Çocuklara kendi inancınızı, dindarlık anlayış ve uygulamanızı dayatmayın, onlar kendi dindarlıklarını kendileri oluştursun şeklindeki sözler bazılarının hoşuna gitse de çok tutarsız ve problemli olduğu apaçık ortadadır.
Din eğitimi kavram ve uygulamasında eğitilen kişiye belli bir dinin telkini vardır, bunu kimse inkar edemez. Hiçbir inanmış din eğitimcisi, çocuğumu kendi haline bırakayım veya öyle eğiteyim ki, istediği dini seçsin demez. Bir müslümana göre İslam, çocuklarına telkin edeceği, onların benimsemeleri için elinden geleni yapacağı tek dinin adıdır.
Eğitimcilere göre din eğitimi dört yaşında başlar. Bilgili ve şuurlu bir Müslüman din eğitimcisi çocuğunu, dört yaşından itibaren İslam'a inanmak, onu özümsemek, hayat rehberi haline getirmek için -bu amacı gözden kaçırmadan- eğitir.
İslam'a iman etmek için -iman etmeden önce- akıl sonuna kadar kullanılır. Akıl ve irade yoluyla iman seçildikten sonra dinin, akla aykırı olmayan ama aklı aşan alanlarında hep iman devrede olur.
İslam eğitimcileri ve hukukçuları doğumdan olgunluğa kadar insanın hayat devrelerini temyiz öncesi, temyiz çağı, büluğ (ergenlik) ve rüşd (akli olgunluk) şeklinde ayırmışlardır. Büluğ (iman ve uygulama ile yükümlü olma çağı), kız ve erkek çocuklarda farklı olabilir ve 9 ila 15 yaşları arasında gerçekleşir. Bu yaşlara gelmiş çocukların ve ilk gençlik çağını yaşayanların daha önceden İslam'ı seçecek şekilde eğitilmiş olmaları gerekir. İşte bütün bu yaşlarda çocuğun, tam bir özgürlük içinde istediği dini seçmesine imkan tanımak söz konusu olamaz; böyle bir şey hiçbir dinde ve dindarların eğitiminde yoktur.
Önce telkin yoluyla İslam'a iman etmiş ve pratiğini yaşamaya koyulmuş olan insan, hayatının -herkese göre değişen- bir çağında imanını ve yaptıklarını sorgular, bu sorgulama sonunda yine imanda karar kılarsa taklîdî (telkin yoluyla) imanı, tahkiki (tefekkür, sorgulama, aklına yattığı için seçme yoluyla) imana dönüşür ve bu da dinde istenen bir iman şeklidir. Hatta bazı mezheplerde taklidî (büyüklerim böyle inandılar, böyle inan dediler ben de öyle inandım şeklindeki) imanın yeterli olmadığını savunmuşlardır.
Din eğitiminde özgürlükten söz edilecekse bunun, belli bir çerçeve içindeki özgürlük olacağının unutulmaması gerekiyor. Çocuklarımızı öyle eğiteceğiz ki, sonunda iman ve hayat tarzı olarak İslam'ı seçmeleri en büyük ihtimal olacak. Ama bu imanın ve hayat tarzının, meşruiyet ve sahihlik sınırlarının dışına çıkmadan bizimkinden farklı olabilmesine de imkan tanımak gerekir ve özgülük bundan ibaret olabilir.
Eğitim ile yükümlü olanlar baştan sona yapılması gerekenleri eksiksiz yaptıkları halde insan, İslam'ı ve islamî hayatı seçmezse bu onun sorumluluk alanına girer, ama bu takdirde Müslüman eğitimciye göre özgürlüğün kötüye kullanılmış olmasından söz edilir. Bu sonuç iman ehline göre övgüye değil, yergiye layık olur. Ayrıca Müslüman ailenin İslam'ı seçmemiş olan çocuğu ve akrabası ile ilişkilerinde önemli farklılıklar bulunur.
Yeni Şafak