“Her putperest eski putlarına karşı acımasızdır.” Cemil Meriç
Yıllar yılı düşüncelerini bıkmadan/usanmadan takip ettiğim iki ‘büyük’ zeka. Düşleyen iki zeka. Düşlerken düşünen ve düşündükçe 'düşen' iki zeka. Düşlemek, düşünmek ve nihayet düşmek ‘düşünen’ her dimağın talihi mi? Birinin kökeni Nurculuk, diğerinin İslamcılık. Nurculuk ve İslamcılık kifayet etmedi. Geldikleri yer heterodoksi. Biri heterodoks Nurcu, diğeri heterodoks İslamcı.
Mümeyyiz bazı vasıfları: mahallesinden huruç etmeleri ve gittikleri yerde eski mahallesini acımasızca topa tutmaları, aforizma üretebilme kabiliyeti, kavramsallaştırma becerisi, üslup mahareti, orijinal keşifler/buluşlar, sözün şehvetine kapılma… Şaşırtmak, ezber bozmak, şablonları kırmak alamet-i farikası her iki müellifin.
Biri Kürt meselesini dilinden düşürmezken diğeri Kürt meselesini diline bile almaz. Almayı züll addeder. Biri bu mesele ile bihuş olurken diğeri bunu görmemek noktasında bihuş. Entelektüel birikim, meselelerin içerisine nüfuz edebilme liyakati, olağanın üstünde bir seziş gücü, okuyucuyu üslubun büyüsüne ram edebilme bakımından üstlerine kimse yok.
Birinin en meşhur mottosu “İslam’da Savaş Bitmiştir”, diğerinin “Çamlıca İçin Yakarış” ya da “Tanrıyı Şehre Çağırmalı.” Biri politik, diğeri estetik. “İslam’da Savaş Bitmiştir” yazısının/kitabının münderecatı çürütülmesi zor müdellel tezlerle lebalep. Yazıyı akl-ı selim ve zevk-i selim ile okuduktan sonra gerçekten de başlıktaki hükme itiraz edemiyorsunuz.
“Tanrıyı Şehre Çağırmak” nesir şekline bürünmüş bir nazım. İmgeden, metafordan geçilmiyor. “Çamlıca İçin Yakarış” yüz binlerin üzerinde okunma/beğeni alan bir yazı. Daha doğrusu manifesto. Etikten çok estetik kaygılar ön sırada. Ama her satırı tasannu dökülen bir yazı. Binlerce insan haksız ve hukuksuz gerekçelerle can verirken dilini açmayan fakat bir mabedin (cami) inşa edilmemesi için kendini yakmayı bile göze alan bir intelijansiya ne kadar tasannudan uzak, samimi ve dürüst olabilir ki?
İkisi de istikamet üzere ve sözleri çok derin/veciz de biz mi anlamıyoruz? Belki de. Mukaddes dahi olsa bir şeyleri muhafaza etmeye çalışanların mâkus talihidir: tutucu, gelenekçi, gerici, yobaz, bağnaz olarak tesmiye/itham edilmek. Bütün kutsalları hiç acımadan deviren ve bunu yaparken “put kırıcı” olduğunu zanneden bu iki zata “dur!” demek onları anlamamak, konuştukları dili çözememek, öyle mi?
Bilhassa birincisi “istikamet sahibi ve ince ayarların adamı” da biz mi anlamıyoruz? Olabilir. Cündioğlu bütün yazı hayatı boyunca kıyasıya İslamcıları eleştirdi, Bilici ise Nurcuları. Eleştirilerin de haklılık payı yok mu? Hem de çok. Ama geldikleri/vardıkları yer mezkur akım temsilcilerinin kusurlarını gölgede bırakacak nitelikte.
Deizm'i öven bir Nurcu tanıyor musunuz? Ya da cehalete methiyeler dizen bir İslamcı? Cehalete, yani Taksim’e. Kendi siperine kurşun sıkanı sadece düşmanları sever. Ama fırsatını bulunca ona da ilk kurşunu sıkan ve bir kaşık suda boğacak olan yine o düşmanlar olur. Kendi mahallesinden kopan daha hiçbir yere intibak etmez/edemez. İntibak etmek istese bile öteki mahallenin ezeli sakinleri izin vermez buna.
Putlarına yarım kelimeyle laf ettiniz mi, kapı dışarı edilirsiniz hemen. Geri dönünce kendi mahalle sakinlerinizin yüzüne nasıl bakacaksınız? Bunu düşünen yok. ‘Öteki’ tarafından kabul edilme tezellülü nereye kadar sürer? Allah göstermesin, ikisi de ölse tabutlarını kaldıracak, arkalarından hayır dualar edecek, yasinler, fatihalar okuyacak olan hayatları boyunca beğenmedikleri mahallesinin sakinleri olacak yine.