Duyguları yoğun olmayan insan soğuktur. Siz bu tür insanla oturup sabaha kadar ya da saatlerce tatlı sohbet edemezsiniz. Bir gül bahçesinin tam ortasında, bir tepe ya da yamaçta, nehrin kenarında, bir gülün kat be kat katmanlarında, mehtaplı gecelerde gökyüzünü seyrederken uzun uzun düşüncelere dalamazsınız ve duygulanmalara kapılamazsınız onunla. Zorlarsanız, kaçık olduğunuzu da söyler.
Oysa insan insanı daha ne için arar? Ona içinin duygu tellerinin çaldığı nameleri dinlettirmek için değil mi? Karşınıza alacağınız kişi, bu nameleri dinlemeye uygun değil ya da onları dinleyip duygulanma yeteneği zayıfsa bir can sıkıntısı olup çıkar. Öylesi birisinin yanında fazla duramazsınız.
Bir başkasını, bir dostu, yareni ve sizin iç dilinizden anlayan birini ararsınız hep. Sizi anlamayan birinin yanında kalmaktansa yalnız kalmayı yeğlersiniz. İnsanın en çok şikâyet ettiği şey ise anlaşılmamaktır. “Beni muhatap alan yok” diye hayıflananlar aslında iç dünyasındaki oluşumların farkına varılmamasından şikâyet ederler. İlgisiz birini gördükleri zaman da haklı olarak onun duygusuzluğundan söz ederler.
İnsanlar elbette farklı yaratılmış. Kiminin duyguları yoğundur ve kiminin ise eğitimsizdir. Ama bizim asıl üzerinde duracağımız duyguların eğitilebilir olmasıdır. Herkesin duygu denen bir zenginliği, bir iç dünyası, bir kalbi, bir vicdanı var. Bütün bunların varlıklarının gözükebilmesi için de eğitime, eğitilmeye muhtaç.
İnsan, ama hangi olursa olsun, iç dünyasının duygu zenginlikleriyle doğar. Zaten başka yaratıklar karşısında onu farklı kılan da bu yanıdır. Bir an bu yanından onu soyutlarsanız, göreceğiniz ya taştır ya da sizi korkutan bir vahşi.
Duygu gücü belki de içimizin en görülmez kuvvetidir. Bir canavarı korkutan da bu yanımızdır. Karşınızdaki azgın bir köpekle duygularınızla konuşabilirsiniz, anlaşabilirsiniz bile. Konuşamazsanız, onu dikkate almadığınız için o size saldıracaktır. Bir duvarı bir kale gibi ayakta yıllarca durduran, taşları birbirine tutturan harçtır. Harcı eksik koyduğunuzda arkanızdan duvarın yıkıldığını görürsünüz.
İlk anda bir insandan hoşlanmışsanız, bilin ki, kendinizi onun duygu yoğunluğuna kaptırmışsınızdır. Fizyolojik güzellikten çok görülmeyen güzellik sizin gönlünüzü çelmiştir. Bir anda âşık olan neye kapıldığı konusunda bir şey söyleyemez ya da gönlünü neye kaptırdığını tanımlayamaz. Sevgide, aşkta, duygulanmada görünenin dışında bambaşka şeyler rol oynar.
Duygu yok diyemeyiz o halde, eğitimsizlik var demek zorundayız.
Duygusal yetkinlik elbette doğuştan bizimle doğmaz. Bizimle doğan ham duygularımızdır. Biz doğduktan sonra, ya çevremiz ya da kendimiz aracılığıyla eğitilir, terbiye edilir, inceleşir ve insana layık bir kıvama gelirler. Duygularımıza kazandıracaklarımızı sonradan öğreniriz. İyi bir aile ortamı duygular için iyi bir eğitim yeridir. Anne şefkati duyguların iksiridir. Sevgi yoğunluğu duyguların nefes alıp verdiği iyi bir ortamdır. İyi bir duygu okulu birey ve toplumun duygu kaynağıdır.
Duygularımızın doyum kaynağı olan kâinatta var olan her şeyi yaratan Allah’a iman, bütün duygularımızın ruhudur. Namaz ise duygularımızın miracı… Gökyüzündeki yıldız kümelerinin karşısında düşüncelere dalmak ve bir an gözlerimizin dolup taşması, hatta elimizde olmadan akan gözyaşlarımız duygulanmamızın bir sonucudur.
Ağlamak güzel bir şeydir; kimsenin görmediği ve izbe yerlerde, gece pencerede, karanlıkta. Duyguları körelen ağlamaz; etrafını düşmanlarla sarılı olduğunu sanan, içiyle barışık olmayan, duygusuz ve soğuk olan…
Elbette duygularımızın bir eğitimi var; bir açılımı, bir gülmesi, bir haz alması. Bu bağlamda kendimizi, duygularımızı neden tanımayalım? Korku, depresyon ve öfke gibi ruh hallerimizi yönetme becerisine neden sahip olmayalım? Empati ile başkalarının duygularını anlamaya neden çalışmayalım? Sosyal ilişkilerimizi azamiye neden çıkarmayalım? Ve işin püf noktası, bütün bu eksiklerimizi neden bilme zahmetine katlanmayalım?
Duygularımızı tanımak için de yeterince yeteneklerimiz var, gücümüz ve fırsatımız. Kendi duygularımızı tanıyabiliriz mesela. Kendimizi başkalarına açmak için duygularımızı açıklayabiliriz mesela. Şirretliklerinden kurtulmamız için duygularımızı kontrol edebiliriz ve muhataplarımızı daha iyi tanıyabilmek için de kendimizi başkalarının yerine koyabilme olan empati kurabiliriz mesela. Bütün bunların kendilerine göre yöntem ve yordamları var elbette.
Kış mevsimindeyiz. Yeryüzünü örten uçsuz bucaksız bembeyaz bir örtü, bizi ne denli duygulandırıyor acaba? Lapa lapa yağan karın altında, karları ayağımızın altında gıcırdata gıcırdata, büyük bir haz aldığımız halde, nefes almamacasına hiç yürüyebildik mi? Ya da hiç olmazsa pencereye kadar lütfedip kar taneciklerinin düşüşünün cezbesine tutulabildik mi? Böyle bir deneyim yapmışsak hayranlığımızla duygulanmamız artmış olmalı değil mi?
Çevremizde duygularımızın gıda alacağı o kadar çok şeyler var ki!