Terör Türkiye’nin canını yakmaya devam ediyor.
Masum gençlerin kanından siyasi rant devşirmeye çalışanlar, hem siyasetin ve sosyolojinin kanunlarına hem de kendi ayaklarına kurşun sıktıklarının farkında değiller.
Çünkü siyasi bir netice elde etmenin yolu öldürmekten geçmiyor.
Bilinmelidir ki, akan her kandamlası, yüz binlerce vicdanda oluşacak ve tamiri mümkün olmayacak bir kin ve nefretin tetikleyicisidir.
Kainattaki fıtrat kanunlarına muvafık hareket etmeyen hiçbir sosyal cereyan neticeye ulaşamaz. Fıtratın dili tearüf, teavün ve barıştır. İstikrarlı ve devamlı bir barış ani, keskin ve sarsıcı yollardan geçmez. Bu yol tedrici bir süreçtir.
Allah’ın kâinattaki faaliyetleri tedricen tekâmül kanunu üzerine işler. Hiç kimse kendine bu kanunun dışında bir yol açamaz.
Bu kanunun sosyal hayata izdüşümü ise sabır ve olgunluktur. Otuz senedir can yakan terör ancak sabır, gayret ve olgunluk silahı ile ortadan kaldırılabilir. Gündelik siyasi ve askeri tedbirler bahsimiz haricidir.
Tedrici sosyal tekâmülümüzün temel parametresi hiç şüphesiz eğitimdir. Eğitimli bireyler ve bu bireylerden müteşekkil toplumlar terör yerine ilim ve sanat konuşurlar.
Nurculuk hareketi böyle bir medeniyet toplumunu inşa eden eğitim işçilerinden oluşmaktadır.
Türkiye’de din dışı bir ulus devlet inşa etmeye çalışan mazinin elit yönetici sınıfı, bu anlamda bir eğitime bütün kapıları kapattı. Böyle bir tutum bugünkü içler acısı halimizi netice verdi.
1920’de bu durumu keşfeden Bediüzzaman Kürtlerin medeniyetin ana damarı olan ilim (fünun) ve eğitimden (maarif-i cedide) nefret ettirildiklerini dile getirir. Bediüzzaman bu nefretin sebeplerini dört ana başlık altında toplar:
1-Görünüşte yabancılardan gelmesi
2-Kendi içinde çatışmacı ve uzlaşmaz bir üslup taşıması
3-Medrese modeline aykırı olması
4-Mektep ehlinin İslamiyeti zahiri ve taklidi olarak bilmesi ve itikadî anlamda şüpheci bir çıkmaza saplanması. (Eski Said Eserleri, 27)
Bediüzzaman’ın bu duruma karşı çözüm önerisi ise şöyledir: “Aşiret, alaylılık ve askerlik bab-ı alisi ile mekatip ve maarifi içlerine idhal ve maden-i saadetleri olan medaris-i münderiseyi (izi kalmamış medreseler) ihya ile ulum-i diniye ile beraber fünun-u lazıme-i medeniyeyi Kürt uleması tedris etmektir. (Age, 27)
Bediüzzaman “Aşiret, alaylılık ve askerlik bab-ı ali” gibi siyasi nüfuz ve maddi güç unsurlarının politik uygulamalarda rol alması gerektiğini ifade eder. Aşiretten kasıt bölgenin toplumsal tabanıdır. “Alaylık ve askerlik bab-ı âlisi” ile de Bediüzzaman bürokrasiyi kastediyor olmalıdır. Kısaca devlet ve halk politik seferberliği beraber yürütecek. Yani Bediüzzaman tabandan gücünü alan bir eğitim modeli önerir ve bu modelin en önemli öncüsü olarak da “ulema”yı görür. Bu ulema “medrese, tekke ve mektep”i barıştıran modern dönemlerin Müslüman ulemasıdır.
31 Mart Vak’ası sonrası kurulan sıkıyönetim mahkemesine çıkarılan Bediüzzaman burada yaptığı müdafaasında da Doğu ve Güneydoğu coğrafyasının eğitimi ile ilgili şu dikkat çekici yorumu yapar: “Ben vilayat-ı şarkiye’de aşiretlerin hal-i perişaniyetini görüyordum. Anladım ki, dünyevi bir saadetimiz, bir cihetle fünun-u cedide-i medeniye ile olacak. O fünunun da gayr-ı müteaffin (bozulmamış) bir mecraı ulema ve bir menbaı da medreseler olmak lazımdır; ta ulema-i din, fünun ile ünsiyet peyda etsin. Zira o vilayatta nimbedevi vatandaşların zimam-ı ihtiyarı (tercih hakkı) ulema elindedir.” (Divan-ı Harb-i Örfi, 29)
Her toplumda olduğu gibi Kürt toplumunda da sosyal yapı belli katmanlardan oluşur: Mirler (beyler), ağalar, eşraf, şeyhler ve melalar (mollalar).
Bu realiteyi göz önünde bulunduran Bediüzzaman eğitimle alakalı açılımların ağa, eşraf ve şeyh sınıfından ziyade “ulema” merkezli yürümesi gerektiğini ifade eder. Bediüzzaman’ın kastettiği ulemanın, içeriği ve mahiyeti doğru okunmalı ve bugüne dönüşümü sağlıklı gerçekleştirilmelidir.
Modernite ve küreselleştirme süreçleri bütün dünyada olduğu gibi Kürt toplumu üzerinde de yıkıcı bir etki gerçekleştirdi. Bölge halkı ciddi bir transformasyon yaşadı. Buna rağmen şeyh ve mela sınıfının etkinliği öteden beri mevcut olmaya devam etti. Şeyhlerin dini otorite ile birlikte siyasi etkinlikleri söz konusu iken “mela” doğrudan “aydın” tanımlamasına tekabül eder.
Bediüzzaman Eski Said döneminde mela (molla) ünvanını kullanmıştır. Bediüzzaman’ın mir, ağa, eşraf ve şeyh’den ziyade “ulema”yı öncelemesi dikkat çekicidir. Çünkü ‘mela’ tek başına bir bireydir ve ilmi temsil eder. Mela gücünü bir siyasi ve toplumsal merkezden ziyade kendisinden ve temsilcisi olduğu İslamiyet’ten alır.
Tarihi arka planında Mele Ahmed-i Hani ve İdris-i Bitlisi gibi binlerce kahramanın mevcut olduğu Müslüman Kürt halkının binyıllık irfanı, Türkiye’nin can yakıcı problemlerini çözmede yol gösterici bir rol oynayacaktır.
Kürt irfanı Said Nursi’nin Kur’an perspektifinde çizdiği cadde-i kübradır. Seksen yıldır bölgenin en güçlü sivil toplum hareketi olan Nurculuk, üst elitin çizdiği ruhsuz bir şema değil o coğrafyanın sesi ve nefesi ve o toprağın kalbinde fışkıran abı hayatıdır. Bu hareket, sıkıntının çözümünde başat bir rol oynayacaktır.