Edille-i şer’iye

Mehmet Ali KAYA

Delil “İnsanı gerçeğe ulaştıran vasıta, yol ve yöntem” anlamına gelir. Kelime anlamı “yol göstermek, gerçeği ortaya koymak ve aklı irşad etmek” anlmına gelmektedir. Şer’î deliller anlamına gelen “edile-i şer’iye” dini hükümlerin dayandığı kaynaklar anlamına gelmektedir. Usul-i Fıkıhta yani İslam Hukukunda şer’î delil “insanı amelî bir hükme götüren şey” diye tarif edilir.

İslam bilgileri delil olarak hem hükmün çıkarıldığı asıl kaynağı, hem de hükmü elde etmek için kullanılan genel prensipleri ve metotları “delil” olarak isimlendirmişlerdir. Bu deliller içinde “Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas” delillerini ise ittifakla kabul etmişlerdir. Bunlara “Edille-i Erbaa” demişlerdir.

İslam bilginleri delilleri “mantıkî kıyaslar, bilinmesi bir başka şeyin bilinmesini gerektiren hususlar, beş duyu ile anlaşılmayan şeyin aklen bilinmesini sağlayan şeylerdir. (Ta’rifat, 104) Yani bir hükmün ispat edilmesini ve ortaya çıkmasını sağlayan şeylerdir. Başta Gazali olmak üzere, Fahreddin-i Razi, Seyfeddin el-Âmidî, Taftazanî, Cürcânî gibi müteahhirin kelam uleması delillerin mantıkî kıyas şekillerinden birisine göre düzenlenmesi gerektiği konusunda birleşmişlerdir. Onlara göre aklî deliller beş duyuya dayanan delillerden daha sağlamdır. Bu düşüncelerini de Kur’ân-ı Kerime dayandırmışlardır.

Gazaliye göre Kur’ân-ı Kerimdeki bütün deliller öncüllerin tamamı belirlenmemiş mantıkî kıyaslar şeklindedir. Bunlar hem doğru hem de yanlış kıyas türlerine delildirler. Çünkü Kur’ân-ı Kerim az ve öz kelimler ile çok manaya işaret etme özelliği olan ilâhî ve mu’cizevî bir kitaptır. (Gazali, El-Kıstasu’l-Müstakim, s.14-57) Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Rabbin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et; onlarla en güzel delillerle mücadele et.” (Nahl, 16:125) ayetinde geçen “Hikmet” kelimesi bilginler için gerekli olan “Ta’lîlî Kıyasa”, “Güzel öğüt” kelimesi, avam için gerekli olan “Hatabî Kıyasa” ve “en güzel mücadele”nin de “Cedelî Kıyasa” işaret ettiğini ileri sürmüştür. (Gazali, El-Mustasfa, 6-7, 49)

Genellikle delillerin muhteviyatı evveyât, müşâhedât, mahsusât, mücerrebât, mütevâtirat, meşhûrât, makbûlât ve vehmiyyâ türünden yakînî ve zannî bilgilerdir. Zanniyyât ve vehmiyyâtı belirleyerek bunları kesin bilgilerden ayrımak için aklın temel ilkelerine müracaat etmek gerekir. (Gazalî, El-Mustasfa, 1:47-49) Aynı görüşleri daha sonra gelen Razi, Cürcâni ve Taftazanî gibi kelam alimleri de benimsemişlerdir.

Kelam bilginleri delili çeşitli yönlerden tasnif emişlerdir. Bunlardan bazıları;
1. Aklî Deliller: Mantıkçıların ortaya koyduğu ve öncülleri kesin bilgilerden oluşan delillerdir. Bunlara örnek olarak “Burhan” “Meşhurat” “Müsellemât” gibi isimler verilir. Aklî deliller dinde herhangi bir hüküm va’zedemezler. Ancak nakil ile sabit olan delillerin daha iyi anlaşılmasına, aklın kabul etmesine, daha iyi anlaşılmasına, doğruluğunun ispat edilmesine ve gerektiğinde deliller arasında mukayese ve tercih yapılmasına katkı sağlarlar.
 
2. Naklî Deliller: Öncülleri nakle yani, ayet ve hadislere dayanan delillerdir. Bunlar işitmeye bağlı olduğu için “Sem’î Deliller” veya “Lafzî Deliller” de denir. Bilgiyi ve haberi nakledenin doğru söyleyip söylemediği ve sözünün doğru olup olmadığı da yine aklî deliller ile sabit olacağından bunlara “Naklî ve Aklî Delil” demeyi daha uygun görenler de vardır.

Kelam bilginleri itikadî hükümlere ilişkin delilleri Kur’ân-ı Kerim, Hadis-i Şerifler ve İcma-i Ümmet olarak üç temel grupta toplamışlardır. Mütavatir hadisler yanında ahad rivayet ile gelen hadisleri de Kur’ân-ı Kerime aykırı olmamak ve sağlam kaynaklardan gelmiş olmakla delil olarak kabul edilmesinde ittifak etmişlerdir. Kelam ilminde kıyasın yeri yoktur ve akaide ait hususların belirlenmesinde yegâne kaynak naklî delillerdir.

Deliller ortaya koydukları sonuçları itibarıyle de ikiye ayrılırlar:
1. Kat’î Delil: İspat ettiği konuya ilişken farklı ihtimalleri ortadan kaldıran delildir. Bunlara “Yakînî Delil” de denir. Bütün öncülleri Yakîniyat ve Zaruriyettır. Böyle bir delile “Burhan” denir. Bir naklî delilin kesin olabilmesi için hem lafzı, hem de manaya delaleti kat’î ve kesin olması, bir başka manaya ihtimalinin olmaması gerekir. Mütevatir hadisler de manaya delaleti açık ise, buna dayanan her naklî delil de kesinlik kazanır.

2. Zannî Delil: İspat etmeyi amaçladığı konuya ilişkin karşı ihtimalleri tamamen ortadan kaldırmayan ve bir başka manaya delalet ihtimali olan delillerdir. Bu nevi delillere de “İltizâmî” ve “İknâî Delil” adı verilir. Kelam bilginlerine göre öncülleri yakîniyat ve zaruriyat olmayan cedel, hatabe nevinden oluşan aklî delillerin tamamı zannî-aklî delil grubuna girerler. Yine İslam bilginlerine göre manaya delaleti açık olmayan ayetler ile tevatür derecesinin altındaki bütün hadisleri zanni delil olarak kabul etmişlerdir. Ancak Kur’ân-ı Kerimdeki bir ayeti açıklayan ve delili ayette bulunan hadisleri delil olarak kabul etmişler ve delaleti zanni olan ayetlerin açıklanması için istifade etmişlerdir. Zanni delilleri güçlendirmek için aklî ve ilmî delillerden istifade etmişler ve nassların doğruluğunu bu şekilde ispata çalışmışlardır.

Yine İslam bilginlerine göre “Naklî delil ile aklî delil çelişirse akıl esas alınır ve nakil tevil olunur.” (Muhakemat, 2006, s.29) Tabii ki bu akıl yanlışlardan korunan salim akıl olması gerekir. Zaten te’vil ve tefsir akl-ı selime, kesinliği ve doğruluğu ispatlanmış olan ilme göre yapılır. Hem naklî delil aklî delilin önüne geçerse o zaman naklin doğruluğunu ispatlama imkânsız olur.

Kur’ân-ı Kerim’in muhatapları genel olarak ekseriyeti teşkil eden avam tabakası olduğu için mu’cizevî olan uslubu çok sehl olup içinde aklî delilleri de barındıran geniş kapsamlı bir muhtevaya sahiptir. Herkesin anlayabileceği tabii mantık üslubuna göredir. Aklî deliller de yanılgıdan kendisini kurtaramaz. Bu sebeple aklî delillerin doğruluğunu ortaya koyacak olan ölçüye ihtiyaç vardır ki bu da mutlak ve ilâhî hakikatleri ihtiva eden şer’î delillerdir. Kesin olan deliller birbiri ile çelişmezler. Çelişki kâinattaki nizama aykırıdır. Bud durumda Kur’ânın delillerine aykırı bir aklî delilin dayandığı ilke açık değildir, naklî delil ise sahih değildir. Dolayısıyle aklî delille ile naklî deliller arasında bir çelişki sözkonusu değildir. (İbn-i Teymiye, Delil-i Teâruzu’l-Akl ve’n-Nakl, 1:198-200)

İslam Hukuk dalı olan “Fıkıh” ilmine göre ise, ahkâma merci olan şer’î deliller icma ve ittifakla  “Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas”dır. Bunların dışında “Örf” “Maslahat” “Istıslah” “Istıshab”  ve “Seddüz’-Zerâî” gibi talî deliller de vardır. Kıyas ve diğer deliller ilk üç delilden istinbat yolu ile hüküm çıkarmaya yardımcı olmak içindir.

Sonuç olarak deliller kelam ve itikadî meselelere, fıkıh ve muamelata, ahlak ve maneviyata ve sosyal hayata bakan yönleri ile farklılık arzeder. Her delil her yerde geçerli olmayabilir. Bu hususlar erbabınca ve ehlince bilinir ve ihtisas sahipleri tarafından pertikte uygulanarak adil ve doğru sonuçları ortaya konur. Anlaşılması için de izah edilerek avam ve toplum tarafından kabul edilirler. 

malikaya@risalehaber.com

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.