Ehl-i imana kurulan tuzak geçim derdi

Risâlelerde derd-i maişetin ziyadeleşmesiyle, ehl-i dalâletin bundan istifade edip, kardeşleri birbirine düşürmeleri tehlikesine de dikkatler çekiliyor

S. Bahattin Yaşar'ın yazısı:
 
Risâle-i Nur, yaşarken karşılaşacaklarımızın yol haritasıdır

Risâle-i Nur’dan okuduklarımız, hayatta örnekleriyle karşılaştığımızda daha bir anlam kazanıyor. Bilginin hayattaki karşılığını yaşayınca, o bilgi unutulmaz hale geliyor. Ve bilginin hayatımızın neresinde olduğunu; yani hayalde mi, tasavvurda mı, itikatta mı, o zaman anlıyoruz. İşte başa gelmeden okumanın faydası da burada kendini gösteriyor. Ta ki kişi önceden konuyla ilgili okuduğu bölümlerde uyarılmış olmaktadır. Bir nev'î, zihinsel antrenmanını tamamlamış olmaktadır. Onun için de pratik başladığında, yani kişinin daha önce okuduklarıyla ilgili konularda, hadiseler başına gelmeye başladığında, olabileceklerin nasıllığını, sürecin nasıl olduğunu hiç değilse bilgi olarak aldığından, hadisenin kişide oluşturacağı hasar büyük oranda azaltılmış olacaktır. Hatta Risâle-i Nur eserlerindeki bilgilerin hemen hemen hepsi, tecrübî anlamda yaşanmış, tesiri görülmüş ve ondan sonra da sair insanlara takdim edilmiş, ‘mücerrep’ ilâçlar hükmündedir. Dolayısıyla Risâle-i Nur’ları okurken, orada geçen bilgilerin, geçmişte birileri tarafından tecrübe edilmiş, faydası, yan etkisi, zararı neyse görülmüş ve yakın gelecekte de başımıza gelebilecek bir durum olarak okunması, bilgiyi daha anlamlı ve canlı hale getiriyor. Yani satırlar, bedenin can damarları gibi, içinde hayat taşıyor, yaşanmışlık taşıyor olarak okuduğumuzda anlamı değişiyor. Dolayısıyla Risâle satırlarının bütününde hayattan kesitlerle karşılaşırız. Oralarda bireyin, ailenin, toplumun veya toplumların tecrübe edilmiş hayat prensipleri dikkatleri çekmektedir. Nitekim Risâle-i Nur talebelerinin yaşadıkları hayat içinde, okuduklarıyla zaman içinde birebir karşılaştıklarını gösteren yüzlerce, binlerce örnekler vardır. Böyle bakınca da, insanın pek çok manevî yaralarına, hastalıklarına Risâle-i Nur’ların nasıl merhem olduklarını anlamakta zorlanmıyoruz.

Beni bu yazıyı bir Cuma sabahında yazmaya iten sebep

Yıllar önceden tanıştığımız dost, epeyce bir zamandır bilgisayar sektöründe çalışıyor. İki sınıf arkadaşının ortaklığı olarak bir dükkân açmışlar ve birlikte çalışıyorlar. Ben de onlardan tanışıyor olmamızın da bir sonucu olarak bir bilgisayar aldım. Bu vesileyle eski günleri de biraz yad ettik. Aradan bir yılı aşkın bir zaman geçti. Yine bir vesileyle kendilerine uğradım. Hoşbeş, sohbet, iş güç, hayat derken konu onun öğrencilik yıllarındaki konumuna geldi. Üniversite yıllarında namazına çok düşkün, arkadaşlarına namazı öğütleyen, hatta camide imam olmadığı zamanlarda öğrenci arkadaşlarına namaz kıldıran bir öğrenciydi. Sohbetin seyri şimdilere geldiğinde ise, durum çok değişmişti. Özellikle kendisinin ifadesiyle, ‘hayata tutunabilmek’ endişesiyle, ticarette yapmadığı pek çok şeyin kalmadığını ifade ediyor. Tabiî namaz, niyaz kalmamış. Ve diyor ki, ‘Şartlar bizi bu hale getirdi. Tutunabilmek için zaman zaman rüşvet de vermek gerekiyor. Böylece çark bizi içine çekiyor. Ne yapalım?’. Biz, diyor, ‘dünyayı ahirete tercih ettik. Şu an biz, diğer taife tarafındayız. Ne yapalım, insanlar tutunamadı demesinler diye pek çok yanlışlarımız zaman zaman oluyor.’

Duyduklarım karşısında çok ciddî şekilde etkilenmiştim. Çünkü insanın dünyayı ahirete bilerek ve isteyerek tercih etmesinin bir örneği ile başbaşa idik. Kıymetli dost ile olan sohbetimiz epeyce sürdü. İnsanların ne diyeceğinden ziyade, dünyanın ve ebedî âlemin Sahibinin ne diyeceği üzerinde çalışmanın, bizi iki cihanda mes’ud edeceği üzerinde yoğunlaştık.

Konuştuklarımızdan şunu anlıyordum ki, insan ihmale gelmiyor. Mü’min kardeşlerimizle, her alanda birlikteliklerimizin olması ve gündemlerimizi de zaman zaman gözden geçirmenin gerekliliği dikkat çekiyordu. Yoksa insan, kendince geliştirdiği veya piyasa kanunu denen yanlış felsefelerle yıkılıp gidiyor. Allah muhafaza.

Dehşetli bir hal, ‘derd-i maişet’

Risâle-i Nur eserlerindeki, bilhassa Kastamonu Lâhikasındaki ‘derd-i maişet’ kavramları şimdilerde daha bir dikkatimi çeker hale geldi. Bediüzzaman’ın, kendi talebeleri için de ciddî endişe ettiği ‘derd-i maişet’, ehl-i iman için de büyük bir dünyevileştirme ve ahiret düşüncesinden uzaklaştırma tuzağı olarak kendini gösteriyor.

“Derd-i maişet fukaralara ağır basması cihetinde, ekseri fakirü’l-hal olan Risâle-i Nur Şakirtlerinin bu dehşetli hale karşı sarsılmaları ve tesanüdleri bozulması ihtimaliyle, ziyade endişe ediyorum…” (Kastamonu Lâhikası, s. 172) diyerek ifade ettiği cümleler, bu konunun ihmal edilmemesi cihetini ortaya koyuyor. Yine, “Her tarafta derd-i maişet herkesi sarsıyor. Ehl-i dalâlet bundan istifade eder; ehl-i diyanet de kendini mazur bilir, “Zarurettir, ne yapalım?” der. Demek ki, Risâle-i Nur şakirtleri, bu açlık ve zaruret musibetine karşı, yine Nurla mukabele etmeli. Her şakirdin vazifesi, yalnız kendi imanını kurtarmak değil, belki başkasının imanlarını da muhafaza etmeye mükelleftir. O da hizmete ciddî devam ile olur.” A.g.e, s. 154

Risâlelerde derd-i maişetin ziyadeleşmesiyle, ehl-i dalâletin bundan istifade edip, kardeşleri birbirine düşürmeleri tehlikesine de dikkatler çekiliyor. Ya da ehl-i dalâlet, derd-i maişet belâsını kullanarak, ehl-i imanı kendi safına çekiyor. Buna karşı Risâle satırlarındaki ikazları dikkate alarak, iman kardeşlerimizin, iman zaafı sonucu düşebilecekleri tehlikelerden, kendilerine kurulan tuzaklardan uzak durmaları için, derslerimizi çalışıp, onların mekânlarında sohbet konusu yapmak çok zarurîdir.

Ehl-i iman, imandan uzaklaşılan mekânlara imanı taşımakla mükelleftir. Geri çekildiğimiz mekânlar boş kalmıyor, bizim çekildiğimiz mekânları başkaları dolduruyor. İmanın olmadığı yerde, imansızlık baş gösteriyor.

***

Cenâb-ı Hak, yaratmış olduğu hangi mahlûku rızıksız bırakmış ki, insan böyle bir endişe içerisindedir? Bu problem, bu asrın dikkat edilmesi gereken sıkıntısının başında geliyor. Aman dikkat!
 
Yeni Asya

Sosyal - Medya Haberleri