Ehl-i Beyt ve Risale-i Nur

Baki ÇİMİÇ

Sünnet-i Seniyye Risalesi olan On Birinci Lem'a'yı ve sünnete ilişkin Risale-i Nurlarda diğer bahisleri her okuduğumda çok ince sırları taşıdığını hissediyorum. Bu hakikatleri, Bediüzzaman’ın vazife ve mahiyetini ve Risale-i Nurların anlaşılmasına baktığı yönleri paylaşmak istedim. Öncelikle ilgili yerleri ekleyelim.

Yüce Allah buyuruyor: “De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin." (Âl-i İmrân Sûresi, 3:31) âyet-i azîmesi, ittibâ-ı sünnet ne kadar mühim ve lâzım olduğunu pek kat'î bir surette ilân ediyor. Evet, şu âyet-i kerime, kıyâsât-ı mantıkıye içinde, kıyas-ı istisnâî kısmının en kuvvetli ve kat'î bir kıyasıdır. Şöyle ki: Nasıl mantıkça kıyas-ı istisnâî misali olarak deniliyor: "Eğer güneş çıksa gündüz olacak." Müsbet netice için denilir: "Güneş çıktı. Öyleyse netice veriyor ki, şimdi gündüzdür." Menfi netice için deniliyor: "Gündüz yok. Öyleyse netice veriyor ki, güneş çıkmamış." Mantıkça, bu müspet ve menfi iki netice kat'îdirler. Aynen böyle de, şu âyet-i kerime der ki: Eğer Allah'a muhabbetiniz varsa, Habibullaha ittibâ edilecek. İttibâ edilmezse, netice veriyor ki, Allah'a muhabbetiniz yoktur. Muhabbetullah varsa, netice verir ki, Habibullahın Sünnet-i Seniyyesine ittibâı intaç eder.

Evet, Cenâb-ı Hakka iman eden, elbette Ona itaat edecek. Ve itaat yolları içinde en makbulü ve en müstakimi ve en kısası, bilâşüphe, Habibullahın gösterdiği ve takip ettiği yoldur.  Elhasıl: Muhabbetullah, Sünnet-i Seniyyenin ittibâını istilzam edip intaç ediyor. Ne mutlu o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeye ittibâından hissesi ziyade ola. Veyl o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeyi takdir etmeyip bid'alara giriyor.(Lem’alar, 2005, s. 178–179)

Size iki şey bırakıyorum; onlara temessük etseniz necat bulursunuz: Biri Kitabullah, biri Âl-i Beytim." (Tirmizî, Menâkıb, 31; Müsned, 3:14, 17, 26) Çünkü Sünnet-i Seniyyenin membaı ve muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan, Âl-i Beyttir.  İşte bu sırra binaendir ki, Kitap ve Sünnete ittibâ unvanıyla bu hakikat-i hadîsiye bildirilmiştir. Demek Âl-i Beytten, vazife-i risaletçe muradı, Sünnet-i Seniyyesidir. Sünnet-i Seniyyesine ittibâı terk eden, hakikî Âl-i Beytten olmadığı gibi, Âl-i Beyte hakikî dost da olamaz. (Lem’alar, 44)

Ben de onlara demiştim: "Ben, kendimi seyyid bilemiyorum. Bu zamanda nesiller bilinmiyor. Hâlbuki ahir zamanın o büyük şahsı, Âl-i Beytten olacaktır. Gerçi mânen ben Hazret-i Ali'nin (r.a.) bir veled-i mânevîsi hükmünde ondan hakikat dersini aldım ve Âl-i Muhammed Aleyhisselâm bir mânâda hakikî Nur şakirtlerine şâmil olmasından, ben de Âl-i Beytten sayılabilirim. (Emirdağ Lâhikası, 2006, s.458)

Ona "Kürdî" denilmesi ve kaside-i Hazret-i İmam-ı Ali'de (ra) görülen (ya müdriken) kelimesinin hazf ve kalbiyle "Kürt" îma ve işaretinin bulunması, gerçekten Kürtlüğüne delâlet etmez ve onun mânevî silsile-i şerâfet ve siyadetten tenzil ve teb'idini icap ettirmez. Bu isnat ve izafe, Kürdistan'da doğup büyüyen ve bu lâkapla mâruf ve meşhur olan bu zatın Risaletin-Nur'un tercümanı olduğunu sırf âleme ilân etmek içindir; yoksa Kürtlüğünü ispat etmek için değildir. Kürtçe bilmesi, o kıyafete girmesi ve öyle görünmesi, kendini setr ve ihfa için olup, hakikî hüviyet ve milliyetini ihlâl ve inkâr mânâ ve maksadıyla değildir diye düşünüyorum. (Emirdağ Lâhikası,  159)

Yukarıya aldığımız kısımlardan âlemimize düşen noktalar şöyledir. Öncelikle ayette "De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin."( Âl-i İmrân Sûresi, 3:31) emrindeki ifade edilen sır çok açık.” Eğer Allah’ı seviyorsak Efendimiz (sav)'e uyacağız yani sünnete uyacağız ki Allah da bizi sevsin.” Allah'ın bizi sevmesinin yolu Efendimizin (sav) sünnetine ittibadan geçiyor. Çünkü Efendimiz (sav) Kur’an’ı hüve hüvesine yaşamıştır. Efendimiz (sav)'in Kur'an’ı yaşamasından Allah razıdır. Bizleri de razı olduğu yaşantı olan Efendimiz’e (sav)  uymayı bizzat Allah istemektedir.

Buradan başka bir noktaya geçecek olursak. Efendimiz (sav) "Size iki şey bırakıyorum; onlara temessük etseniz necat bulursunuz: biri Kitabullah, biri Âl-i Beytim." (Tirmizî, Menâkıb: 31;) buyurarak bizlere her asırda sünnetini devam ettirecek ve yaşayarak numune-i imtisal olacak ehl-i beytini göstermektedir. Efendimiz (sav), sünnetinin mümessilleri olması ciheti ile Al-i Beyti ihbar etmektedir. Çünkü Sünnet-i Seniyyenin membaı ve muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan, Âl-i Beyttir.

O halde şöyle bir netice çıkıyor. Yukarıya da aldığımıza göre Üstadımız hem şerif hem de seyyiddir. Yani kendi ifadesi ile "Gerçi mânen ben Hazret-i Ali'nin (ra) bir veled-i mânevîsi hükmünde ondan hakikat dersini aldım ve Âl-i Muhammed Aleyhisselâm bir mânâda hakikî Nur şakirtlerine şâmil olmasından, ben de Âl-i Beytten sayılabilirim." diyerek manen Al-i beytten olduğunu beyan ediyor. Yine bir talebesinin mektubunda "O’nun mânevî silsile-i şerâfet ve siyadetten tenzil ve teb'idini icap ettirmez" cümleleri ile şerif ve seyyid olduğu nazarlara sunulmaktadır.
 
Bediüzzaman Son Şahitlerin ikrarıyla ve eserlerinin de işaret ve izahatlarıyla Ehl-i beyttendir. Öyleyse Bediüzzaman’ın, bütün hayatı sünnet-i seniyyeyi yaşamakla geçmiş ve O’nun Risale-i Nur külliyatı bu zamanda sünnetin en büyük ve geniş dairesi olan kitab-ı kâinatı okumak ve tefekkür etmek vazifesi ile tam olarak bütün dairelerde sünneti ihya etme vazifesini tamamıyla yerine getirmiştir.

Ayetteki sır gereği "Allah’ı seviyorsak Efendimiz’in (sav) sünnetine uymamız gerekiyor ki Allah da bizi sevecek." Öyleyse sünnetin bu asırdaki mümessili ve temsilcisi Bediüzzaman ise ve Sünnetin en geniş ve ehemmiyetli dairesini iman hakikatleri ve tevhit delilleri ile ortaya net olarak koyan da Bediüzzaman ise o zaman Risale-i Nurlara ittiba etmek bir nevi Efendimiz’in (sav) de bize bıraktığı ehl-i beyte uymayı gerekli kılıyor.

İhtaratla, ilhamatla, feyz-i Kur'anla, sünuhat-ı kalbiye doğmalarla ve istihracat-ı Kur'aniyye ile telif olunan Risale-i Nurlar, Allah'ın hoşnut olduğu Efendimizin (sav)  sünnetini ihya etmekte ve bizlere numune-i imtisal olmaktadır. Bu cihetten tefekkürlerimizi derinleştirdikçe Bediüzzaman’ın mahiyeti ve Risale-i Nurların vazifesinin sünneti bu asırda ve kıyamete kadar ihya eden eserler olarak görmek gerektiğini anlayabiliyoruz.

Yine On Birinci Lem'a'dan bir bölüm alalım. “Sünnet-i Seniyyenin merâtibi var. Bir kısmı vaciptir, terk edilmez. O kısım, Şeriat-ı Garrâda tafsilâtıyla beyan edilmiş. Onlar muhkemattır, hiçbir cihette tebeddül etmez.”

Bizler sünnet olarak daha çok Efendimiz (sav)'in yaşayışını ve giyinişini ve adab tabir eden hallerini anlıyorduk. Evet, bu kısımlar da sünnet. Yukarıya aldığımız cümlelerde sünnetin mertebelerinden bahsediliyor ve "Bir kısmı vâciptir, terk edilmez. Onlar muhkemattır, hiçbir cihette tebeddül etmez." denilmiştir. O halde bizler sünnet olarak Efendimiz (sav)'in etvarını, ahvalini ve akvalini anlamalı ve bu cihetlere muhatap olmalıyız.

Bediüzzaman’ın, sünneti vâcip olarak nitelendirdiği ve terk edilemez dediği ve muhkemat olarak tarif ettiği kısımlar Efendimiz (sav)'in ibadetteki farz olan sünnetleridir. Çünkü farz olan ibadetleri de Efendimiz (sav) yaşamış ve bir nevi O' (sav) nun yaşadığı her şey sünnet olduğu için bu cihet nazara sunulmuştur.

"Sünnetin meratibi var" cümlesinden çok faklı açılımlar olmalıdır. Efendimiz (sav)'in hayatı yani sünneti yaşanan Kur’an’dır. Peygamberimiz (sav) burhan-ı natıktır. Kitab-ı kâinat ise cisimleşmiş Kur'andır ve sünnetullahtır. Allah muradını, kendisini tanıttırmayı ve sevdirmeyi Efendimiz’in (s.a.v) hayatı ve kitab-ı kâinattaki delilerle göstermiştir. O zaman Efendimiz (s.a.v.)'in en büyük sünneti Allah'ın varlığı ve birliği delillerini anlatmasıdır. Yani en büyük sünnet sünnetullahı anlamak ve tevhid delilleri ile Rabbimizi tanımak ve O'na hakiki kul olup marziyatı dairesinde yaşamaktır. O halde en geniş ve tesirli sünnet "La İlahe İllallah”tır. Efendimiz’in (sav) en büyük davası da bu tevhid davasıdır.

Her asırda sünneti ihya eden ve numune-i imtisal olan ehl-i beyt ise eserleri ile özellikle bu asırda Bediüzzaman Risale-i Nurlarla sünnetin en kuvvetli ve tesirli delilleri olan tevhid hakikatini ortaya koymuş ve bizlere numune-i imtisal olduğunu ve istikamet yolunun bu olduğunu, Risale-i Nurlarla sünnetin en önemli ve geniş yolunun ve ihyasının Risale-i Nurlarda var olduğunu ortaya koymuştur.

Öyleyse bütün gayretimizle sünneti yaşamak ve yaşatmak için bu asırda sünnetin mümessiline kulak vermek ve O'na çalışmak en lüzumlu vazife olsa gerektir.  Şu hadis-i şerif de çok manidardır.  Hadîs-i şerifte vardır ki: "Bazen bir saat tefekkür, bir sene ibadetten daha hayırlı olur." (El-Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 1:310; Gazâlî, İhyâ u Ulûmi'd-dîn, 4:409 )

Önemli bir sünnet ölçüsünü de ekleyerek bitirelim inşallah.
Sünnet-i Seniyyenin içinde en mühimi, İslâmiyet alâmetleri olan ve şeâire de taallûk eden sünnetlerdir. Şeâir, adeta hukuk-u umumiye nev'inden, cemiyete ait bir ubudiyettir. Birisinin yapmasıyla o cemiyet umumen istifade ettiği gibi, onun terkiyle de umum cemaat mes'ul olur. Bu nevi şeâire riyâ giremez ve ilân edilir. Nafile nev'inden de olsa, şahsî farzlardan daha ehemmiyetlidir. (Lem'alar, 180–181)

En mühim sünnetlerden birisi de şeâire taalluk eden ve İslamiyetin alametlerini izhar eden kısımlardır. Bediüzzaman Hazretleri Ümmet adına bedeller ödemiş ve şeâire taalluk eden sünnetlerden sarığını mahkemelerde bile çıkarmamıştır. En cebbar valilere de pervasızca karşı çıkarak başından sarığını vermemiş ve ecnebi alameti olan serpuşu başına koymamıştır. Böylece ümmet adına bu şahsi fazlardan önemli olan sünneti ihya etmiş ve ümmeti sorumluluktan kurtarmıştır. İslam’ın ve imanın izzetini de muhafaza etmiştir.

Bundan başka Bediüzzaman bid'alarla amel etmemiş Türkçe ezan ve kamet getirmemiş ve böylece esasata ve şeâire ittibada numune-i imtisal olmuştur. Hatt-ı Kur'aniyeyi muhafaza etmiş, İslam’ın başka bir şeâire olan tesettürü "Tesettür Risalesi" ile tefsir etmiş ve bu uğurda mahkemelerde ve ceza evlerinde bedeller ödemiştir. Demek Bediüzzaman şeâire taalluk eden sünnetlerde de azami olarak hassasiyetini göstermiş ve vazifesini tam olarak layıkıyla yapmış ve ehl-i beyt olarak Efendimiz (sav)’ in ihbarını etvarı, ahvali ve ef’ali ile de göstermiştir.

baki@risalehaber.com

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.