İlk ve orta öğretimde, 17 milyon öğrenci yeni eğitime başladı. Eğitimde kalite ve nitelik konusunu, bu vesileyle ilkesel bazda analiz ihtiyacını duymalıyız.
Son yıllarda fırsat eşitliğini amaçlayan kamusal politikalar, çocukları yarış atına benzer konumdan önemli ölçüde çıkardı.
Eğitim yılında okunacak kitapları, okul açıldığı gün çocukların sırasına koymak, sosyal devlet için bir ekonomik güç ve hatta refah göstergesidir.
Öğrencinin, ısınmak için evinden okula tezek götürdüğü yıllardan, eğitim ihtiyaçlarının, kamu tarafından önceden karşılandığı günlere gelinmesi elbette olumlu bir kazanımdır.
Fakat eğitim yatırımları, sadece akıl-bilgi denkleminde değerlendirilemez. Eğitim sadece bir rasyonalite işi değildir.
Sadece aklıdan ibaret olmayan “insanda binler hissiyat var.” Üstelik insani duyguların hiçbirisine yaratılıştan “sınır konulma”dığından, beşeri ve sosyal ilişkilerde “zulüm ve tecavüzler vukua gelir.” Akıl ve kalbiyle bu tecavüzlerden kaçınması ve korunması gereken insan, ilim-irfan temelli bir kimlik terkibini kazanma ihtiyacındadır.
Bu izah ışığında Bediüzzaman’ın şu sözü, bir temel eğitim stratejisi olarak dikkate alınmak gerekiyor: “Ehl-i mektep ve felsefe anlıyorlar ki, hakiki münevverlik akıl ve kalp nurunun mezciyle kabildir.” Demek ki, kimliğin inşasında akıl ve kalbi birlikte eğitmek gerekiyor.
Akıl–kalp bütünlüğü bozulmuş çağımız insanı, kontrolsüz duyguların ürettiği bir kimlik ve amaç bunalımı yaşıyor.
Eğitimde akıl kadar kalbin de ilgi ve itibar gördüğü bir eğitim yapılanması sağlanamazsa, eğitim faaliyeti, konforlu bir iaşe ve ibate hizmetinden öteye gitmez.
Eğitim kurumlarında, şefkat ve merhamet yüklü bir ilgiye ve hatta bir bakışa, ruhen, kalben muhtaç milyonlarca çocuk ve genç var. Günümüz insanı, şefkat ve merhamete yabancılaşmanın mutsuzluğunu yaşıyor.
TV’lerin reyting kaygısıyla “temaşa” niyetiyle, meslek aşkı ve iştahıyla yayınladığı, sudan sebeplerle çıkmış sokak kavgalarına bakınız; taş-sopa ve silah demeden ölümcül darbelerle acımasızca vuruşan insanların nasıl vahşileşebildiğini dehşetle izliyorsunuz.
Eğitim, insandaki bu vahşet temayülünü medeni ve insani bir forma dönüştürmek için vardır. Bunu yapamayan eğitim kurumları, şefkat ve merhametten mahrum bilgi hamalı canavarlar yetiştiriyor demektir. Eğitimin amacı bu olamaz.
Ne var ki, dünyevileşme odaklı çağdaş akımlar, Bediüzzaman’ın ifadesiyle; kutsalı dışlayan, ahlaki zaaflarla malul inkarcı akımlar, “mukaddesat-ı ahlakiye ve kalbiye ve insaniyeyi bozduğundan, elbette ektikleri tohumlar hiçbir kayıt ve hürmet tanımayan anarşistlik mahsulünü verecek. Çünkü kalb-i insaniden hürmet ve merhamet çıksa, akıl ve zekavet, o insanları gayet dehşetli ve gaddar canavarlar hükmüne geçirir; daha siyasetle idare edilmez.”
Çağdaş uygarlığın, bir sapma olarak zuhur ve toplumları tehdit eden zaaflarına bu ifadelerde dikkat çekiliyor. Haz odaklı her türlü sefahate talip, uyuşturucuya müşteri ve teröre malzeme elemanlar bu çağdaş yaşam tarzının insanlığa hediyesidir. Çağdaş uygarlık, bu ayıbını örtmek için başta İslamiyet olmak üzere bütün kutsallara saldırı, iftira ve hakareti kendisine misyon edinmiştir.
Çağımız insanının fıtrat ve kimliğini tahribin sorumlusu, materyalizm ve çağdaşlık adına “mukaddesatı tahrip eden” bu cereyanlardır.
Eğitim sistemimiz, derslik, okul, öğretmen olarak sağladığı övünmeye değer maddi başarılarına rağmen, seküler–çağdaşlık taassubuyla kutsalı dışlamanın maddi ve manevi bedellerini, insana ve topluma ödetmeye hala devam ediyor.
Son yıllarda eğitim alanında sıkça duyar olduğumuz “değerler eğitimi” kavramı, insani boyutlu kimlik inşasının önemli vesilelerinden birisi olarak karşımıza çıktı.
Değer aşınmasının, maddi ve ahlaki yönden toplumsal dokuyu tehdit istidadı kazandığı bir dönemde, müspet bir çığır açmada “değerler eğitimi” adıyla iyi bir nokta yakalanmıştır. Fakat bu alanda yapılması gerekenlerin yeterince hakkını verdiğimiz henüz söylenemez.
Eksiklikleri gördüğüne inandığım sayın Milli Eğitim Bakanının, eğitimin sorunları için önce “öğretmen yetiştirme ihtiyacından” bahsetmesi önemli bir gerçeğe işaret ediyor.
İlk ve orta öğretimde değerler eğitimi alanında görev yapacak eğitimcilerin, formel diplomanın ötesinde vasıfları olmalıdır. “Öğretmen ihtiyacı” karşılanırken, seküler hayatın sığlık ve yüzeyselliğini aşmış, öğrenci ilişkilerinde liyakat ve kabiliyetini kanıtlamış, bilgi ve hal diline sahip nitelikli eğitimciler itina ile seçilmelidir.
Akıl-kalp bütünlüğüne sahip nesiller, “aklın nuru fünun-u medeniye, vicdanın ziyası ulum-u diniye” diyen bir öğretinin mantalite tezgahında yetişebilir. Devleti yöneten irade, bu ihtiyacı karşılayamadığının farkında olduğu kadar, karşılaması gerektiğinin de şiddetle ihtiyacını duymalıdır.