Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam bir mekana, bir zamana, bir gönle, bir akla teşrif buyururlarsa ne olur?
Bu sualin cevabını aramak için evvela geçmişe bakalım. Mesela Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam dünyaya teşrif ettiğinde ne olmuş? Dünyanın başına ne gelmiş?
Eğer O (asm) dünyaya teşrif ettiğinde dünyaya neler olduğuna bakarsak belki az çok şu sualin cevabını kovalayabiliriz: “Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam benim hayatıma teşrif eder ise, ben kendimi O’na açabilirsem bana ne olur?”
Cahiliyenin karanlık ahvalini tasvir etmeye hacet yok zira hepimiz az çok biliyoruz. Efendimiz Aleyhissaltü Vesselam dünyaya teşrif ederken doğu ve batıyı tutan bir nur ve “ihrasat” tabir edilen hadiseler de malumumuz. Hatta O (asm) dünyaya teşrifinden çok evvel Hz. İsa (as) başta olmak üzere maneviyata açık çok insanların ve hatta hatiflerin de O’nun gelişini müjdelediğini biliyoruz. Risale-i Nur Külliyatından Mektubat mecmuasının kerametli 19. Mektubu bütün bunları fevkalade bir tarz ile gözümüze gösterir tarzda anlatıyor.
Şimdi kritik soru budur: “benim hayatımda Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam’ın yeri nedir? Hayatıma teşrif etmiş midir? Ben O’na kendimi açabilmiş miyim?”
Evet ağır bir soru. Ciddi bir tetkik istiyor.
Kendimi Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam’a açıp açmadığımı ne ile ölçebilirim? Bu sualin cevabı sünnete uygun yaşamakta gizli olmalı.
Hamd olsun namazlarımın sünnetlerini kılıyorum tabi farzlarını da, ve yemeğe tuz ile başlıyorum peki kalb kırmamayı başarabiliyor muyum? İnsanlara şefkat ve merhamet edebiliyor muyum? Mümin kardeşlerim ile bir binanın tuğlaları sıkılığında durup aramıza dessas şeytanlar sızmasına mani olabiliyor muyum? Kafirlere karşı şiddetli müminlere karşı son derece şefkatli davranabiliyor muyum? Ana baba haklarını, evlat ve eş haklarını komşu ve akraba haklarını gözetebiliyor muyum?
Bu sualleri çoğaltabiliriz ve samimi cevaplarımıza göre kendimize tekrar sorabiliriz: “Kainatın sebeb-i vücudu olan Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam hayatıma ne kadar teşrif etmiş?”
Yazıktır ki biz bu sorgulamayı hep başkaları için yapar dururuz da sıra bir türlü bize gelmez. Ahirette ise tek bir sorgulamanın muhatabı olacağız o da kendi yapıp ettiklerimizin sorgusudur. Gözümüz hep dışarıda ve daha göz önünde olanlardadır ve “Bu mümin ne kadar sünnete uyuyor” der dururuz da “ben Efendimiz Aleyhissalatü Vesselama, ki o dost ve düşmanın tasvibi ile dünyanın en mükemmel insanıdır, ne kadar uyabiliyorum” sualine sıra gelmez bir türlü. O kadar çok hesaba çekmemiz gereken insan vardır ki kendimizi unutuveririz. Herkesi sınar eleklerden geçiririz de kendimiz hiçbir sınamaya ihtiyacı olmayan en mükemmel kişiymişçesine hiçbir sorguya tabi tutmayız.
Elbette bu halimiz ile sorgu ile karşılaşmaktan Allah’a sığınıyoruz. Hesaba çekilmeden evvel bir hesaba çekmeliyiz kendimizi ki iyileştirme çalışmalarımız başlasın. Islah faaliyeti son nefese kadar sürsün, ilim ile tekamüle kapı açılsın.
Nefsin öyle garip tuzakları vardır ki kendimizi sorgularken bile öyle kriterler koyar ki önümüze o kriterlere göre biz hep birinci çıkarız. Peki hak mıdır o kriterler ile kendimizi sorgulamamız yoksa hiç de hatırımıza gelmeyen, nefsin de kasten tegafül ettiği bazı başka kriterlere göre mi kendimizi sınamamız gerekir?
Mesela; kendimize bir çetele yapmışızdır da her gün ayet hadis tefsir gibi çok okumalar yaparız. Çetelemize çentik atmak bizi öyle tatmin eder ki hasta bir akrabamıza bir “nasılsın” dememeyi hoş görüveririz. Kendimizi affederiz bu hatadan ötürü zira çeteleyi dolduruyoruzdur. Bize el açıp yalvaran bir muhtacı geri çevirmek hiç sızlatmaz vicdanımızı. Hani çeteleye çentik attık ya artık dünya yıkılsa önemi yoktur. Kardeşimizin gönlünü burkan bir bakış fırlatıvermek çok da mühim değildir. Kendisini nereye dayayacağını bilemediği koca bir kaya hükmündeki kelimelerimize muhatap etmiş olmaktan pişmanlık duymayız çok zaman.
Evet sualler çetin cevapları hakkaniyet ölçüleri içinde vermek müşküldür.
Elbette sünnet-i seniyyenin her meselesine tam ittiba ancak ehass-ı havassa mahsustur ve biz güç yetiremeyiz fakat gücümüz yeteceği halde ve biz gayet derecede muhtaç olduğumuz halde uymadıklarımızdan mesulüz. Öfkemize aklı hakim kılmak, muhabbetimizi şefkatle desteklemek hem bizim hem başta aile efradımız olmak üzere içinde yaşadığımız toplumun ihtiyacıdır.
Daim sünnete ittibanın şevki ve arayışı ile kalabilmek temennisi ile…