×

Dünyanın en merhametsiz insanlarıdır onlar!

Ana-ba­ba mer­ha­met­li ise­ler, evlâdlarını se­vi­yor­lar­sa evvelâ din­le­ri­ni öğ­re­tir­ler, son­ra da dün­ya ile alâkalı ilim­le­ri. Din­le­ri­ni öğ­ret­me­yi ih­mal edip dün­ya­da yal­nız pa­ra ka­za­nı­la­cak bil­gi­le­ri öğ­re­tir­ler­se mer­ha­me

Evlâdına, Al­la­hü Teâlâ’yı ve pey­gam­ber sal­lal­la­hu aley­hi ve sel­lem efen­di­mi­zi öğ­ret­me­yen, sev­dir­me­yen, ana ve ba­ba­lar onun hem dün­ya hem de âhiret kâtili sa­yı­lır. Evlâdına di­ni­ni öğ­ret­me­yen ana-ba­ba, dün­ya­nın en mer­ha­met­siz in­san­la­rı­dır.

Ço­cuk üşü­me­sin, uy­ku­suz kal­ma­sın di­ye onu na­ma­za kal­dır­ma­mak cinâyetlerin en bü­yü­ğü sa­yı­lır. Bu iyi­lik de­ğil ona kar­şı en büyük kö­tü­lük­dür. Bun­dan daha büyük bir bu­da­la­lık ta­hay­yül edi­le­mez.

Ana-ba­ba mer­ha­met­li ise­ler, evlâdlarını se­vi­yor­lar­sa evvelâ din­le­ri­ni öğ­re­tir­ler, son­ra da dün­ya ile alâkalı ilim­le­ri. Din­le­ri­ni öğ­ret­me­yi ih­mal edip dün­ya­da yal­nız pa­ra ka­za­nı­la­cak bil­gi­le­ri öğ­re­tir­ler­se mer­ha­met­siz­le­rin en mer­ha­met­siz­le­ri ol­duk­la­rı mey­da­na çı­kar.

Kal­dı ki evlâdına kar­şı mer­ha­met­li ol­mak de­mek, ken­di­si­ne de mer­ha­met et­mek de­mek­tir. Çün­kü ana ve ba­ba da ço­cuk­la­rı­na di­ni­ni öğ­ret­me­dik­le­ri için ya­na­cak­lar­dır. Ya­ni ço­cu­ğu­na İslâmiyeti öğ­re­ten, ken­di­si de ce­hen­nem­den ko­run­muş ola­cak­tır.

ÇO­CUK TER­Bİ­YE­SİN­DE ÖL­ÇÜ­LER

Ai­le oca­ğın­da, evlâdın dün­ya­ya gel­me­siy­le, evlâd hak­kı, evvelâ evlâdına gü­zel bir isim ver­mek­le baş­lar.

Zekî, akıl­lı kim­se­ler, ço­cuk­la­rı­nın ter­bi­ye­si hu­su­sun­da iti­dal­li ha­re­ket eder­ler. Ne faz­la şı­mar­tır­lar, ne de ür­kü­tür­ler. Lü­zu­mun­dan faz­la kor­kut­maz­lar. Çün­kü faz­la kor­ku ço­cu­ğun, ana­ya-ba­ba­ya kar­şı sev­gi­si­ni azal­tır. Hal­bu­ki ço­cu­ğa öl­çü­sün­de ol­mak şar­tıy­la sev­gi ve şef­kat gös­te­ril­me­li­dir.

Ba­zı kim­se­ler de ço­cuk­la­rı­na kar­şı aşı­rı düş­kün­dür­ler, ade­ta baş­la­rı­na taç eder­ler, bu yüz­den ço­cuk­la­rı­nın yer­li yer­siz her is­tek ve ar­zu­la­rı­nı hoş kar­şı­lar­lar, böy­le ha­re­ket et­mek­le, on­la­rın ter­bi­ye­le­ri­ni ih­mal et­miş olur­lar. Böy­le ye­tiş­ti­ri­len ço­cuk­lar­da her is­tek­le­ri­nin ya­pı­la­ca­ğı ka­na­a­ti hâsıl olur. Bü­yü­dük­le­rin­de de ana­ya-ba­ba­ya kar­şı itaatkâr ola­maz­lar. Âsi olur­lar.

Ba­zı­la­rı da aşı­rı bas­kı ya­par­lar, azı­cık ol­sun hür­ri­yet ver­mez­ler. Za­ru­ret ha­lin­de da­hi ko­nuş­ma­sı­na mü­sa­ma­ha et­mez­ler. Böy­le olun­ca da, za­hi­ren ço­cuk itaatkâr gö­rün­se bi­le, ba­zen bu hal onu is­yan ve kar­şı gel­me­ğe ka­dar sev­ke­der.

Her şey­de ol­du­ğu gi­bi ço­cuk ter­bi­ye­sin­de de or­ta ha­li ter­cih et­mek ge­re­kir.

Cenâb-ı Hak, ba­zı ebe­vey­ne üç beş ço­cuk nasîb eder, dik­kat edi­lir­se, şe­kil­le­ri ve renk­le­ri da­hi bi­ri bi­ri­ne ben­ze­mez. Dış gö­rünüş­le­ri ay­rı ay­rı ol­du­ğu gi­bi, akıl, zekâ, an­la­yış­la­rı da fark­lı­dır.

  1. Ba­zı ço­cuk­lar ya­ra­dı­lış iti­ba­riy­le, çok in­ce ruh­lu, has­sas ve an­la­yış­lı olur­lar. On­la­ra gü­ler yüz ve ne­za­ket­le mu­a­me­le et­me­li. Çün­kü on­lar duy­gu­lu ol­du­ğu için ufak bir imâ ve işa­ret­le hal­le­ri­ni ha­ta­la­rı­nı dü­zel­tir­ler nezâket ve yu­mu­şak mu­a­me­le­den haz eder­ler. Sert ve ha­şin mu­a­me­le bun­la­rı üzer, huy­suz ve has­ta eder. Bu züm­re azın da azı­dır.
  2. Ba­zı ço­cuk­lar ise bu ter­bi­ye şek­lin­den an­la­ya­maz­lar. On­la­ra açık­dan açı­ğa “şu­nu yap, bu fa­i­de­li­dir. Şu­nu yap­ma bu za­rar­lı­dır” de­me­li­dir. Na­sıl ol­sa ile­ri­de ken­di ha­ta­sı­nı an­lar de­yip de söy­le­nil­me­si icâb eden sö­zü söy­le­mek­den çe­kin­me­me­li­dir.
  3. Ba­zı­la­rı ise his­siz, an­la­yış­sız olur. Söz kâr et­mez. Bun­lar da sı­ra­sı­na gö­re men­fa­at­le­ri­ni kıs­ma ve­ya ten­ha­da teh­did ve tek­dir su­re­tiy­le ter­bi­ye edi­lir.
  4. Bir züm­re de ana­ya ba­ba­ya kar­şı cür’etkâr ve say­gı­sız­dır. Gü­zel mu­a­me­le­den hiç na­sib­le­ri yok­dur. Se­be­bi ise, kö­tü ar­ka­daş­lar­la ya­kın­lık pey­da et­miş­ler, ana-ba­ba­la­rı bu hu­su­sa dik­kat et­me­miş­ler­dir. 

Kaynak: Sâdık Dânâ, Altınoluk Dergisi, 208. Sayı, Haziran 2003

 

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.

İslam Haberleri

Daha fazla haber: