Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer'in Milliyet'te başlayan röportaj dizisinin ilk bölümünü okuyunca, bundan bir ay kadar önce size verdiğim bir söz aklıma geldi.
"Ömer Dinçer ve Kemalist rejimin arka bahçesi" başlıklı yazımda, Dinçer'in milli eğitimde ihtiyaç duyduğumuz paradigma değişikliğini gerçekleştirecek vizyona ve cesarete sahip olduğunu umduğumu yazmıştım. Ve ardından da, önümüzdeki günlerde, 2003 yılında Hüseyin Çelik'in Milli Eğitim Bakanı olduktan hemen sonra gündeme getirdiği bazı projeleri hatırlatacağımı söylemiştim.
Dinçer'in açıkladığı reformlarla ilgili görüşlerimi röportaj dizisi bittikten sonra yazacağım.
Bu yazımda söz verdiğim hatırlatmayı yapmak istiyorum.
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, göreve geldikten kısa bir süre sonra, çok ilginç bir projeyi gündeme getirmişti. Projenin ana fikri şuydu: Türkiye'de eğitimde müthiş bir kaynak israfı var. Bir yanda, Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinin yetersizliği nedeniyle, gerekli yatırımlar yapılamadığından bakımsız kalan ve aşırı dolu devlet okulları var; öte yanda da, trilyonlarca para akıtılarak kurulmuş ama yüzde 40-yüzde 50 doluluk oranlarıyla öğretim yapan özel okullar var. Yani bir tarafta öğrenci fazlası, bina, derslik, öğretmen açığı; öbür tarafta ise son derece iyi tefriş edilmiş boş sınıflar, boş bekleyen laboratuvarlar, dizi dizi sıralanmış bilgisayarlar, 15-20 kişilik sınıflara ders yapan maaşı zaten ödenmiş nitelikli öğretmenler...
İşte Milli Eğitim Bakanı bu çarpıklığın düzeltilmesinden hareket ediyordu. Türkiye'nin zaten kıt olan kaynaklarının daha etkin kullanılması için şöyle bir uygulama düşünülmüştü: Devlet, artan eğitim talebini karşılamak için kendisi yatırım yapacağına, özel sektörden hizmet satın alsın. Bu hem devlet için daha ucuz bir çözüm olur hem de özel sektör atıl kapasitesini kullanmış olur. Ayrıca bu yolla, devlet okullarındaki aşırı kalabalık sınıflar ve alt yapı yetersizlikleri nedeniyle özel okullardan daha düşük kaliteli eğitim alan birçok başarılı öğrenci de daha kaliteli eğitime kavuşur.
Bakanlık, projenin ayrıntılarını ortaya koyma fırsatı bile bulamadı. Ama akla yakın olan uygulama, özel okulların her yıl için boş kapasitelerini belirleyip özel fiyat teklifleriyle birlikte Bakanlık'a müracaat etmeleri; Bakanlık'ın da, kendi okullarında yaptığı değerlendirme sınavları sonucu belirlediği belli sayıda başarılı öğrenciyi bedelini kendi ödeyerek öğrencinin tercih ettiği özel okullarda okutmasıdır. Seçilen öğrenci, elbette ki o özel okulun diğer öğrencilerinde aradığı giriş koşullarını taşımak; bir giriş sınavı söz konusu ise o sınavı kazanmak zorunda olacaktır. Sonuçta, özel okullarda devletten aldığı bursla okuyan bir öğrenci kesimi çıkacaktır ortaya...
***
Aslında bu proje 1988 yılında Milton Friedman tarafından ortaya atılan "Eğitim Kuponları Yöntemi"ne oldukça benziyor.
Friedman'ın yönteminde, devlet her aileye bir öğrencinin yıllık ortalama eğitim masrafına eşit değerde bir kupon veriyor. Aileler bu kuponları tercih ettikleri okullara götürüyorlar. Bu okullar özel okul da olabiliyor, devlet okulu da... Okullar da bu kuponların bedelini devletten tahsil ediyor. Devletin verdiği kuponun değeri ile okulun ücreti arasında bir fark varsa bu farkı da aile ödüyor. Bu uygulamayla finansmanla hizmetin tedariki fonksiyonları birbirinden ayrılmış oluyor. Devlet fon sağlamaya devam ederken, hizmet ailelerin çocuklarını kaydettirmek istedikleri okullarca sağlanıyor. Yöntem esas olarak eğitimde çeşitliliğin ve seçme özgürlüğünün geliştirilmesi fikrine dayanıyor. Kupon sisteminde anne ve babalar, okullar hakkındaki görüşlerini çocuklarını bir okuldan alıp başka bir okula vererek ortaya koyabiliyorlar. Böylece hem kamu okulları arasında hem de özel okullar arasında ciddi bir rekabet söz konusu olabiliyor.
Bu sisteme yönelik lehte ve aleyhte pek çok tartışma var elbette ki. Fırsat olursa bu görüşleri de açmaya ve tartışmayı genişletmeye çalışacağım.
Ama öncelikle bu projenin özünü tartışmalıyız.
"Devletin okullardan elini çekmesi ve eğitimin sivilleşmesi" gibi bugünden yarına gerçekleşemeyecek bir hedefe giden yolda önemli bir aşama oluşturabilecek; eğitimde devletin rolünü ve etkinliğini azaltacak; bu alanı rekabete açacak ve dolayısıyla üretilen hizmetin kalitesinin artmasına yol açacak böyle bir projeye taraftar mıyız; değil miyiz?..
Bugün