Hazırlayan: Ali Demirel
Hastalıkla inleyen Hz. Hatice’nin hali yürek yakıyordu. Belli ki bu iniltilerin altında ayrılık çığlıkları seziliyordu.
Mekke’nin en zengin kadınıyken bugün Hz. Hatice, açlık ve sıkıntı içinde iki büklüm, sürgün hayatının şartlarıyla boğuşarak gidiyor, geride kalanlara el sallıyordu.
Peygamber Efendimiz’in amcası Ebû Tâlib’in vefatı üzerinden henüz üç gün geçmişti. Onun yokluğunu fırsat bilen Kureyş, artık daha acımasızca yüklenecek ve Allah Resûlû, bu yüklenmelerde kendini himaye eden büyük bir destekten de yoksun olacaktı.
Beri tarafta, bir diğer destekçi Hz. Hatice de hastalıktan kıvranıyordu. Son yolculuk öncesinde Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), ateşler içinde kıvranan biricik eşini, hayat arkadaşını ziyaret için yola koyuldu.
Zaten çok üzüntülüydü; en büyük destekçi ve hâmisi, amcası Ebû Tâlib’in imanına şahit olamadan, dünyadaki sıcaklığına mukabil ebedî huzuru kazanma yoluna girdiğini ifade edecek bir kelime duyamadan onu toprağa vermenin hüznü içindeydi. Zira inanması için çok uğraş vermişti ama bir türlü tasdik ifade eden cümleyi duyamamıştı Ebû Tâlib’in ağzından.
Karanlığın koyulaştığı en zifiri demlerdi. Hasta yatağında bıraktığı zevcesinin durumunu merak ediyordu ve çadırına yöneldi telaşla… Ebû Tâlib gibi bir dayanaktan mahrumiyet yanında, can dostu ve en sadık yârânından da mahrum kalmak vardı işin ucunda…
HZ. HATİCE HÜZÜN DOLUYDU
Yaklaştı ve çadırın perdesini araladı yavaşça..! Hastalıkla inleyen Hz. Hatice’nin hali yürek yakıyordu: Belli ki bu iniltilerin altında ayrılık çığlıkları seziliyordu. Mekke’nin en zengin kadınıyken bugün Hatice, açlık ve sıkıntı içinde iki büklüm, sürgün hayatının şartlarıyla boğuşarak gidiyor, geride kalanlara el sallıyordu.
Derinleşmiş hüznünde, Allah Resûlü’nü yalnız bırakacak olmanın endişeleri gizliydi. Gidiyordu ama akıl ve gönlü, bir himayesiz kalan Efendisinde bir de geride kalan Sultanlar Sultanı ve Rabb-i Rahîm’ine emanet ettiği yetimlerinde kalmıştı.
Yüzünde, gidişi öncesinde tatlı bir tebessüm belirdi; belli ki artık, Cibril’in müjdesini getirdiği cennet yamaçları açılmıştı gözlerine… Ancak bu tatlı tebessüm bile, çadırın kapısında şefkat ve merhamet yüklü bulutlar gibi kendisini gözleyen Efendisini görünce, acılaşmış ve derin bir hüzün şekline dönüşmüştü. Her ikisi de, bir diğerinin halini düşünerek hüzün yaşıyordu.
SIKINTILI BİR HAYAT YAŞADIN!
Şefkat ve merhamet Sultanı’nı derinden yaralayacak bir manzaraydı bu..! Hıçkırıklar düğümlendi defalarca boğazında..! Bir minnet duygusuyla yanına yaklaştı Allah Resûlü ve ifadede kelimelerin kısır kaldığı mânâ yüklü şu cümleleri sıralamaya başladı, titreyen dudaklarından tane tane:
- “Benden dolayı, ey Hatice!” diyordu. “Sen de, bu sıkıntılara katlanmak zorunda kaldın ve kametine göre bir hayattan mahrum yaşadın. Ancak unutma ki Allah, her sıkıntı ve zorluğun arkasından, mutlaka pek çok hayır murad etmiştir…”
Ve Ebû Tâlib’den sonra ikinci önemli dayanak da artık yaşamıyordu. Hicretten üç yıl önce bir kutlu gecede, yaşlarındayken dünya ve dünyadaki bütün sıkıntılara veda ederek, içinde ne bir gürültü ne de bir yorgunluk olan incilerle örülmüş ebedî mekânına intikal etmişti Hz. Hatice (radıyallahu anhâ).
Böylelikle o, Hirâ’da doğan güneşin ardından bir Kadir Gecesi başladığı yeni hayatını, yine bir Kadir Gecesi’nde noktalamış oluyordu. Mezarına inip ebedî yurdun ilk kapısı olan Hacûn Kabristanı’ndaki mekânına onu, bizzat Allah Resûlü yerleştirecek, yine toprakla üzerini de O kapatıp tesviye edecekti. (Bekir Burak, Hz. Hatice kitabından, s. 102)
Her yönüyle bir ilk olmayı temsil ediyordu ya, dünya ve dünyalılara veda edip el sallarken de bu konumunu koruyacak ve ebedi âleme hicret yaşayacaktı.
Bugün