geliştirme Uzmanlık eğitimi aldı. Fen derslerinin müfredat programlarının geliştirilmesi amacı ile aldığı bu eğitimden sonra Fen Bilgisi branşında on adet ders kitabı yazdı.
Daha sonra TODAİE'de (Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi) kamu yönetimi uzmanlık eğitimi aldı. Ankara Üniversitesinde Avrupa Topluluğu Uzmanlığı için 8 ay tekrar eğitim aldı. Dil eğitimi ona yurtdışı kapılarını açtı; Yurtdışı irtibatlı 10'a yakın sivil tolum kuruluşunda gönüllü olarak görev aldı.
Bunlardan bazıları:
Uluslar Arası Sivil Toplum Kuruluşları Konseyi Genel Sekreterliği,
Kültürler Arası Araştırma ve Dostluk Vakfı Başkan Yardımcılığı,
Türkiye Pakistan Dostluk Derneği Yönetim Kurlu üyeliği,
Türk Japon Eğitim ve Turizm Derneği Kurucu Üyeliği,
Türkiye İran Dostluk Derneği Kurucu Üyeliği,
İnsani Değerleri Geliştirme Amaçlı bir derneğin Kurucu Üyeliği,
Uluslar Arası Aile ve Çocuk Sevgi Platformu Kurucu Üyeliği.
Halen dil ve üniversiteye hazırlık kursu veren Söz Dershanesinin müdürlüğünü yapmakta ve yurt dışı danışmanlığı görevini de yürütmektedir. Bugüne dek yurt dışında 50'ye yakın ülkede seminer ve konferanslar verdi.
Türkan, evli ve beş çocuk babasıdır.
Üyesi olduğunuz dernekler aracılığı ile yurt dışı hizmetlerini herhangi bir gurupla beraber mi yürütüyorsunuz? Yoksa tek başınıza mı hareket ediyorsunuz?
Yürütmeye çalıştığımız hizmetlerden dolayı herkese her guruba ihtiyacımız oluyor. Bu hizmetler öyle ağır, öyle acil, öyle ivedi hizmetler ki, ne kadar işbirliği yapsak ne kadar kuvvet verip alsak, o kadar elzem ama yetersiz kalıyor yine de. O nedenle ilgi duyan her kişi veya kuruluşla temasımız var. Özel sponsorlar bularak yürütmeye çalışıyoruz.
Çünkü dünya müthiş bir arayış içinde… Kapitalizm, Komünizm, Sosyalizm gibi sistemlerin neredeyse hepsi iflas etmiş durumda. Yıllarca faizsiz sistemi tenkit eden Kapitalizm şimdi neredeyse sıfır faizli sisteme geçiyor. Bu durum ciddi bir arayışın ve iflasın yansımasıdır.
Kızılderililerle, zencilerle, punkçularla, hippilerle diyalog kurduk
Yurtdışında bulunduğum Avrupa, Amerika, Afrika gibi kıta ülkelerinde dolaştığımda bu ülkeleri karşılaştırma, görünen yüzlerinin arkasındaki gerçek yüzlerini görme imkânını buldum. Bizim gibi birçok insan bu saydığım ülkelere gidip gelmiştir ama onlar genelde gökdelenleri, geniş caddeleri, refah düzeylerini, lüks arabalarını anlatırlar. Ben onlar gibi olmamaya çalıştım.
Kızılderililerle, Zencilerle, mahkûmlarla, punkçularla, hippilerle olabildiği kadar böyle farklı kesimlerle diyalog kurmaya çalıştık. Çünkü bunların her biri sonuçta birer insan, ırkı, dili, kültürü, etnik yapısı farklı da olsa bunlar çok kıymetli bir varlık olan insan olarak yaratılmışlar.
Ayrıca bizim bu ve benzeri insanlara verecek bir mesajımız var. Batı dünyası çok ciddi sosyal problemlerle iç içe yaşıyor. Uyuşturucu, intihar, ailenin yıkılması, AİDS, stres, boşanmalar, alkol çok ciddi şekilde batının altını oyan problemler olarak duruyor. Onların geliştirdiği sistemlerin de çare olmadığı anlaşıldı. Ayrıca, medya yanlış bir şekilde bunların beyinlerini yıkıyor. Bu bariz bir gerçek… İslam’ı terörle bir göstermeye çalışıyor.
Bu durumda bizim onlara sunacağımız bir alternatif mesajımız var. İşte bu alternatif mesajı bir şekilde onlara sunmamız lazım. Ciddi manada yapacağımız çok şey var. Gittiğimiz yerlerde, değişik platformlarda karınca kararınca bu mesajı vermeye çalışıyoruz ve bu faaliyetlerimizde inandım ki, batı dünyası maddi yönden çok ileri bir seviyeye ulaştığı halde, manevi yönden çok büyük bir boşluk ve açlık yaşıyor.
Onlara, onları tanıyarak, gelenek ve göreneklerini öğrenerek ve onların anlayacağı dille ancak onlara yaklaşabiliriz. Aksi halde ters tepiyor. Böyle fikir empoze eder gibi, onları irşat eder gibi yaklaşımlar aksü-l amel yapıyor, ters tepiyor, tepki vermelerine neden oluyor.
İsmi Deivid idi, bir yıl sonra Davut oldu
Ben onların durumunu bir yıl İngiltere’de yanlarında kaldığım ev sahibimden öğrendim. Onların bana bu konuda çok faydaları oldu, onları tanımamı sağladı. Gittiğimde ismi Deivid idi, bir yıl sonra Davut oldu, Türkiye’ye geldi misafirimiz oldu. Risale-i Nurları okuyarak hidayete ermek nasip oldu. İşte, orada edindiğim tecrübeler bana çok şey kazandırdı.
İngiltere’de bir şeyi daha öğrendim, her yıl 600 bin öğrenci oraya eğitim almaya geliyor. Amerika’ya 500 bin kişi geliyor. İngiltere’ye daha fazla insan gidiyor. Hâlbuki Türkiye’ye de her yıl birçok öğrenci geliyor. Bu öğrencilerin sahipsiz kaldıklarını ve eğitime ihtiyaçlarının olduğunu, bunlarla meşgul olmak gerektiğini düşündüm. O nedenle bu gönüllü çalışmalara el attım. Çok güzel işler yapmak nasip oldu. Halen de artan bir tempoda devam ediyor.
Bu anlattıklarınız batı dünyası ile ilgili tespitlerinizdi… Peki İslam Dünyası ile ilgili ne tür tespitleriniz var? Onlarla ilgili olarak neler söyleyeceksiniz?
Önceleri; Türkiye, Mısır, Pakistan gibi ülkelerin birlikte bu işleri düzelteceklerini düşünüyordum. Bu ülkelerle ilgili çok ümitli yaklaşımlarım vardı ama gezip görünce gördüm ki öyle değilmiş. Hatta Bediüzzaman Hazretlerinin “Ben Mekke’de de olsaydım buraya gelirdim” sözünü anlayamıyordum. Kendi kendime diyordum “Üstad hazretleri neden böyle bir şey demiş?”diye. Yani, “Mekke-Medine’de, o mübarek beldelerde yaşamak varken, neden Türkiye?” diye soruyordum. Ama gördüm ki bu konuda Bediüzzaman Hazretleri çok haklıymış.
Nedenine gelince; Türkiye konum olarak üç kıtanın merkezinde bulunuyor. Yani Avrupa, Afrika, Asya bu üç kıtayı harita üzerinde birer daire içine aldığınızda, Türkiye üçünün merkezinde kalıyor. Ayrıca, AB’ye aday tek Müslüman ülke olması, NATO’ya üye tek İslam ülkesi olması, Türki Cumhuriyetlere önderlik yapacak bir konumunun olması, Ortadoğu ülkelerine rehberlik edecek bir konumda olması, İKT (İslam Konferansı Teşkilatı) içerisinde fazlasıyla ağırlığının olduğu bir ülke olması, İslam coğrafyasında altı yüz sene 22 milyon metre karelik bir toprağa hükmetmiş bir ülke olması ve en önemlisi sömürge yaşamamış tek ülke olması bu bölgenin, bu ülkenin önemini hayli arttırıyor.
Yani, ne olacaksa bu ülke ile olacak diye bende kanaat uyandı. Bu özellikleri taşıyan başka bir ülke yok diyebiliriz. O nedenle bu ülkenin sorumluluğunun çok büyük olduğunu, bizim de bu ülkede yaşıyor olmamız nedeniyle bizim de sorumluluğumuzun olduğunu anladım.
İslam dünyası dikkate alındığında bu farklılık anlaşılıyor da Avrupa’da veya medeni ülkeler nezdinde bu farklılık sizce nasıl anlaşılır?
Ben AB’ye girmeye şiddetle taraftarım. Girersek inanıyorum ki, onların dünyasındaki çok büyük tabuları yıkmış olacağız. Çünkü batılıların dünyasında bir sürü önyargı vardır. İşte “Müslümanlar teröristtir”, “Türkler barbardır”, “Her Müslüman’ın dört karısı var”, “Müslüman kadınlar araba kullanamazlar”, “Elle yemek yerler” gibi bir sürü kanaatleri var, medyanın oluşturduğu yanlış inançları var.
Ama sizi tanıyınca ve hayat tarzınızı görünce bu düşünceleri birden değişiyor, adeta dünyaları değişiyor. Çok insan bu sayede Müslüman olmuştur. Ama bizim Deivid gibi, ancak sizi tanıyınca bu gerçekleşiyor. Basın Hollywood’un etkisinde, halk da basının yanlış yönlendirmesinde… O nedenle İslam’ın gerçek mahiyetinin anlaşılması çok çok zor.
Bu durumda siz, “Batı Türkiye aracılığı ile doğru İslamiyet’i anlar” mı demek istiyorsunuz?
Evet, ben buna inanıyorum. Bizim oraya girişimizle müthiş bir köprü açılmış olacak, onlar bizi daha yakından tanıma imkânı bulmuş olacaklar. Zaten şu anda onlar bizim içimize, televizyonları ile basını ile internetleri ile müziği ile kültürü ile eğitimi ile girmişler. Ama biz onların içine girememişiz. Dolayısıyla benim kültürümü, inancımı, moral değerlerimi manevi değerlerimi, alternatif mesajımı dünyaya açmam lazım. Tabii bu ya güçlü medya ile olacak veya onlarla yüz yüze temas kurmak suretiyle olacak.
O bakımdan AB'ye girmemizin çok hayırlı hizmetlere vesile olacağına inanıyorum. Bu bir, ikincisi; bizim onlardan alacağımız güzel şeyler de var. Batının her şeyi kötü değil, güzel tarafları da var. Eğer bir insan yolda giderken yere tükürmüyorsa, yere çöp atmıyorsa, kırmızı da ve sarıda geçmeyip mutlaka bekliyorsa, hatta yeşil ışığın yanmasını beklerken asfalta inmeyip kaldırımda bekliyorsa, hatta bunun için sizi ikaz ediyorsa, randevusuna, mesaisine zamanında geliyor ve işini düzgün yapıyorsa; buna dikkat etmek gerekiyor. Demek burada güzel bir sistem ve farklı bir anlayış var demektir. Bunlar, bizim anlayışımıza göre İslami değerlerdir.
Öyle ise bu sistemi bizim ülkemize de taşımamız lazım. Bu taşıdıklarımızı da İslam dünyasına aktarmamız lazım. Bizim bu noktalarda batıdan ne kadar geri isek, maalesef İslam ülkeleri de en az o kadar bizden geriler.
Uzakdoğu ve İslam ülkelerinin çoğunda bulunmak nasip oldu. İslam ülkelerinin çoğu sömürge olarak yaşamışlar. Mesela Afrika’nın batı yarısı Fransızların, doğu yarısı İngilizlerin diğer kalan yerler Hollandalıların, İspanyolların, Portekizlerin sömürgesi olarak yaşamışlar. Güney Asya deseniz hakeza öyle, Orta Asya derseniz komünizmin ve Rusya’nın tasallutu altında kalmışlar, despot idarelerin altında inim inim inlemişler. Yani, geride kala kala yönetilmemiş, sömürülmemiş, daha doğrusu güdülmeye alışmamış bir coğrafya kalıyor. Ora da burasıdır. O nedenle Üstad bu durumu çok önceden görmüş ve üstte aktardığımız mesajını vermiş.
Ben gezip dolaştığımda bu durumu farklı açılardan görüyorum. O nedenle bu kesimlerin her birine ayrı ayrı verebileceğimiz mesajlarımız var diye düşünüyorum. Bu anlamda, gittiğim yerlerde olabildiği kadar bu mesajı ulaştırmaya çalışıyorum. İnsanlarla yüz yüze görüşüp anlatmak geçici bir durum. Malum “laf uçar yazı kalır” kaidesince ellerine bir kitapçık vermek demek onun sizinle uzun süreli temasını sağlamak demektir.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri bize bu konuda örnek olmuştur. Japon Başkumandanına kitap göndermiş, hem de Türkçe kitaplar göndermiş. Üşenmeden talebesine kitapları hazırlatarak veriyor ta Japonya’ya kadar gönderiyor. Bu bizim için uyulması gereken güzel bir örnektir.
Hem de külliyatın tamamını göndermiş değil mi?
Evet, öyle. Hem 1953’te Vatikan’a kitap göndermiş. O günkü imkânsızlıklar içinde bunu yapmaya çalışmış. Oysa şimdi bizim imkânlarımız çoğalmış, elimizin altında hazır bir sürü kitap çeşidi var, kırka yakın dile çevrilmiş Risaleler var. Uçaklar altımızda, bilgisayar, internet, cep telefonu emrimizde, dolayısıyla şartlar çok daha iyi, o halde bizim oralara mutlaka ulaşmamız gerekiyor diye düşünüyorum.
Gittiğim yerlerde diyorum “Yarabbi ben senin aciz bir kulunum, birçok hatam var kusurum var, benden çok daha zeki insanlar var Türkiye’de, daha yetenekli daha kabiliyetli bir sürü insan var. Ama bana nasip ettin, sana medyunu şükranım.”
Benim asıl amacım dil öğrenmekmiş, buraları gezip görmekmiş hayır benim asıl amacım bu muhtaç insanlara iman hakikatlerini ulaştırmaktır. İslamiyet’i yanlış bilenlere imana muhtaç gönüllere bu mesajı vermek olmalı, benim misyonum budur, en azından kendimi öyle görüyorum. O nedenle yaklaşımımın iki boyutu var.
Birincisi, inanmayanlara doğru İslamiyet’i anlatmak ve göstermek... İkincisi de inanan Müslümanlara da ittifak noktasında, ittihat noktasında, birlik beraberlik noktasında mesaj vermek.
Böyle olunca muhatap olduğunuz herkes sizin müşteriniz. Yani iki kategori var Müslim ve gayr-i Müslim. Gayri Müslimlere İslam’ı tebliğ etmeniz lazım. İslam’ın terör dini olmadığını, hoşgörü dini olduğunu, barış dini olduğunu anlatmanız lazım, tatlı bir dille kavl-i leyyin ile…
Müslümanlara da; İslam’ı anlatırken yanlış metotlara girmemeleri gerektiğini, cihadın terör olmadığını, siyasetin tek çare olmadığını anlatmak gerekir. Ve onlara doğru metot olan iman hizmetleriyle, halimizle, kalimizle, yaşayarak anlatmamız gerektiğini söylemeliyiz. Yani özetle her iki tarafa da alternatif mesajımızı anlatmamız, göstermemiz gerekiyor.
Bu iki temel nedenden dolayı hep kendimi görevli hissettim. İlle birileri teşvik etsin, ille birileri beni görevlendirsin diye beklemedim. Beklemekle ömür tükeniyor, ömür sermayesi çok kısa, yapacağımız işler pek çok bu işleri gönüllü olarak yapacak insan pek az. O halde her saniyemiz kıymetli, her saatimiz kıymetli, dert yanmaya, şikayet etmeye hakkımız yok. Çok lüks ve rahat içinde yaşamaya hakkımız yok. Aşk ile şevk ile ne yapabilirsek o azim ve o niyetle başladık, Allah da yardım etti, her yurt dışına gidişimizde çok güzel hizmetler oldu ve oluyor.
(Devam edecek)