Tevhid; birlemek, Allah'tan başka İlâh olmadığına inanmak, "Lâ ilahe illallah" sözünü tekrarlamaktır. Her yerde ve her şeyde Allah'tan başkasının tesir ve hâkimiyeti olmadığını anlamak, bilmek ve bilerek yaşamak demektir.
Vahdet de Allah’ın bir, tek ve yekta olduğunu ifade eder. Birlik, yalnızlık ve teklik manalarına geliyor; kesretin yani çokluğun zıddıdır. Beş parmak kesreti (çokluğu) ifade eder; bunların bir araya gelmesi ve vahdete ermeleriyle bir el ortaya çıkar; elde vahdet vardır. “Yüz trilyon hücre” kesreti ifade eder. Bunlar bir insan bedeninde birlikte görev yaptıklarında kesretten vahdete varılır.
"Tevhid ve vahdette Cemal-i İlahî ve Kemal-i Rabbanî tezahür eder. Eğer vahdet olmazsa o hazine-i ezeliye gizli kalır."
"Evet, hadsiz cemal ve kemalat-ı İlahiye ve nihayetsiz mehasin ve hüsn-ü Rabbanî ve hesapsız ihsanat ve baha-i Rahmani ve gayetsiz kemal-i cemal-i Samedanî ancak vahdet ayinesinde ve vahdet vasıtasıyla şecere-i hilkatin nihayatındaki cüz’iyatın simalarında temerküz eden cilve-i esmada görünür."(Şualar, 2. Şua)
Evet, bütün âlemi tevhid nazarıyla temaşa etmek, bütün mükevvenatı tek bir zata vermek ve O'nun tasarrufunda bilmek, şefkatten ve rikkatten gelen ızdıraları izale eder ve acıları dindirir. İnsan dehşete kapıldığı hâdiselerden ibret alır hatta huzur ve saadet duyar.
Zira her şeyin dizgini elinde, her şeyin hazinesi yanında olan Allah, bütün mahlûkatın ve hususan zîhayatın arkasında kocakâinatı tahşid eder, onların yardımlarına ve imdatlarına gönderir. O zahiren dehşetli ve vahşetli görünen hâdiseler ve kanunlar; Cenab-ı Hakk'ın tasarrufunda, o varlıklara ve zîhayatlara muin, mûnis ve şefkatli bir yardımcı mahiyetine girerler.
Sırr-ı vahdetle kâinatın kemalatı tahakkuk eder. Ve mevcudatın ulvî vazifeleri anlaşılır ve mahlûkatın netice-i hilkatleri takarrur eder. Ve masnuatın kıymetleri bilinir. Ve bu âlemdeki makasıd-ı ilahiye vücud bulur. Ve zîhayat ve zîşuurların hikmet-i hilkatleri ve sırr-ı icatları tezahür eder. Ve bu dehşetengiz tahavvülat içinde kahharane fırtınaların hiddetli ekşi simaları arkasında rahmetin ve hikmetin gülen güzel yüzleri görünür. Ve fena ve zevalde kaybolan mevcudatın neticeleri, hüviyetleri, mahiyetleri, ruhları ve tesbihatları gibi çok vücutları kendilerine bedel âlem-i şehadette bırakıp sonra gittikleri bilinir...
Bir tek Allah'a iman etmenin neticesi olan kâinatı kemalatlı, cemalli, hoş, güzel, birbiri ile kucaklaşan ve unsurlarıyla dayanışma içinde bulunan bir şefkat ve merhamet mekânı gözüyle görmek, insanı ferahlandırır.
Çünkü bu koca kâinatı topyekün; şefkati ve merhameti sonsuz olan Allah'ın tasarrufunda gördük mü; imanın kemalatı mahiyeti itibariyle mahlûkata da tezahür eder ve bir cihette sirayet eder. O zaman zahiren acımasız ve merhametsiz gibi görünen bütün hâdisat; şefkatli ve cemalli yüzünü gösterir.
Ferd ismi, Allah’ın birliğini ifade eder; eşi ve benzeri olmadığını ders verir. Vahid ve Ehad isimleri de Allah’ın birliğini ifade ederler. Ferd ismi; “Vâhid ve Ehad isimlerini tazammun eden bir ism-i âzam”dır.
Buna göre Ferd ismi, Vâhid ve Ehad isimlerinden daha şümullüdür.
Ferd ismi her iki mânâyı da ifade eder. Ferd ismi, “zâtında ve sıfatlarında şerikten, eşi ve benzeri olmaktan münezzeh olan yegâne zât” demektir.
Mahlûkat âleminde, Ferd isminin sonsuz delilleri ve nihayetsiz cilveleri mevcut. Kâinat sayısız yıldızlardan meydana gelmekle birlikte, tümü bir tek şeydir. Bu tek şeyin adına kâinat diyor ve bunda Ferd isminin bir cilvesini görüyoruz. Kâinatın bütün eczalarında, neticelerinde ve meyvelerinde de ferdiyeti görmek mümkün:
Bedende vazife gören bütün hücreler ve ruhta cevelân eden bütün latifeler, duygular bir vahdet teşkil etmekte ve bir tek ferd olarak ortaya çıkmaktadır. Böylece biz, tek bir varlık olan bir insanda da Ferd isminin bir cilvesini seyredebiliyoruz.
Keza, güneş sistemi bütün gezegenleriyle bir vahdet teşkil etmişler ve bir tek sistem olarak ortaya çıkmışlardır.
Her ağaç, dalları, yaprakları, çiçekleri ve meyveleriyle bir vahdet teşkil ederler ve bir ağaç olarak boy gösterirler. Misâller çoğaltılabilir.
Kendisine müstakil bir şahsiyet verilen her şey, Ferd isminin bir cilvesini taşır ve kendisinin bir tek şey olduğunu, ona ait sıfatların yahut onun hizmetine verilen varlıkların başka zâtlara isnad edilemeyeceğini haykırırlar ve Allah’ın ferdiyetini sonsuz dillerle ilân ederler.
Ehad ile ehadiyet, vahid ile vahideyet de aynı manaya gelmektedir.
Vâhid isminin mânası: Allah’ın bütün sıfatları sonsuzdur ve mutlaktır; bu sıfatlara sahip bir başka varlık düşünülemez.
Vâhid; benzeri olmayan; tecezziden, tekessürden beri ve pak olan Zât demektir.
Ehad isminin mânası: Allah vacib’ül-vücuddur, ezelî ve ebedîdir, bu sıfatlara sahip bir başka zat olamaz. Buna göre, Vâhid, Allah’ın sıfatlarında şeriki olmadığını, Ehad ise zatında şeriki olmadığını ifade eder.
İslâm âlimleri, Vahid ve Ehad isimleri arasındaki fark üzerinde çeşitli tefsirler yapmışlardır. Bu zâtların büyük ekseriyetine göre, Vahid, “kemal sıfatları bütün eşyayı ihata eden, kuşatan, eşi ve benzeri olmayan bölünmez ve parçalanmaz tek zât” mânâsına gelir.
Ehad ise, “bütün noksan sıfatlardan münezzeh olan yegâne zât” olarak ifade edilir. “Ehadiyetzâtın birliğidir, Vahidiyet ise sıfatta ortaklığı red içindir” denilir.
Allah, Vahiddir, birdir. Sıfatları bütün mahlûkatı kuşatmıştır. Nihayetsiz kudret, sonsuz ilim, mutlak irade ancak O Vahide mahsustur.
Allah, Ehaddir, birdir. Mümkin ve mahlûk olmayan, başlangıcı ve sonu bulunmayan yegâne zât O’dur. Mahlûkatın zâtlarındaki bütün noksanlıklardan, sıfatlarındaki bütün eksikliklerden, fiillerindeki bütün âcizliklerden mukaddes ve münezzeh olan ve onların hiçbirine benzemeyen yegâne bir, tek bir, benzersiz, eşsiz bir ancak O’dur.
Allah’ın isim ve sıfatlarının iki tarzda tecellisi vardır.
Birisi: Kâinatın umumunda küllî, azamet ve kibriya ile tecelli eden isim ve sıfatlara vahidiyet denir.
Vahdaniyet; birlik, infirad, benzeri olmamak, artmaktan, ayrılmaktan, eksilmekten beri ve münezzeh olmak gibi mânaları ifade eden, Allah'ın bir sıfatıdır.
Diğeri ise: Kâinatın bir cüz’ünde ve cüz’îsindekiküçük bir modeli ve hususî tecelliyattır. Buna da ehadiyet denilir.
“Vahidiyet ise, bütün o mevcudat birinindir ve birine bakar ve birinin icadıdır demektir. Ehadiyet ise her şeyde Hâlık-ı Külli Şey’in ekser esması tecelli ediyor demektir.” (Mektubat)
Vahidiyet ve Ehadiyet ikisi de Allah’ın birliğini ifade eder. Ancak Vahidiyet, Allah’ın umum kâinattaki birlik tecellisini, Ehadiyet ise kâinat içindeki her bir varlıkta görünen birlik tecellisini ifade eder. Meselâ küçük ayna parçalarından bin tanesini yan yana koyup büyük bir ayna meydana getirsek, güneşin bu aynalarda iki türlü görüntüsü olur. Biri, parçalardan oluşan aynanın bütününde görünen tek bir görüntü, diğeri ise o bin parçanın her birinde görünen ve güneşi olduğu gibi gösteren birlik görüntüleri. Fakat parçalardan oluşan aynanın çapı ihata edemeyeceğimiz kadar büyütülse, aynanın tümünde görünen görüntüyü biz de ihata edemeyiz ve o görüntü hakkında tam bir bilgiye sahip olamayız. Ancak aynayı oluşturan parçaların her birindeki görüntüyü rahatlıkla görebilir ve güneş hakkında bilgi edinebiliriz.
Kâinatın umumunda tecelli eden o isim ve sıfatlar, çok azametli ve muhit olmasından, okunması ve ihata edilmesi herkese müyesser olmuyor. Onun için Allah, o kâinatın umumundaki azametli ve muhit olan tecelli yazısını herkesin rahat ve kolaylıkla okuyabileceği bir seviyeye indiriyor.
Biri kâinatın bütününde, diğeri ise kâinatı meydana getiren her bir varlıkta görünen birlik tecellisidir. Kendisini tanımakla yükümlü kıldığı kulları O’nu bilmede ve tanımada güçlük çekmesinler diye vahidiyetle beraber ehadiyet tecellisini de bize göstermektedir.
Kâinat bir bütün olarak Allah’ın birliğini gösterdiği gibi, kâinatı meydana getiren her bir varlık da kâinatın bir misal-i müsağarı (küçük bir özeti)olmak cihetiyle O’nun birliğini bize göstermektedir.
Vahidiyet, bütün kâinatın birinin olması, bir elden çıkmasıdır. Cenab-ı Hakk’ın Vahidiyet ile tecellisi, umumidir. Ehadiyet ile tecellisi ise, hususidir. Meselâ, Cenab-ı Hak, ateşe yakıcılık özelliği vermiştir. Normal şartlarda, ateş yakar. Fakat eğer Cenab-ı Hak dilerse, bazı kulları için o kanunu iptal ediverir. Mesela, Hz. İbrahim ateşe atılmış, fakat ateş onu yakmamıştır.
Ehadiyet, Cenab-ı Hakk’ın her bir şeydeki birlik tecellisidir. Mahir bir sanatkârın yaptığı her bir eser, o sanatkârı gösterir. Eğer o sanatkâr herbir eserine kendine has taklid kabul etmez mühürler vurmuşsa, o eserler “Beni ancak falan sanatkâr yapabilir” diye ilan ederler. Yaratılmış her bir eserdeki hususi mühür, o yüce yaratıcının tek olduğunu bildirir.
Bu noktadan baktığımızda ehadiyet, “herbir şeyde Halık-ı külli şeyin ekser isimlerinin tecelli etmesidir.” Yani, küçük bir canlı bile, her şeyi yaratan Allah’ı ekser isimleriyle bildirir, tanıttırır.
Canlılar içerisinde insan, Ehadiyetin hususi mazharıdır. Çünkü her insan, kâinatın küçük bir misalidir. “Âlem büyük bir insan, insan küçük bir âlemdir.”İnsanlar içerisinde de Hz. Muhammed (asm) Ehadiyetin en has muhatabıdır. Zira hadis-i kudsinin ifadesiyle, bütün kâinat onun hürmetine yaratılmıştır.
Bu hakikate, şöyle bir temsil ile bakabiliriz; Mesela, büyük bir denizin üstüne, denizi ihata edecek kadar büyük harflerle kelime-i tevhid yazılsa, bu yazıyı okuyabilmek için, denizi kuş bakışı ihata edecek bir mevkie çıkmak lazımdır. Ama buna herkes tam güç yetiremeyeceği için, o yazıyı yazan zat, aynı mânayı ve şekli ifade eden o yazıyı denizin damlalarına da yazıyor. Böylece her nazar sahibi o denizin umumu üstündeki yazıyı damlalar vasıtası ile okuyor. Sonra o denizin üstündeki haşmetli yazıya intikal ediyor. Eğer damla olmasa, o yazıyı okuması mümkün değildir.
İşte, deniz kâinattır; o yazı ise Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellisidir. Damla ve üstündeki aynı yazı ise, kâinatın umumundaki o tecellilerin cüz’ündeki tecellisidir. Deniz, vahidiyeti; damla ise ehadiyeti temsil ediyor.
Bütün nebatat veya umum çiçekler, vahidiyeti, tek bir çiçek ise, ehadiyeti gösterir. Vahidiyet, azamet ve kibriyayı temsil eder; ehadiyet ise, cemal ve şefkati temsil eder. Ehadiyet parçada tecelli eden tevhid iken, vahidiyet bütünde tecelli eden tevhiddir.
Vahidiyetin hüküm sürdüğü kesret ve kâinat arkasında Allah’ın Zat-ı Akdesini mülahaza etmek, yani fikir ile görmek çok zordur. Bu yüzden akılları kesrette boğdurmamak için ehadiyet ile cüzde tecelliye ihtiyaç vardır.
Allah isminin bütün âlemlerdeki esmâ tecellilerine baktığı, Rahmân’ın en zahir mânasının Rezzak olduğu düşünüldüğünde bu ismin dünyadaki bütün canlılara baktığı, Rahîm isminin ise insanın mahiyetine ve bu mahiyetin yerinde kullanılmasıyla da ebedî saadete baktığı söylenebilir. Çünkü Allah dünyanın Rahman’ı, ahiretin ise, Rahim’idir.
"Allahu Ehad" isminde şöyle bir incelik bulunuyor; Allah ismi Zât-ı Akdese unvan olduğu için Zât-ı Akdese dayanan bütün isim ve sıfatlar Allah lafzında, dolayısı ile de Ehad isminde mündemiç oluyor.
Aslında külliyet ehadiyette değil, başına gelen Allah ismindedir. Şayet ehadiyetin başına Allah değil de daha hususî bir isim gelse, Rezzak gibi ehadiyet de ona göre hususileşir külliyetini kaybeder.
Sorularla Risale