Benim bu noktadaki duruşumu önceki yazılarımdan bir nebze anladınız: Kendi adıma sadeleştirmeyi doğru bulmuyorum, ama bir başkasının sadeleştirmesine de “Vay densiz, bunu neden yaptın şimdi?” tarzında bakmıyorum. Zira bu ihtiyacın dışarıdan değil, içeriden gelen bir sesin yankısı olduğunu düşünüyorum. Hal böyle olunca da hazır durum sadeleştirme yapanları düşman ilan etmek gibi bir fikri kalbime, zihnime vermiyor. Onları düşman değil, kardeş gibi görüyorum. İkisi beraber olmuyor. Zaten ben ikisini birden kalbimde istemiyorum. Kardeş bana yetiyor...
Fakat bu noktada kardeşlerimi kardeş bilmem, onlara birazcık serzenişte bulunmama mani değil. Mesela şu noktada kardeşlerime biraz kırgınım: Siz ki, tüm dünyaya Türkçe konuşturan, bunun bilmem kaç ülkede, kaç senedir tekrarını yapan, büyük büyük organizasyonlara imza atan bir camiasınız. Büyüksünüz, kemiyeten de büyüksünüz, keyfiyeten de büyüksünüz. İnkâr etmiyoruz. “Kim bunlar? Daha dünkü çocuklar! Ne anlarlar?” falan demiyoruz. Sizi kesinlikle kendimizden öte görmüyoruz. Lakin böyle büyük bir güce sahip olan sizler, evet sizler, acaba bu milletin gençlerinin fikrini Risale-i Nur’un diline daha yakın bir hale getiremez miydiniz? Böyle organizasyonlar tertip edemez miydiniz? Risale-i Nur olimpiyatları düzenleyemez miydiniz? Bunun seferberliğine giremez miydiniz?
Ama hayır, bunu yapmadınız. Metni sadeleştirdiniz, yalınlaştırdınız. Bizi o semaya çıkarabilecekken, semayı aşağıya indirdiniz. Bunu yapmaya imkan sahibiydiniz halbuki... Sayınız çoktu, kaynağınız çoktu, imkanlarınız bizden kat kat çoktu. Bakınız, bunlardan dolayı sizi eleştirmiyoruz, siz bizim kardeşimizsiniz. Sizler, eğitim organizasyonuna sahipken bizi neden Risale-i Nur’un semasına çıkmaya yönlendirmediniz? Neden semayı aşağıya indirdiniz? Neden buna heves ettiniz? Bu kolaycılık olmadı mı?
Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin bir kitabını bazen beş editörle yayına hazırlıyorsunuz. O beş editör, beş kişi bir oluyorlar da metni sadeleştiremiyorlar mı? Şimdi bu çıkan yangından sizin payınıza hiçbir şey düşmez mi sanıyorsunuz? Herkes birbirine beddua ederken, gıybetini ederken, kardeş kardeşin etini dişlerken; sizin hanenize de puanlar yazılmaz mı sanıyorsunuz? Yoksa “Niyetimiz hayır” deyip teselli mi buluyorsunuz? Hayır, hayır, teselli bulmamalısınız. Şu insanların onca feryadına biriniz çıkıp; “Tamam, hata olmuş, kapağına bir dahaki sefere sadeleştirilmiş yazacağız!” bile demediniz. Belli ki, demeyeceksiniz. Ben olsam, ben kimim ki ya, ama yine de sizin yerinizde ben olsam; şu canı yananların hatırına bir iki sakinleştirici söz söyler, bir iki şeyi değiştirebileceğimi beyan ederdim. Ama yok, siz bunu da söylemediniz. Şimdi bu ateş iki tarafı da yakıyor...
Belki Diğer kardeşlerinizi kendinize muhtaç biliyorsunuz. Belki sizden hariç başka emanetçiler olduğunu da görmezden geliyorsunuz. Keşke böyle olmasaydınız. Böyle yapmasaydınız, bu mesele daha sakin halledilebilirdi. Daha az can yakıcı olabilirdi. Daha kavgasız, gürültüsüz olabilirdi. Herkes razı edilebilirdi. Şimdi; “Biz yaptık oldu” diyorsunuz. Oldu, evet oldu kardeşim, oldu; ama bir bak amel defterlerimize, nasıl oldu? Birbirimizin etini dişlemekte yamyamları geçtik, işte böyle oldu.