Mesuliyet, insanı başkalarından tefrik eden üstünlük göstergesidir.
Güçlü insan denilince ya zenginlik ya da makam mevki sahibi kişiler akla gelir. Öyle değil işte.
Mesuliyet alma cesareti gösteren insan güçlüdür.
İnsan fıtrat itibarıyla aciz, ihtiyaçları sonsuz, fakir, kendi başına hayatını devam ettiremeyen bir canlı.
Yalnız bir ekmeğin sofrasına gelinceye kadar kaç aşamadan geçtiğini bilmesi izaha kâfidir.
“İnsan binler çeşit elemlerle müteellim ve binler nev'î lezzetlerle mütelezziz olacak bir zîhayat makine ve gayet derece acziyle beraber hadsiz maddî-mânevî düşmanları ve nihayetsiz fakrıyla beraber hadsiz zâhirî ve bâtınî ihtiyaçları bulunan ve mütemadiyen zevâl ve firak tokatlarını yiyen bir biçare mahlûk iken….” (Said Nursi, Asay-ı Musa)
İnsan kendi kendine yetmez, yetemez. İhtiyacı sınırsız, ama aciz, fakir, zayıf hali makusen mütenasiptir (ters orantılı durum).
Günümüz insanı farkında mı bilinmez buluşma ve ayrılmalarda “kendine iyi bak” temennisiyle ayrılıyorlar. Hayret bir şey ya. Çok yanlış.
Tekrar hatırlayalım, insan kendi kendine bakmaya yetmez yetemez.
Bu yaklaşım insanı sosyal hayattan izole eden, ben merkezli düşünen, kendinden başka kimseyi düşünmeyen, yalnızlaşan, yaşlanınca da ölüsünün kokusu dışarı vurunca belediye ekiplerince alınan bir nesne haline gelmeye aday zavallı hale düşüren bir anlayış.
Bizim inanç ve kültürümüzde insanlar selamlaşma ile buluşur, selamlaşma ile ayrılır. Ayrılırken “Allaha emanet ol… Allaha ısmarladık… Kalın sağlıcakla…” diye dua ile ayrılırız.
Basit bir teferruat gibi görülebilir ama hayat basit teferruatların toplamıdır.
Mesuliyetten başlamıştık yani sorumluluk anlayalım.
İnsanı diğer mahlûkattan üstün kılan farkı emaneti yüklenmesi.
“Ene” denilen “Ben”lik emanetiyle kendini ve Rabbini tanıması, Rabbini bilmesi için verilmiş bir haslet, hassa, duygu, lâtife… Kıyaslama yaparak kendi cüz’i ihtiyarı ve kararlarıyla, zayıf kudretiyle, basit maharetiyle kendini ve kâinatı yaratanı bulması, bilmesi ve tanıması için verilmiş bir hasiyet.
Bu hasiyeti, hasleti, insanı “âlây-ı illiyine”, yüksekliğin zirvesine çıkardığı gibi “esfel-i safilin”e aşağıların en aşağısı gibi mertebelerde yer almasına vesile olur.
“Ben” duygusunu, sahiplik, kendine yetmek, her şeyi nefsi için bilmesiyle Firavunlukta, gaddarlıkta, zulümde, ahlaksızlıkta zirve yapar.
Nefsim beni yaratanın elindedir. Onu tanıyabilmem için bana benlik duygusu emanet verilmiş diyen Rabbini bilir.
Rabbini bilen nimetin minnetini de fark eder.
Acz ve fakrıyla sonsuz bir güce istinat eder.
Mesuliyet emanete riayet etmektir. Yani abd olmaktır, kulluktur.
Amel-i salihtir. Güzel ahlâktır. İnsanlara faydalı olmaktır. İnsanların dertleriyle dertlenmektir. En yakınından başlayarak başkalarını da düşünmektir.
En güçlü insan sorumluluk yüklenen insanlardır demiştik. Mensup olduğu cemaatin, cemiyetin, toplumun dertlerini dert edinen insandır sorumluluk şuuru taşıyan insan.
Maddi manevi her ihtiyacını düşünür.
Hedefi, madsadı sadece mal, mülk ve makam sahibi olmayı hedef ittihaz eden güçlü olamaz. Bütün enerjisini malı ve makamı muhafaza etmeye harcar kimseye faydası olmaz. İleriki hayatında kendine de yetmez. Yalnızlığa mahkumdur.
İnançlı, imanlı bir insan malı ile ibadetin ehemmiyetini idrak eden zengin şüphesiz Allah katından daha makbul kuldur.
Me’yusiyet, yeis, ümitsizlik, çaresizlik, karamsarlık, şevksizlik...
“Zindan-ı atalete sebep nedir?”
El cevap: Yeistir.
Hayat faaliyet ve harekettir, şev ise matiyesidir. (Münazarat)
Şu günlerde sosyal medya ve haberler ile üzücü hadiseler ile toplu bir karamsarlık havası pompalanıyor. Çaresizlik, ümitsizlik iklimi enjekte ediliyor.
“Kendine iyi bak” demek yetmiyor.
Kimse de sorumluluk üstlenmek istemiyor.
Nemelazım başkası düşünsün, bana ne modunda.
Böyle diyen insan toplumdan izole de olamıyor.
-Eeeee… Ne yapacağız?
-İsyan edeceğiz.
-Sonra?
-Ortalık karışacak
-Menhus ruhun tetikçisi, aleti, fedaisi olmak.
Sonuç fiyasko, felaket. Bize dost olmayanlar da öyle istiyor zaten
“Rotası belli olmayan yelkenli için rüzgârın nereden estiğinin önemi yoktur.”
Mesuliyet sahibi davası olan anlamına da gelir.
Dava sahibi dertlidir. Sorumluluk yüklenir. Neme lazım bana ne demez.
Aynı dava ve gaye etrafında başkalarını da bulur.
Ortak sorumluluk şuuru ile en yakınından başlayarak insanlara nasıl yardım edebileceğini, düşünür, araştırır.
Liderlik sadece bir gurubun başına geçmek değildir.
En yakınındaki insanın derdine çare arayan, elinden geleni yapan liderlik şuuruna sahiptir.
Problemi serrişte etmek, yaygara koparmak sorumluluk değil sorumsuzluktur. Aciz ve zayıfların işidir.
En güçlü insan mesuliyet, sorumluluk yüklenebilen insandır.
En zayıf da ümitsiz, yalnız, “kendime iyi bakmalıyım” diye kendini düşünen insandır.
Sorumlular öznedir. Sorumsuzlar nesnedir.
Bu zamanda özne insanlar lazımdır. Şayet gücünü yerinde kullanırsa.
En zayıf insan da; yalnız her şeye karşı, şikayetçi, ben merkezli nesnelerdir. Ümitsizlik ve olumsuzluk hayat anlayışı olanlar.
Evet sorumluluk sahibi, dava şuuru olan insanların da nemelazım konforundan sıyrılması lazım.
Ne yapılmalı? Ben ne yapabilirim? Yalnız ne yapabilirim? Birlikte neler yapabiliriz? Sualleri zihnini, aklını, kalbini kemirmeyen insan özne değil cansız nesnedir. Harici etkenlerin etkisiyle akan suya düşen kavak yaprağı gibi akar gider.
Özne insan ümitvardır. Nesne insan karamsar.
“Ümitvar olunuz şu istikbal inkılabatı içinde en gür sada İslâmı’ın sadası olacaktır.” (Said Nursi, Hutbe-i Şamiye)