Dünyanın her yerinde namaz kılmayı hedefliyor

Prof. Ümit Meriç, Afrika'nın en güneyi, Çin'in en doğusu gibi noktalarda namaz kılarak Kabe ile ona en uzak noktalar arasında kalan toprakları secdelemeyi hedefliyor

Emeti Saruhan'ın röportajı

Prof. Ümit Meriç ile İstanbul'a nazar değmesin diye penceresinden her gün Ayet-el Kürsi okuduğu Çengelköy'deki evinde görüştük. Ruh dünyasından, maddeye ve hayata bakışından konuştuğumuz Ümit Meriç için hayatta her şeyin bir anlamı var, hiçbir şey tesadüf değil.

Adımı, nereli olduğumu, adımın nereden geldiğini... hepsini not aldınız. Hayatta karşılaştığınız her şeyi not alır mısınız?

Ehemmiyetsiz gibi görünen şeyler zaman içinde değer kazanabilir. Ben bunları yazıyorum ve asla atmıyorum. İlerde bu defterler ne olacak ben de bilmiyorum ama bir şekilde bir yerlere giderse, belki de insanlar hiç tahmin etmedikleri bir insan hakkında tek bilgiyi orada bulacaklar. Bir tür arşiv bu. Tarihe dipnot düşmek gibi. Genelde dönüp okumuyorum da ama lazım olup baktığımda çok faydası oluyor. Beynim çok dolu olduğu için bazen atlamalar yapabiliyorum. Geçtiğimiz gün bir ödemeyi yapıp yapmadığımı oradan kontrol ettim. Seyahatlerimde özellikle not alırım, sadece seyahat etiğim yerlerle ilgili değil. Tanıştığım kişiler de. İnsanlarla olan ilişkilerim de kayıt altına girmiş oluyor.

Aynı şekilde rüyalarınızı da yazıyorsunuz değil mi?

Rüyalarım da aynı şekilde kayıt altındadır. Sabah erken kalktıysam hemen yazmayı tercih ederim. Çünkü rüyada detay yoktur, her şey anlamlıdır. Aradan zaman geçince bazen anlar kaybolabilir. O bakımdan sekreteryamda çok sadakat üzre çalışmış olmuyorum ama hemen yazarsam bütünüyle kalmış oluyor hafızamda.

Bu notları nasıl almaya başladınız?

Namaza başladıktan sonra hayatta karşılaştığım her şeyin bir anlam taşıdığını, bunun sadece benim dikkatime bağlı olarak anlam kazandığını, dikkat etmezsem o anlamları yitirdiğimi hissetmeye başladım. Bunları kaydedeyim dedim. Birkaç rüyam beni çok etkiledi. Bunları unutmayayım dedim. Böylece yazmaya başladım. Küçüklüğümden beri çok rüya görürüm. Her sabah kahvaltıda annem, babam ve abim rüyalarımı dinlerlerdi benim. Altı ay sonra dönüp onları okuyunca fark ettim ki önceleri benim önemli bulduğum şeyler aslında daha da önemli oluyor. Bu benim için kaybedilmemesi gereken bir zenginlik. 33 yıldan beri rüyasını yazan başka bir insan var mıdır bilmiyorum? Bu benim kaderim herhalde. Yıllarca babamın sekreterliğini yaptım şimdi de rüyalarımın sekreterliğini yapıyorum.

Peki rüyalarınız çıkar mı?

Bunu söylemek caiz değil. O bir sır. Rabbül alemin ve kul arasında bir sır. Bütün namaza yeni başlayanlarda olan bir haldir bu. Rabbül alemin ikramın dozunu arttırır. Başlangıçta yazmamın sebeplerinden biri de buydu ama birebirlik peşinde değilim. Rüyanın kendisi önemli benim için. Rüyanın çıkması katmerli bir güzellik olur ama bunun için değil yazmam. Çok önceden gördüğüm bir rüya yıllar sonra çıkabiliyor.

Hayatınızı bu tevafuklara göre yönlendirdiğiniz oluyor mu?

İlk umremde 2000-2001'e bağlayan gece tavaftaydım. "Bu gece herkes sevdiğine bir hediye veriyor. Ben sana hürmetimi ve muhabbetimi getirdim sen de bana bir hediye ver dedim" Kabe'ye. O gece tavaf namazımı kılıp çıkmışken bir Kabe kelebeği gördüm. Kabe'nin örtüsü üzerinde gri yeşil ve beje yakın pembe büyük kelebekler vardır. Gündüz gece Kabe örtüsünde dururlar. Baktım bir kelebek ölmek üzere. Kabe'de biliyorsunuz hiçbir hayvana zarar veremezsiniz. Bekledim bir saat. Kelebek öldü. Onu dikkatle alıp odama getirdim. Orada da bir süre beklettim canlanmadı. Ben de onu aldım getirdim, hala saklıyorum. Onu Kabe'nin bana verdiği bir hediye olarak kabul ettim. O Rabbimin yılbaşı gecesi Kabe'den bana verdiği bir hediye oldu. Dualarımın kabulü olarak bazı şeylerin zuhur ettiğini görüyorum ve her şeyin bir anlamı olduğunu hissederek hayatımı sürdürüyorum.

DÜNYANIN HER YERİNDE SECDE EDİYORUM

Şehir kültürü ve edebiyatla çok ilgilisiniz. Babanız da dünya edebiyatı üzerine yazacakken sosyoloji üzerine yazmak ve konuşmak zorunda kaldı. Siz de belki edebiyat ya da sanat tarihi seçecekken sosyolog oldunuz. Akıl mı, muhayyile mi? Düşünce mi, sanat mı diye sorsam?

İnsan ruhunu ve zihnini birçok kaynaktan akan derelerle besliyor şuurumuzda bir umman oluşuyorsa o bir tek sudan beslenmiyor. Bu bakımdan edebiyatçı olacağım ya da sanat tarihçisi olacağım diye bir düşüncem olmadı. Aklım ve muhayyilem de aynı kalıbın içinde birbiri ile sarmaş dolaş olmuş vaziyette oturuyorlar. Sanatı ve sanat tarihini çok seviyorum, kentle ilgim önceden de vardır. Belki babamdan aldığım en önemli ders de bu oldu. Onun Latin bir yazarı vardı, Terrence. "İnsanım insanla ilgili hiçbir şey bana yabancı değil." Bu benim mizacımı çok iyi tercüme eden bir cümledir.

Seyahatleriniz de şehir kültürüne yönelik seyahatler mi oluyor?

Dünya seyahatlerini yapışımın menşeinde 2 itici güç var. Biri secdelenmemiş toprakları secdelemek. Ben Afrika, Avrupa ve Asya'nın merkezinde bulunan İstanbul'da namaz kılıyorum. Hacıyım, 2 kere umreye gittim ama benim için önemli olan Kabe'ye en uzak noktalara gidip orasıyla Kabe arasındaki mesafeyi secdelemek. Böyle bir manevi zevk edindim. Bu maksatla Avrasya'nın dört köşesine gittim. Çin Seddi'ne gittim ve orada namaz kıldım. Güney Afrika'ya gittim Cape Town'da Ümit Burnu'nda namaz kıldım, Afrika'nın en güney noktası. Norveç'in en eski şehirlerinden biri Trondheim orada kıldım. Portekiz'de Sintra'da oradaki bir Müslüman kalesinin burcunda namaz kıldım. Cabo da Roca, Kaya Burnu Portekiz'in ve Avrupa'nın en batı noktası. Yani Afrika'nın en güneyi, Çin'in en doğusu, Avrupa'nın en kuzeyinde namaz kıldım. Genelde açık havada kılıyorum bu namazları.

Buralarda kıldığınız namazların tadı diğerlerinden farklı mı?

Çok farklı. Kabe ortada. En uzak noktalardan selam veriyorum. Kabe merkezli bir coğrafya inşa ediyorum kendi gönlümde. Oralardaki insanların da ehl-i secde olmalarına duyduğum hasretin mayası olsun diye kılınan namazlardır bunlar. Ben dua ile mükellefim başka bir şey yapamıyorum ama dua ediyorum. İslamiyet için çok şey yapmak isterdim ama Allah şimdi bana onu nasip ediyor ben de dua görevimi ciddiyetle yerine getiriyorum.

Seyahatlerinizin ikinci amacının dünyayı Türkiye'ye taşımak olduğunu söylediniz?

İstanbul dünya şehirleri arasında jeopolitik, tarihi, coğrafi olarak son derece merkezi bir konumda. Ben İstanbul Seyyahları kitabını İstanbul'da yaşayan fakat yeterince görmeyen insanlara anlatmak ve onlara da İstanbul'da yaşamaya layık olma şuuru yaratmak için hazırlamıştım. İstanbul'un önemi ile dünyayı Türkiye'ye taşımak birbirine paralel giden konular. İnsanımızın dünyaya yabancı kalma hali yüzyılın gerçekleriyle bağdaşmıyor. Ben bütün bu seyahatlerde aldığım notlardan, topladığım çiçek tozlarından, kestane balı mı, çiçek balı mı ne çıkacak bilmiyorum ama bunlar bende mevcut. Sonradan bunlarla dünyayı Türkiye'ye taşımış olacağım.

KANAL PROJESİ BOĞAZI RAHATLATACAK

İstanbul aşığı biri olarak "Kanal İstanbul projesi"ni nasıl değerlendiriyorsunuz?

Daha projenin ne olduğunu anlamadık. Herkes ayaklandı. Bu kanal sayesinde Boğaz rahatlayacak ve tehlikeden kurtulacak. Bu söylendiği gibi Sokullu Mehmet Paşa'nın projesidir. Ecdadımızın düşündüğü projeleri bugün teknik olarak yerine getirmek çok daha kolay. "Ne kadar hoş bir fikir" diyeceklerine karşı çıkıyorlar. İstanbul'un güzelliğini ortaya çıkaracak bu proje, çünkü gerçekten Boğaz'ı hiç kullanamıyoruz. Ben her zaman yüzmek isterim Boğaz'da fakat deniz trafiği nedeniyle yüzemiyoruz. Boğaz çok daha İstanbulluların olacak. Orada yeni bir şehir kurulacaksa fazla nüfus oraya geçecek, böylece şehrin patlamak üzere olan nüfusu oraya kayacak. Trafik de azalacak.

Babanız Cemil Meriç için bir şeref defteri hazırladığınızı duydum. İçeriğinde ne var?

Cemil Meriç Şeref Defteri, Tayyip Bey'in İstanbul Belediye Başkanlığı sırasında bana hediye ettiği bir defter. O sırada ben babamla ilgili aylık toplantılar yapıyordum. Cemil Meriç okurlarını bir araya getirip tanışmalarını sağlamak için aylık bir toplantı düzenliyordum. Cemil Meriç'in eserlerini okuyup onu tanımamış ama bana dost olmuş bir yakın akrabalar zümresi oluştu. Bu toplantılara geldikçe babamla ilgili görüşlerini bir deftere yazdılar. Kızıma miras bırakmak üzere böyle bir defter var. "Bu liste sana bırakacağım mirasın hepsinden daha büyük ve hepsinden daha anlamlıdır" diye yazmıştım başına. Bu toplantılardan birine Tayyip Bey de gelmişti. O da yazdı. Herkes bana hitaben yazmasına rağmen sadece Tayyip Bey Hazal'a hitaben yazdı.

EFENDİNİN YANINDA TÜM SIKINTILAR GİDERDİ

Muzaffer Ozak'ı manevi babanız olarak nitelendiriyorsunuz. Nasıl bir gönül bağınız oldu?

Pazar günleri hariç yedi yılımın her günü Efendinin huzurunda geçmiştir. Sahaflarda Şeyh-ül Sahhaf olarak bilinirdi. Namaz öncesi dönemimde o zamana kadar yaşamakta olduğum dünyanın çok ötesinde, çok anlamlı, çok derin, çok kucaklayıcı, çok zengin zamanı ve mekanı aşabilecek kadar başka bir dünyanın var olduğunu hissettim. Ruhum sıkıldığı zaman çok yoğun bir kabz hali yaşıyordum. Zaten ilk namazımı da böyle bir zamanda kıldım, lakin ilk namazımı kılmam hemen bütün kabzlarımı yok etmedi. Yeniden kabza yaklaştığımı hissettiğim bir anda ben Muzaffer Hoca'ya gideyim diyordum. Dükkandan içeri girdiğim an sıkıntının zerresi kalmıyordu. Onun yüzünü görmek benim bütün o kabz halimi bir salisede yok ediyordu. Ruhum sıkıldıkça onu ziyaret etmeye başladım. Ruhumun sıkıntısı zamanla kalmadı. Orda olmanın dışında başka hiçbir şeyi önemli bulmadığım için huzuruna gitmeye başladım. Efendinin huzurunda da hiç not almadım ben. Çünkü o lezzeti orada yaşadım. Onu başka bir ana bırakmayı düşünmedim.

Yaşadıklarıma tasavvuf dersem elimden kaçıyor

Eşyayla olan ilişkiniz de farklı?

İnsanlara ve eşyaya bir muhabbetle bağlıyım. Bu dervişlikte adaptır zaten. Bir derviş gece yattığı zaman yorganını öper ondan sonra üzerine çeker. Çünkü yorgan onu ısıtacaktır. Öperek bu minneti ifade etmiş olur. Eşyaların da ruhu olduğuna inanıyorum. Çok uzun zaman kullandığımız bir buzdolabı vardı. Annem vefat etti, toprağa verdik. 25 sene tıkır tıkır çalışan buzdolabımızın o gün bozulmuş olduğunu gördüm. Annemin kalbi durdu buzdolabının da motoru durdu. Birçok insan buna tevafuk diyecektir. Haklı da olabilirler ama benim şahsi tecrübelerim eşyayla aramızda manevi bağın kurulduğu yönünde. Bu yüzden mail kullanmıyorum. Elimin sıcaklığı ile ılıklaşan bir kağıdın üzerine, elimde tuttuğum bir kalemle duygularımı dökmem, onu katlayıp öperek göndermemle, o sıcaklığın o eşyada mahfuz olacağını alanın da onu hissedeceğini ve aramızda maddenin ötesinde manevi bir bağ kurmaya yardımcı olacağını biliyorum.

Eşyaya bu yaklaşımın dervişlikte adaptır dediniz. Tasavvufla ilgileniyor musunuz?

Tasavvuf kelimesinin kullanılmasından çok hoşlanmam. O zaman konu bir resmiyet kazanıyor ve elimden kaçıyor. Halbuki benim için bütün bu yaşadıklarım kendi kişisel tecrübelerim. Seneler önce Ahmet Eflaki Dede'nin "Menakübil Arifin" kitabını okuyorum. Hz. Mevlana'nın hayatını anlatır. Masanın başındayım, ayaklarımı da kaldırıp demirine koymuşum. Kendi kendime "Benim oturuşum çok da düzgün değil bu zevat karşısında" diye düşünürken sayfayı çevirdim. Okuduğum ilk anekdot bana cevap verdi. Selahattin Zerkubi Hazretleri Hz. Mevlana'nın söylediklerini not alıyor. "Efendim siz mücevherler saçıyorsunuz ben de not alıyorum ama bazen elim ayağım çok münasip olmayan şekilde huzurunuzda bulunuyor. Bunu saygısızlık addetmenizi istemem" diyor. Hz. Mevlana da "Canın nasıl isterse öyle otur" diye bir cevap veriyor. Bunu okuyunca kalakaldım. Bir insana sorusunun cevabı bu kadar çabuk mu gelir? Bu tür tecrübeler adeta kaderi yazan kalemin cızırtısını hisseder gibi yaşamamızı sağlıyor.

İçimdeki cennete yolculuğa devam ediyorum

Kitap çalışmalarınıza maneviyata yöneldiğiniz dönemden sonra mı başladınız?

Çalışmalarım Tanpınar'la ilgili bir kitap oldu. Tanpınar'ın şahsiyetinde ruhumun arayışına yakın cevaplar buldum. Türkiye'nin benden istediğinin sosyoloji okumanın bana getirmiş olduğu sorulardan çok, benim de aczimi hissettiğim konularda olduğunu hissettim. Dualar ve Aminler diye bir kitap olacağını tahmin etmiyordum. Ama gönlümden tulû eden duaları bir yerlere yazıyordum. Emine Eroğlu talep etti. Birini bir defterin arkasından, birini bir kitabın kenarından bularak bir araya getirdim. İçimdeki Cennete Yolculuk'un kitap haline gelmesini Mustafa Armağan teklif etmişti. En çok sevilen kitabım oldu. 21. baskıda. Kendi manevi yolculuğumu anlatıyorum. Hissediyorum ki Türkiye'nin geniş bir insan kitlesi de yeni bir yolculuğa çıkmak, böyle duraklardan geçmek böyle dönemeçlerden geçerek önünde yeni bir ufuğun açıldığını hissetmek istiyor.

Bundan sonrası için ne tür çalışmalarınız var?

Bundan sonraki çalışmalarım da sevk-i ilahi ile bu yönde olacak gibi duruyor. Benden Bursa Ulucami ile ilgili bir makale istediler. Başlığı "Bir Mabedle Aralanan Zaman Perdesi" olacak. Bu yazı benden istenmeseydi ben zaten yazacaktım, çünkü bayramda Bursa'ya gittim. Bayramda herkes kendi büyüğünün mezarlarına gidecek. Osmanlı padişahlarını bayram günü ziyaret etmek kimsenin aklına gelmeyecek. Halbuki bayram sabahları mevtanın ruhen mezarının başına geldiği söylenir. Kızım ve bir arkadaşıyla Bursa'ya gittik. 6 gün 6 padişahı ziyaret ettik. Her birine Yasin okuduk. Bursa'nın kendisinden çıktı çalışmalarım bir mabede yoğunlaştım. Bir mabedden neler çıkmıyor. Bu açıdan yazacağım kitaplardan birinin adı "Asırların Harman Yeri Anadolu" başlığını taşıyor.

Seyahatleriniz kitaplaşacak sanırım?

Evet. Ayrıca "Dünyanın Kabzgahı İstanbul", bir de "Dünyadan Kainata Mektuplar" diye bir kitap hazırlığım var. Bunların ötesinde "İçimdeki Cennete Yolculuk'un ikincisini hazırlıyorum. Sosyolojiden aramdaki Katolik nikahım nedeniyle bir türlü vazgeçemiyorum. 30 yıl hocalık yaptım. O malzemeleri bir kitap halinde toplamak niyetindeyim. 30'dan fazla dosyam var. Bu dosyalardan 5 ciltlik bir kitap çıkarma niyetindeyim. "Sosyolojik Düşünce Atlası". Eski Çin'den başlıyorum, Konfiçyüs'ten. 5. ciltte de çağdaş Çin'de sosyoloji çalışmalarını veriyorum. Avrupa, Latin Amerika, İslam ülkelerindeki sosyoloji çalışmalarını ele alıyorum. Hakikaten bir atlas.

Yeni Şafak
 

İslam Haberleri