Herbir mü'min i'lâ-yı kelimetullah ile mükelleftir. Bu zamanda en büyük sebebi maddeten terakki etmektir"(Divan-ı Harbi1995-s:64),"Zira, ilâ-yı kelimetullahın bu zamanda bir büyük sebebi, maddeten terakki etmektir."( Divan-ı Harb-i Örfî1995-s:2829)"
Yukarıdaki paragraflarda Bediüzzaman cümlelere önce "ilâ-yı kelimetullah " kavramı ile başlamış ve hemen peşine "maddeten terakki etmek" kavramı ile bitirmiştir. Bu cümlelerdeki incelik sanırım şöyle olmalıdır. Cümlelere önce amacımız olan "ilâ-yı kelimetullah " kelimesi kullanılarak başlanmış ve peşine ona hizmet edecek olan araç olarak ise " maddeten terakki etmek" cümlesi ile bitirilmiş.
Bir müslümanın önce niyeti önemlidir. Çünkü Niyet bir ruhtur. O ruhun ruhu da ihlâstır der Bediüzzaman. Niyet ve amacımız, aracımızdan önemli ve öncelikli olmalıdır. Bediüzzaman önce maddi terakki olduktan sonra ilâ-yı kelimatullah yapılacak demiyor. Bazı ehl-i dinin de düştüğü yanılgı ve kırılma sanırım burada başlıyor. Müslüman zengin olmalı ki ona göre dine hizmet etmelidir düşüncesi amaç ve aracın tersine dönmesi olur ki bu da sünnet-i Resulullaha (asm) zıt bir duruş olmuş olur. Belki de ehl-i dinin çektiği sıkıntıların altında bu niyet metot zıtlığı ve yanlışlığı olabilir.
Bir müslümanın niyetinin meşruluğu kadar metodunun da meşru olması gerekir. Niyetimiz İlâ-yı kelimatullah ise metodumuz sünnet-i Resulullah (asm) olmalıdır. Ehl-i islam bu noktada hataya düşerek bu asırda dünyevileşme denilen hastalığa çok çabuk tutulmakta ve hata yapabilmektedir. Bu hatalar ise gayretullaha dokunuyor olabilmekte ve daha fazla musibet-i amme ile devam etmektedir. Müslüman önce para, mal, makam, v.b. diyemez ve dememelidir. Önce ilâ-yı kelimatullah demeli, sonra diğer vasıtalar ona hizmet etmelidir. Bediüzzaman 'ın ifadesi çok nettir."Dünya için din feda olunmaz. Gebermiş istibdadı muhafaza için, vaktiyle mesâil-i şeriat rüşvet verilirdi. Dinin meseleleri terk ve feda edilmesinden, zarardan başka ne faydası görüldü? Milletin kalb hastalığı zaaf-ı diyanettir. Bunu takviye ile sıhhat bulabilir."(Divan-ı Harbi-1995-s:63)
Bir çok ehl-i dinin hayatına yakından ya da uzaktan bakıldığında daha çok dünya hayatının konuşulduğu, evlerde saatlerce ehl-i dünyanın malayani tv programlarının izlendiği, ekonominin ehl-i din için vazgeçilmez gündem maddelerinden olduğu, okuyacak olan çocuklarımızın ahiret hayatından daha çok dünyasının düşünüldüğü ve bu sebeple emr-i ilahi olan kulluğun dünya hayatı için feda edilip çeşitli kılıflara sarıldığı görülmektedir. Esasında rıza-i ilahi olması gereken fillerin artık rıza-i dünya olduğu bir fitne asrının dehşetli fırtınası içerisinde olduğumuzu görüyoruz. Bu fırtınadan yegâne kurtulma yolu ise Bediüzzamanın dediği gibi "Risale-i Nur dairesinin yakınında bulunanlar içine girmezse tehlike ihtimali kavidir."(Kastamonu Lahikası) hakikatini dikkate almak zorundayız. Yoksa bu asırdaki dehşetli maddi ve manevi cereyanlar her şeyi kendine alet ederek telafisi mümkün olmayan yollara bizleri götürebilir.
Dünyevileşme, ehl-i dini nefsî hazlar boyutu ile avlıyor. Yani sekülerizm hazcılığı ve nefsin arzularını kabartarak önce dünya sevgisi-dünyanın üçüncü yüzü itibarıyla-tahrik ederek ehl-i dinin birinci önceliğini ve yüzünü dünya sevgisine ve tüketim çılgınlığına sokarak ahireti bile bile dünya zevklerine feda ettiriyor. Daha önemlisi de çok mukaddesatını feda ettiriyor.
Bir çok ehl-i din mensubunun düştüğü en tehlikeli davranışlardan birisinin de tüketim ve israf boyutunun olduğuna bizzat şahit olmaktayız.Hâlbuki İktisat Risalesinde bahsedilen hakikatler ortadayken dolu dizgin lüks harcamalar ve ev eşyalarının evlerimizde arz-ı endam ettiğini görüyoruz.Gelenek ve görenek belası yüzünden ihtiyaç olmadığı halde yenilenen ve alınan eşyaların haddi hesabı yok. Hâlbuki bu israf durumuna düşmenin kimin damına düşüş olduğunu Nur Talebeleri gayet net biliyorlar. Ancak öyle bir ünsiyet edilmiş ki herkes yapıyor biz yapmışız ne olacak kolaycılığına kaçmanın izah edilir bir yanının olmadığı görülüyor. Hizmet cephesine yapılan yardımlarla şahsi ve ailevi tarafa yapılan harcamalar arasındaki uçurumu karşılaştırmamız gerekiyor ve bu uçurumun muhasebesini yapmak durumundayız.
Bediüzzaman talebeleri için şöyle der: "Ve benim maddî ve mânevî herşeyden ferağat mesleğimden ayrılmayacaklardır. Yalnız ve yalnız Allah rızası için çalışacaklardır."(Emirdağ Lahikası) diyerek bizlere feragatın maddi ve manevi sınırlarını çizdiği kanaatindeyim.
Ne mutlu ona hakiki talebe olma şerefine nail olabilenlere. Ya Rabbi, bizleri de "maddî ve mânevî her şeyden ferağat mesleğimden ayrılmayacaklar" olanlardan eyle.