Lemaat ekseninde duygu çağrışımları(9)
Akıl ve duyguların fark edebildiği değerlerle sarılı bir dünyadayız. Bu iki değerden birinin dışlandığı şeylerin pek tad vermediğini hissetmeyen yok gibi. Başka bir deyişle akıl ve duygu kesimimizin ikisi birden doyuma kavuşmadığı her şey tatsız ve tuzsuzdur.
Aynı malzemeden pişirilmiş iki kap yemek yeriz. Aynı ortamda ve aynı iştahla birinden doyumlu bir tat alırken, diğerinden ise aynı tadı alamayız. İlginçtir; bir aşçı, yaptığı kebabın tarifini verirken, kebabın demlenerek beş altı saat odun ateşiyle tandırda piştiğini ifade etmişti. Ancak bunun yeterli olmadığını söyleyerek aşçının da kebapla birlikte pişmesi gerektiğini tarifine eklemişti. Aşçının pişmesi kebabın duygu yönünü oluşturduğu ise kesin.
Bir yazıyı okuruz, bizi içimizin derinliklerine ve dış dünyanın gizemlerine daldırır; ama bir başka yazıyı okuduğumuzda duygu tellerimizin hiçbiri kıpırdamaz ve hatta çoğunlukla yazıyı bitiremeyiz de. Eser vardır okumakla doyamayız; isteriz ki birkaç kez daha okuyup hazzın zirvelerine doğru kanatlanmış olalım. Eser vardır daha birinci cümlede bize bıkkınlık gelir. Romanın akılla bağdaşan duygulara hitap edeni daha çok okunması bundan…
Aynı eylemle iki farklı sonuç… İnsanda akıl ve kalp iki büyük değer. İkisinin örtüşmesi halinde harikalar meydana gelir. Akıl ve kalp insanda âdeta iki kanat gibidir. Bir kanatla uçulmaz. Akıl ve kalp birlikteliğini sağlamayan insan da kendisinden beklenilen amaca ulaşamaz. Kalp ve duygudan yoksun fikirler istenildiği kadar akılla desteklensin yine de akıl ve kalbi olan insanı tatmin edemez; çünkü görünen yanından çok daha kapsamlı olan görünmeyen yanının, kalp başta olmak üzere duygular kesiminin açlığını ne ile gidereceğiz?
Fikir bazında kalp ve akıl birlikteliğinin ne denli gerekli olduğunu Bediüzzaman Lemaat’ta “Ziya-i kalpsiz olmaz nur-u fikir münevver” demekle son derece veciz bir şekilde dile getirerek, biliyorum diyenlerce bu sözün dikkate alınmasını söyler. Ve “O nur ile bu ziya mezcolmazsa zulmettir; zulüm ve cehli fışkırır” diyerek, tehlikenin boyutuna, görülmez karanlığa, cehaletin koyusuna, bağnazlığa işaret eder. Kalp, fikre duygu boyut kazandırır. Kalp fikirlerin ışığıdır. Fikirler, kalbin bu ışığından mahrum kaldıkça gerçeğe ulaşamaz. Öteleri, maddenin gerisini, varlıkların anlamını en azından çağrıştırmayan fikirler madde kalıplarıyla sınırlı kalır; kısır bir döngü içinde kalabalık bir malumat yığınından öteye geçemezler. Gönlün sevinç ve hazlarla tutuşmadığı fikirler donuktur, dirilmeleri için duygularla temasları gereklidir.
Bediüzzaman kalp ve akıl ilişkisini göze benzeterek aklın kalpsiz fazla bir şey yapamayacağını vurgulamak ister. Gözde beyazlık var; ancak görmeyi sağlayan o beyazlık içindeki siyahlıktır. O siyahlık olmazsa göz işlevini yapamaz. Ama asıl olan gözün gerçeği görmesidir. Nitekim Bediüzzaman bu bağlamda “Basiretsiz basar da beş para etmez.” der. Aklın ürünü olan fikirler “süveyda-i kalp” olarak nitelenen gerçeği gören mercekten mahrum oldukça varlık âlemini anlamlandırmaya asla kâfi gelmez. Anlama kavuşmayan kâinat ise insanoğlu için bir muammadır, yolunun üzerinde büyük bir engeldir. Deyim yerindeyse bu tür bir anlamsızlık insanın intiharıdır. Yalnız akılla yol alanların birçoğunun yarı yolda hayattan istifa ettikleri ise bir vakıa olmakla az değildir.
Kalp doğrudan hakikat güneşine muhataptır. Yaydığı ışıktır. Akıl ise nurunu ancak kalpten alabilmektedir. Dolayısıyla kalp olmadan aklın ürünü fikirler de nursuz ve ruhsuzdur. Akıl daha çok görünen ve elle tutulan şeylerin kavranmasında, sentez ve analizinde usta ise kalp, daha çok madde arkası gizemlerin, hikmet dünyasının aralanmasında, ilk ve son bağlantıların kavranmasında mahirdir. Kalp işlevsel olarak daha kapsamlıdır ve kalbin onaylamadığı her şey boşluktadır. Yere basmayan aklın ürünü fikirlerin kuru ve sıska oluşlarının sebebi budur.
Bediüzzaman, insanoğlunun yetişmesine birinci amil olan bilginin ve dolayısıyla eğitim sisteminin temel taşı olan dinî ilimlerle fen ilimlerinin birlikteliğinin gerekliliğine vurgu yapması özgün ve orijinaldir: “Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüt eder.” (Münâzarat) Burada vicdanın kalp anlamında kullanıldığını belirtmekte yarar var. Dinî bilgiler daha çok kalbe ve kalbin kumanda ettiği duygulara hitap eder; fen bilgileri ise akla. İnsan ikisine de aynı anda muhtaçtır. İnsan için kutsal olan bilgi, biri ötekisiz olmaz. İnsanda kalp ve akıl nasıl ki vardır; doğru bilgide de kalp ve aklın ürünlerinin bir arada olması gereklidir. Başka bir deyişle bilginin iki ayağıdır kalp ve akıl, yani kalp ve aklın ürünleri.
Kur’an ve Peygamberimizin öğretisinin en önemli amacı kalp ve akıl dengesinin insanda kurulmasıdır. “Sırat-ı müstakim” denilen olgu da budur; kalp ve aklın insanda art başı yürümesi. Kalp ve aklın uyumu bütün duyguların ölçülü çalışmalarını doğurur.
Kalp ve akıl uyumunu gerçekleştiren insanın yaptıkları, meydana getirdiği eserleri, sanatları, eylemleri, sohbetleri, aşkları ve iniş-çıkışları her zaman bu mezcin doyuruculuğunu yansıtır. Bu tutum ve davranışlara karşı kimse gelemez; çünkü bunlar ifrat ve tefritten uzaktır, bir yerleri zorlamamaktadır, ölçülüdür; yani bunlarda ne akıl ne de kalp bir eksiklik görmektedir. Gündelik olaylarda bile sıradan bir bakışla bu farkı görebiliriz. Kendi zaafını bir an yok kabul ettiğimiz birinin, başkalarında gördüğü eksiklerin ya da tahammül edemediği yanlarının bu dengesizlikten kaynaklandığına şahit olmak zor değil. İyi bir dost duyguların dengede olduğu, yani kalp ve aklın birlikte hareket ettiği dosttur. Birinin noksan olduğu insanlarla, hele kalp inceliğinden yoksun olanlarla edilen sohbetlerin hiç zevki olmaz. Duygudan yoksun insan odun ve ruhsuz bir ceset gibidir.
Mantığın ördüğü ve ancak duygunun kanaviçe gibi işlenmediği bir yazı okunmaz, içten ve inanarak konuşmayan bir hatip dinlenilmez, hayatın sınavından geçmeyen bir öğretmen öğrencilerinin kalplerine nüfuz edemez, muhatabını okuyamayanla sohbet edilmez ve kendi otoritesinden başka bir şeyi düşünmeyen bir devlet başkanı adaletli olamaz, halkıyla diyalog kuramaz.
Kalp, iman mahallidir. Gerçek bilginin onaylandığı yerdir. Bilgi kalbe gelinceye kadar hayal, tasavvur ve taakkul gibi birçok aşamalardan geçer. Kalp bu bilgiye “evet” dediğinde içselleşir, yani duygular tarafından özümsenir. Akıl da durulur; daha başka arayışların peşine düşmez, şüphe ortadan kalkar. Kalp başta olmak üzere diğer bütün iç zenginlikler olan duygular rahata kavuşur. Akıl tek başına bu rahatlığı sağlayamaz.