11 Ocak 1960 tarihli medya günlüğü yine Menderes-İnönü kavgasında Bediüzzaman Said Nursi merkezliydi.
Hükümetin Bediüzzaman’ı Ankara’ya sokmama tedbiri nafileydi. CHP gardını almaya devam ediyordu.
Bediüzzaman ise, hükümeti ikaz etme gayretiyle, manevi paslarını silecek bir zemin ararken, siyasi ahval buna müsaade etmemişti.
İnönü, Menderes’in ithamları reddedip, saygı içinde Üstaddan uzak duruşunu hala hazmetmemiş olacak ki, tartışmayı Bursa’dan sonra Bilecik’te yaptığı konuşmasında da sürdürdü. 12 Ocak tarihli gazeteler yine Üstadla alakalı haberlerle DP’ye telaş vermeye devam ediyorlardı. İnönü yine Bediüzzaman’ı gündemine almıştı.
CHP’nin Bediüzzaman hakkında gerginlik yapan o günlerdeki konuşmalarına genç bir milletvekili olan Bülent Ecevit de katılmıştı. Ulus gazetesinden gelen CHP korosunun bu genci, büyüklerinden geri kalmıyordu. Bediüzzaman’ın “Siyasi maksatlar güttüğünü, dini siyasete alet ettiğini” söylüyordu. (1)
Ankara’nın bu “En kara” havası, manevi baskısıyla Anadolu’yu da tedirgin ediyordu. Halk rahatsızdı. Nur talebelerine baskı artmıştı. Her yerde baskınlar, mahkemeler ve tutuklamalar devam ediyordu.
CHP, gergin siyasetten vehim üretip, ortamın vahim olduğuna siyaseti inandırma gayretindeydi.
Bu arada Ankara’da, Bediüzzman’ın Tarihçe-i Hayat kitabını basan talebeleri Tahsin Tola, Mustafa Sungur ve Said Özdemir tutuklu olarak yargılanıyorlardı.
İnönü’nün iflah olmaz Said Nursi tahammülsüzlüğü, basın üzerinde yürüttüğü polemikler ve siyasi rakiplerini sıkıştırmak için kullandığı Bediüzzaman gündemi etkili olmuştu.
İnönü, ısrarla hükümetin irticaya taviz verdiğini vurguluyordu. Ortam gittikçe geriliyordu.
Bediüzzaman ise, mecburi ikamete tutulduğu Emirdağ’da gazetelere ve talebelerine mektup gönderiyordu.
Mektubunda, memurların dostane tavrına değiniyordu. Mecburi ikametin kaderi yorumunu yapıyordu. Hikmet yönüne dikkat çekerek, görüşmeye tahammülü olmayan şahsı için dostane bir teklif olduğunu düşünüyordu. Mecburi ikamet kararının hakkında bir inayet olduğunu belirtiyordu.
Seyahatlerinin katiyen siyaset dışı olduğunu beyan eder yazdığı mektubunda.
Risale-i Nur’un Kur’an’ın tam muvafık bir tefsiri olduğunu, küfr-ü mutlakı kırdığını, anarşistliğe ve tahribata set çektiğin izah eder.
Tahribatçı kuvvetleri, anarşiyi ve mutlak küfrü o günlerde görmezden gelenleri, geçen 50 yıl tekzip ederek, ülkenin bir numaralı problemi olan anarşizmin, terörün ne demek olduğunu maalesef acıyla öğretmiştir.
Bediüzzaman’ı durdurmaya, fiziki varlığını tecrit etmeye yeltenen dönemin çirkin siyasetini, bilhassa CHP’yi memnun edecek bir tablo bir türlü oluşmamış ve Bediüzzaman yine hizmetlerini neşir yoluyla yaymaya devam ediyordu.
Vefatının 50. yılında, dönen dolapların ve gerilen ortamların öğrettiği gerçek, şerrin ve hayrın kendi kulvarlarında devam ettiğidir.
Hizmet, sebat, muhakeme ve müspet hareketin meyvesini Bediüzzaman fazlasıyla aldı, vefatından sonra da tasarrufu devam etti.
Ya mezar-ı müteharrik bedbahtlar? Onların eseri ise tahrip, menfilik, istikrarsızlık ve kaos olarak hayatımızı etkilemeye çalışıyor.
Dipnot:
(1) Serdar Murat, Said Nursi ve Ankara Siyaseti