Allah’ı (cc) düşünmeden, her şeyin Onun irade ve kudretiyle meydana geldiğini idrak etmeden bu keşmekeş dünyada yaşamanın ne kadar zor olduğunu, aklını kaybetmeyen, kalbi kararmayan herkes anlar… Akıl her şeyin hep güzel olmasını, kalb herkesin insanca yaşamasını arzu eder. İnsanın bütün latif ve zarif duyguları, şeytanın ve şeytanlaşmış insanların bütünüyle mükemmel yaratılan bu dünyamızdan uzak olmasının beklentisi içindedir…
Hayatımızın bir tarafında aydınlık, huzur, sürur ve ferah varken, diğer tarafında karanlık, huzursuzluk, vahşet, üzüntü ve elem vardır. Sağa baktığımız zaman, imtihan dünyasını, mükemmel yaratılış ve Kâinatın Rabbi’nin eksiksiz tasarrufunu görüyor ve bu İlâhî iradeye bağlanmanın tarifsiz rahatlığını hissediyoruz. Solda ise başıboş bir dünya, kendini sorumsuz gören ve kendini hiçbir kanun ve nizama tabi görmeyen vahşileşmiş insan kalabalıkları görünmektedir…
“Ashab-ı yemin” dediğimiz insanlara musallat olan ve onları “Ashab-ı şimal” grubuna dahil etmek için var güçleriyle çalışan şeytanların varlığı da hayata bambaşka bir mana katmaktadır. Bundan anlaşılıyor ki, hiçbir insanın bulunduğu yerde hayatının sonuna kadar kalma garantisi bulunmamaktadır. Ayak kaymalar, uçurumlarda yuvarlanmalar, yüz üstü düşmeler insan hayatının bir parçası haline gelmiştir adeta. Bu durumlar insanın adımını dikkatli atması gerektiğini bize hatırlatmaktadır. Bir tarafta “Ebu Bekir”leşen yüksek ruhlu insanlar, diğer tarafta “Ebu Cehil”in karanlık dünyasına talip olanlar, müthiş bir imtihanla karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.
Hayatın doğru ve eğri yolları arasında gidip gelen insanlarla iç içeyiz. Bazen biz onlar gibi, bazen de onlar bizim gibi oluyor. “Mustakim” bir yolda yalpalamadan yürüyebilmek için, Rabbimizin kelâmı olan Kur’an’ı ders kitabımız, Onun Resulü olan Muhammed Mustafa’yı (asm) da muallim olarak kabul edip, bu irfan mektebinin kaytarmayan bir talebesi olmamız gerekmektedir.
Kur’an-ı Azimüşşanın bütün kâinatı aydınlatan nuruna yapışmak ve o Muallim-i Ekmel ve Ekber olan Muhammed’in (asm) mübarek dizleri dibinde yer edinip İlâhî lütuflara mazhar olmak, insanlığın kavuşabileceği en yüksek mertebedir. Bizim için, yaratılan şu dünyayı bir imtihan salonu bilmek ve Allah’ın (cc) sanat eserlerinin sergilendiği bir sergi salonuna Yaratıcısı hesabına bakmaktan başka huzura giden bir yol bulunmamaktadır hiç şüphesiz.
Bütün ölümler bu dünya hayatının herkes için geçici olduğunu ve ölümden sonra ebedî yaşanacak bir hayatın var olduğunu gösteriyor. Elbette bunu bilen, idrak eden ve hayatını ona göre sürdürenler olduğu gibi, bundan gafil olarak yaşayanlar da az değildir. Bir tarafta dünyanın tantanasına kapılıp yerlerde sürünenler, diğer tarafta ölümü ‘kurtuluş’ olarak görüp yükseklere tırmananlar…
Kafalarını kumlardan çıkarıp hakikat aydınlığına koşanlar ne kadar çok olursa, o kadar dünya üzerindeki bütün varlıkların sevinci artacaktır. Gaflet karanlığında debelenmeyi çıkar yol olarak görenler, bin bir İlâhî tecellilere mazhar ve sahne olan dünyamızı kirletmekte, bin bir nimetlerle bizleri buluşturan Kudrete ihanet etmektedirler.
Evet dünyanın bir aydınlık bir de karanlık yüzü vardır. Kimi insanlar aydınlığa kimileri de karanlığa talip olmuştur. Ortada olanlar da mütehayyirdirler, onlar da en nihayet bir tarafa kayacaklardır. İnsanların bir kısmı fani ama gerçek aydınlıklı bir dünyada ebedî saadet ve huzur ülkesine hazırlık yapmakla meşgulken, ne yazık ki diğer bir kısmı küfür ve dalalet bataklığında debelenmeye devam etmektedir…