Zübeyir ağabey bir denizse ben de bir damlayım. Bir damla, denizi ne kadar anlatabilirse, ben de Zübeyir ağabeyi o kadar anlatabilirim... Niyazi Mısrî diyor ki,"Bir damlaydık saldık onu denize,
Damla bizi nice anlasın, umman olan anlar bizi..."
Zübeyir ağabeyi biyografik yönden anlatmak önemli değildir. O zayıf vücutta, o dalgın bakışlarda, o dünyaya küsmüş adamda nasıl bir ruh vardı?.. O ruh, hangi ruhlarla el ele, kol kolaydı?.. Asıl önemli olan mesele budur.
Ona bakardım, "Allah'ım, şu ete kemiğe ne büyük ibadetler, iman ve vazife yüklemişsin..." diye düşünürdüm.
Zübeyir ağabeyi anlamak için Bediüzzaman'ı anlamak lazım. Bediüzzaman'ı anlamak için İslamiyet'i anlamak lazım. Bediüzzaman Said Nursi, 20. asır hastanesine bir baştabip gibi çıkmıştır. Hastalığı teşhis etti; zaaf-ı iman...
Zübeyir ağabey de aynı hastanede bir tabipti. Hayatının bütününü Risale-i Nur'lara hasretti. Nur'ları okudu, onları anlattı. Üstad'ın metotlarına sıkı sıkıya bağlıydı. Bu dava uğruna her şeyini feda etmişti. İslamiyet'i öğrenmenin yasak olduğu devirlerde o yine iman hakikatleriyle bütünleşmişti.
Konya'da postane memuruydu. Bediüzzaman onu talebeliğe kabul edince memuriyeti, evini, barkını tamamen bıraktı. Emekli olamadı. Bediüzzaman'ın Zübeyir ağabeye verdiği ilk ders şuydu:
"Mesleğimiz meşakkattir. Meşakkat ise alamet-i makbuliyettir." Elbette Said Nursi ve Risale-i Nur'lar gibi önemli şahıs ve eserlerin aleyhinde ve lehinde bulunanlar olacaktı. Zübeyir ağabey hiçbir rüzgârın tesirinde kalmadı. Başını kitaplardan kaldırmadan hizmete devam etti. Allah indinde din, İslamiyet'tir. Elbette ki İslam'a hizmet edenlere Allah da yardım edecektir. Zübeyir ağabey, saadet-i ebediyeye giden köprünün direklerinden biriydi.
Zübeyir ağabey, bizim için büyük bir İslam alimiydi. Ağabeyliği ilminden gelirdi. İlmi de Risale-i Nur'lardan ibaretti. Onunla ilgili hatırladığım en önemli şeylerden biri, her meselesini Risale-i Nur'larla çözerdi. Sanki her zaman gözünün önünde Üstad varmış gibi yaşardı. İstikametini şaşırmazdı. Metotları çok sağlıklıydı. Pek çok müşkülümüzü ona sorardık. Verdiği cevaplar çok isabetliydi.
Zübeyir ağabeyde bir hastalık vardı. Hiç uyuyamazdı. Torbalarla ot toplar, o otları kaynatır içerdi ki, derdine derman olsun diye...
Kirazlı Mescid sokağı'ndaki derslerine çok gitmişimdir. Benim için onunla tanışmak, sık sık onunla görüşmek Allah'ın bir lütfuydu.
Onu anlatamayacağımı biliyordum...
Zaman