Ebu Cehil bizzat Allah'ın Resulü tarafından "bu ümmetin firavunu" olarak adlandırılmıştır.
Karakterinin iki belirgin özelliği vardır. Biri sınırsız bir kibir sahibi olması, öteki de hasetçiliği... Her iki nitelik de Müslümanlara sakınmaları gereken huylar arasında sayılır.
Aslında kibirle haset birbirini besleyen iki huy olarak belirlenebilir.
Kibir duygusu, reel bir karşılığı olmadan kişiyi olduğundan büyük gösterme yanılgısıdır. O, kendini herkesten ve her şeyden üstün görür. Sadece küçük dağları değil, büyük dağları da ben yarattım havasındadır. Erk ve güç elinde olduğu sürece zulümden kaçınmaz.
Hasetçiliğe gelince... Hasetçi, kıskançtan farklıdır. Kıskanç onda var, bende de olsun talebi içindedir. Hasetçi ise, bende yok, onda da olmasın tavrında...
Bu yüzdendir ki, Ebu Cehil, kendisine İslam'a girmesi teklif edildiğinde: "Eğer ben veya neslimden biri senden sonra peygamber olacaksa sana biat ederim, değilse asla!" cevabını vermiş, bu cevabının sonuçlarını da ölümüne kadar sürdürmüştür.
Ebu Cehil'de somutlaşan bu karakter, aslında insanoğlunun temel ıralarından biridir. Bu karakter ne Ebu Cehil'le başladı, ne de onunla bitti.
Günümüzde de aynı ırayı taşıyan insanlara her zaman her yerde rastlanıyor. Siyaset arenası insanların en çok göz önünde bulunduğu bir yer olduğundan orada yer alanlar haliyle daha çok göze çarpıyor.
Mesela: "Ben bağırırsam sesim Çin'den Hindistan'dan duyulur!" diye böbürlenen birinin durumunu nasıl yorumlamalıyız?
Aslında nefesi yetse bağıracak, fakat nefesinin yetmeyeceğini biliyor. Bilinçaltı reddetse de, bilinci, durumun fena halde farkında...
Ebu Cehil savaş meydanında yaralanmış, yerde yatıyor.
Vaktiyle kendisine zulmettiği, Kâbe'nin bulunduğu mekânda ağzı burnu dağılıncaya kadar meydan dayağı attırdığı sahabeden narin ve zayıf yapılı İbni Mesud'un oğlu Abdullah onun başucundadır. Ayağını Ebu Cehil'in göğsüne basar, sakalından tutar ve seslenir: "Heey, sen Ebu Cehil değil misin?" Ebu Cehil, hâlâ böbürlenmektedir: "Çok yüksek bir yere çıkmışsın ey koyun çobanı!"
Abdullah İbni Mesud: "Ey mel'un! Cehennemi boylamak üzeresin ama hâlâ böbürleniyorsun. Şimdi kafanı keseceğim senin! Hem de kendi kılıcınla!.."
Burada, Ebu Cehil kibir tarihine serlevha olacak cümlesini söyler: "Bari omzuma yakın yerden kes de başım heybetli görünsün!"
Kibrin ve zavallılığın son cümlesi budur...
Kibri, istiyor ki, bağırabilsin ve sesi erk elinde olduğu zamanlardaki gibi herkes tarafından işitilsin. Fakat zatında mündemiç bir değer taşımadığından sesinin işitilmeyeceğinin farkında. Gene de kuyruğu dik tutma savaşımında. Ve hasetçi yanı şöyle bağırıyor: "Ben Muhammed'e düşmandım, şimdi iki kere düşmanım!"
Ebu Cehil kompleksi taşıyanların değişmez ırası: rakibi, muhalifi, düşmanı, her ne ad verilirse verilsin karşısında gördüğü hasmı karşısında kendi acziyetini fark ettiği anda husumeti misliyle artar. Bu, onun kaçınılmaz paradoksudur. Husumeti arttıkça aczi çoğalır, aczi çoğaldıkça husumeti yükselir... İçi içini yer, fakat ne çare ki, artık elinde güç yoktur. Sıfırı tüketmiştir.
Yeni Şafak