İçe kapanmak. Günümüzün moda teknik tabirle çevrim içi kalmak. Her ne kadar bilişim dünyasının deyimi ise de pandemi sırasında hayatımızın bir gerçeği oldu.
Alışkanlık haline geldi sanki. Günümüzün hayat tarzının genel hali, ahvali.
İçe kapanmak veya çevrim içi olarak tarif edilen durum insanî bir yaklaşım mı?
Ehli tasavvufun münzevi hayatı ile bizim gibi sıradan insanların içe kapanması aynı şey değil.
Kendi kendine yeter gördüğü kanaati ve kabulü cümlesinden dış dünyaya, sosyal hayata izole yaşayıştan bahsediyoruz. İzole hayatla münzevi hayatın ıstılahtaki karşılığı aynı değil, farklı.
İnsan, fıtrat kanunu gereği birlikte yaşamaya mecburdur. Bir ekmeğin sofrasına gelinceye kadar kaç elden geçip geldiği gerçeği bile izole bir hayatın mümkün olmadığını gösterir.
Dolayısıyla izole tarz içe kapanmak, çevrimiçi kalmak, fıtri değil, mümkün de değil.
Ama nedense bazı insanlar belki çoklar izole bir hayat mümkün zannederek şartları zorlayarak öyle bir tercihte bulunuyorlar.
Batı felsefesinin gayr-i insani ve gayr-i ahlâki bu yaklaşımı kendi kendine yettiği yanılgısı insanları ilerleyen zaman içinde etkisiz ve yetkisiz, varlığı ve yokluğu belirsiz bir nesne haline dönüştürüyor.
İnsan yaratılış itibarıyla aciz, zayıf, düşmanları hadsiz, ihtiyaçları sonsuz bir mahlûk.
Hayatını idame ettirmek için lazım olan şeyin fiyatını verebildiğinde kimseye muhtaç olmadığı zehabına kapılıyor.
İnsanın ihtiyaçları sadece fiyatını verip alabilecek eşyalardan mı ibaret?
Günlük hayatın telaşı içinde koşuştururken neye ihtiyacı olduğunu da bilmiyor.
Bir arayış var ama ne aradığını bilmiyor ki bulduğunun aradığı şey olduğunu bilsin.
Dron kamera ile yukarıdan kalabalıkların görüntüleri çekiliyor, gösteriliyor ya. Cadde ve sokaklarda, toplu taşıma araçlarına binilip inilen istasyonlarda, iskelede, limanlarda hızlı çevrim hareketlerde bu insanlar ne yapıyor, nereye gidiyor, ne düşünüyorlar acaba?
İç dünyalarında neler olup bitiyor? Allah biliyor. Bir de kendisi.
Yüz hatlarına bakıldığında asabi, agresif, gergin görünüyorlar. Yalnızlar.
Dokunsan patlamaya hazır bomba gibiler sanki.
Bazen yanlışlıkla birileri bir başkasına çarpınca tahmin edilen patlamalar olmuyor değil.
Trafikte de öyle. Trafikte sadece benim aracıma öncelik verilmeli. Kimse bana engel olmamalı modunda herkes.
Olmaz olmaz demeyin oluyor işte. Beklenmedik trafik kazası çok oluyor.
Problem sadece trafikte kaza yapan araçlar değil. “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” sorusunun cevabı asıl problem oluyor. Araçların hasarı bir şekilde tamir edilebilir. Ancak “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” sorusunun yüksek perdeden söylenmesiyle meydana gelen hasar, araçların hasarından daha da büyük. Belki de hiç tamir edilemiyor.
Meselenin dayandığı nokta ben merkezli yalnız hayatlar. “Ben meselesi.” Yani “enaniyet” denilen günlük deyimle “ego” tavan yapmış, sosyal hayatı zehirleyen ruh hali.
Sosyal sorunlar dedikleri şeyin aslı sosyal değil şahısların iç dünyasındaki fırtınaların dışa vurması.
Evet enaniyet çifteli, ego tavan yapmış birisi, “bu dünyada yalnız ben varım” diyor.
Hayatın bütün alanları, uygulamaları bana göre dizayn edilmeli istiyor.
Yani muhali talep ediyor. Neticede kendine zulmediyor. Sonra içinde bulunduğu topluma zehirli hava üflüyor.
Bu marazın neresi insanî? Nasıl medenî denilebilir?
Batı referanslı “çağdaş yaşam” dedikleri tablo bu. İster beğenin ister beğenmeyin.
Medeniyet tasavvuru ve ideali olanlar… Vatan, millet, din, iman, Kur’an diyenler ne diyorsunuz bu tabloya.
Dillerle söylenmeyen ancak içindeki ses diyor ki; “Biz de onlara özeniyoruz. Onlar gibi yaşamaya başladık bile.” Görüntüler de teyit ediyor.
Eğer bir davanız, bir idealiniz, gaye-i hayaliniz varsa medeni zannettiklerinize gıpta edip imrenmeyiniz. İmreniyorsanız kaybettiniz, kaybettik demektir.
Yazar Yusuf Kaplan makalesinin başlığını söyle atmış, “Dönüştürmeye geldik biz dönüştük.” Tam kitabın ortasından. Seçim sonucu değerlendirmesi yapmış ama mesele sadece seçime endeksli değil. Sosyal bir marazı dile getirmiş.
Sadede gelelim.
Barut fıçısı gibi insanların aradığı yine gözüne bakan bir çift göz.
İnsan insanın yurdudur. Orası gönül dedikleri sığınak.
Memlekete nizamat vermeye kalkışmayalım.
Önce kendimizi check edelim. Biz de bahsi geçen agresif hayatı yaşıyor muyuz?
Aynı duygular sarmış mı dünyamızı? El hak öyle veya kısmen.
Önce kendimizden başlayıp evin içini, beden hanemizi sonra genişleyen daireler içinde sorumluluk sahamızın içini düzenleyelim.
Bilenler bilir Meyvenin Dördüncü Meselesini tavsiye ediyor Üstad Bediüzzaman.
Kendi nefsimize okursak hem psikolojik hem sosyal problemlerin çözüm formülüdür.
En küçük dairede en büyük vazife meselesiydi.
Yani çevrim içi kaldığımızda…