‘Edipler Edepli Olmalı’

Şahin DOĞAN

“…ifade etmeliyim ki şahsen ve bizzat milli iradenin daima isabetli kararlar verdiği, hiç yanılmadığı ve her davranışında bir hikmet aranması gerektiği yolundaki şehir efsanelerinin aslı bulunmamaktadır. Milli iradenin de ara sıra canı sıkılabilir, esneyebilir; önemli şeyleri unutabilir veya canı şaka yapmak çekebilir. Şekil A'da da açıkça görünüyor zaten!”

Bu ifadeler nüktedan, zeki ve evvel zaman içinde yazılarından hayli istifade ettiğim ve edebi kudreti için hala kendisine medyunu şükran olduğum, zamanında merhum Cemil Meriç’le mülakat yapma bahtiyarlığına nail olmuş kıymetli bir yazarımızın seçim sonrası dikkate değer buluşları. Yoksa hezeyanları mı demeliydim! Tarafgirlik marazı gözü nasıl kör ediyor, dostu nasıl düşman gösteriyor, hakkı nasıl batılla iltibas ediyor ibretle ve hayretle izliyoruz. Ne hazindir! bir zamanlar milli iradenin tercihi hakkında dasitani cümleler sarf eden hazret şimdilerde sırrına akıl erdirmekte zorlandığımız bir tutumla aynı iradeyi “şehir efsanesi” diyerek hiçe sayabiliyor. Geçelim.

“…Böyle bir şey nasıl olabilir? Bu ülkede seksen yıldır yaşıyorum. Biliyor musunuz, son yıllarda bu soruyu sıklıkla sorduğumun yeni farkına vardım. Dahası, bu ülkenin dürüst, vicdanlı, sağduyulu insanlarının da bu soruyu, benim gibi durmadan tekrarladığını da!.. Ne oldu bizim insanımıza? Birey olmanın yerine bencilliğin, ahlakın yerine kaba menfaatperestliğin, dürüstlüğün yerine aldatmacanın hâkim olduğu ve İslam'ın kamusal alanda görünür olmaya irca edilmiş bir formaliteye dönüştüğü bir Türkiye? ‘Böyle bir şey olabilir mi?' Böyle değildi bizim insanımız. Anlamaya çalışıyorum: Nâzım'ın Kuva-yı Milliye Destanı'ndaki ‘Başlangıç' bölümünde ‘korkak, cesur, cahil, hakîm ve çocuk' dediği halkımız, nasıl oldu da korkaklığına yenildi? Nasıl oldu da hakîm ve bilgelikle cilalanmış bir ayna olan kalbini, kirli ve lekeli cehalete teslim etti? ‘Böyle bir şey olabilir mi?' Oldu bile! Onları, halkımızı iğvalar, aldatmacalar ve yalanlarla bu hâle getirenler utansın!”

Bu satırlar kendisi gibi düşünmeyen milyonlarca insanın bir kelimeyle “cahil” olduğunu pervasızca söyleyebilen bazı şiirlerine meftun olduğum “meşhur” bir şairimizin seçim sonrası sözleri. İnsanın “güvendiği dağlara kar yağması” böyle bir şey olsa gerek. Ortaya çıkan tabloyu karamsarlığa yormaya hakkınız var ama içinizdeki bu karamsarlığı bütün topluma teşmil etme hakkınız yok. Bu hakkı kendinizde görmek birincisinden daha korkunç bir hak ihlalidir. Şimdi okuyacağınız satırlar ise ondan daha meşhur, kelimelerin serdarı “kült” bir romancımızın şahane tespitleri:

“…Yırtıcıları gören bir zebra sürüsünün delice bir korkuya kapılarak asıl büyük tuzağa doğru koşmasının “mantıkla” ilgisi yoktur, korkuyla bir ilgisi vardır. Korkuya kapılırlar, hep birlikte koşmaya başlarlar, nereye koştuklarını bile bilmeden kendilerini bekleyen canavarlara doğru dörtnala giderler… Sürekli korkuyorlar, her şeyden korkuyorlar, büyük bir şiddetin içinde sinir krizine tutuldu toplum.”

Bu ifadelerin her kelimesine sinmiş olan öfkeli ruh halinden de anlaşıldığı gibi sinir krizine tutulan toplum değil, seçim sonuçlarını bir türlü içine sindiremeyen kendileri. Yani aslında korkuya kapılan toplum değil kendileri ama kendilerini toplumun beyin takımı olarak gördükleri için onlar adına konuşma hakkını rahatlıkla görebiliyorlar kendilerinde. Fakat şu bir gerçek onlar toplumun kendisi değil toplum içinde birer azınlık elit sadece. Ve önceki sevimli imtiyaz mazide kaldı.

Sanatçıların duygusal olduğunu, onlarda akıldan çok hislerin ziyade inkişaf ettiğini biliyorum. Sanatkarlık güzel şey ama hiç kimseye kendi insanını küçümseme hakkı vermez, adına sanat denilen dünyanın en masum meşguliyeti bile bunu mazur göstermez. Milli iradeye, demokrasiye, hürriyete herkesten evvel sanatkarların saygı duyması gerekir. “Edipler edepli olmalı” diyor Bediüzzaman merhum. Bilhassa milli irade karşısında. Maalesef bazı zaman sanat denen o büyülü şey içerdeki kin ve nefreti örtmek için bir kalkan, bir kılıf, bir bahane olabiliyor. Demokrasi kendi ön kabullerine göre cereyan ederse iyidir, tersi olursa kötüdür diyebilen ve böyle inanabilen bir anlayış bizce yeryüzünün en tehlikeli anlayışıdır. Durduğu yerin dağ gibi yanlışlarını görmezlikten gelmek ve fakat kendince karşıt telakki ettiği cenahın habbe gibi yanlışlarını kubbe gibi görmek. Bu nasıl bir garabettir! Halk denilen o büyük kitle, korkusuna yenilmiş, bazıları tarafından “kirli ve lekeli cehalete teslim” edilmiş güya. Ne zaman bu toprakların çocukları asil bir edayla kendi kaderlerini tayin hakkını elde etmişlerse üstten bakan bazı sanatçı/aydın tabakası aynı anlayışsızlıkla suçlamış onu. Zat-ı alileri seksen yıldır bu topraklarda yaşıyor ama hala bu toprakların suyuna, köklerine, kültürüne, adetine alışabilmiş, sindirebilmiş değiller. Bu izahı zor bir hazımsızlık meselesi. “Ülkesiyle göbek bağını kesmiş bir intelijansiya’nın” mağrur bakışı bu. Bu ülkede olup bitenlere değil asıl aydın ve sanatçı geçinen insanlardaki bu istihfafa, tekebbüre şaşırmak gerekiyor. Milyonlarca insanın kendi özgür iradeleriyle yapmış olduğu bir tercihi “lekeli bir cehalet” olarak tesmiye etmek, sahi böyle bir şey nasıl olabilir? Asıl sorulması gereken soru bu.

 

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.