İnsanlar, içinde bulunduğumuz asrı değişik tarif ediyorlar. Kimisi, teknoloji asrı, kimisi uzay çağı, kimisi modern dünya diye… Bu tarifleri uzatmak mümkün. Müslümanlar da Ahir Zaman diyor.
Bu asrı ve hususiyetlerini en güzel Kur’an tarif ediyor. Tüm asırlara tepeden bakma imkanı olsa ve asırlar ayrı ayrı tarif edilse ve içinde bulunduğumuz bu asrın tarifine gelinse hakikaten Kur’an gibi, bu asrı mücmel ve veciz bir şekilde tarif edenin olmadığı görülecektir. Demek Kur’an’ın nazarı küllidir, bütün zamanları ihata ediyor. Demek mazi ve müstakbel bütün hadisatı bilen ve her şey nazar-ı teftişinde olan bir Zat’ın kelamıdır Kur’an. Kur’an adeta bu asrı sıkmış ve şu mana akmıştır.
Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyanın tarifi ile bu zaman ve bu asır, “Onlar dünya hayatını seve seve âhrete tercih ederler, halkı Allah yolundan alıkoyarlar ve doğru yolu eğri göstermeye çalışırlar. Öyleleri, haktan pek uzak bir sapıklık içindedirler.” (İbrahim Sûresi: 14:3.)
şeklinde, umum insanlarda dünyaya ve hayatı dünyeviyeye ve fantazilerine temayül ve meyil şeklinde ve şiddetli bir sevgi şeklinde tezahür edeceğini haber vermiş ve aynen haber verdiği üzere zuhur etmiştir. Bugün bütün insanlık var gücüyle dünyaya, dünyevi ihtiyaçlarını temine, her türlü zevklerinin tatminine, hayatını daha lüks ve rahat bir şekilde geçirmeye çalışmaktadır.
Bu asırda maddiyunluk nasıl bir taundur ki, milyonlar insanın kalb ve ruhlarını tahrip edip adeta o insanları canavarlaştırıp, hem dünyalarını hem ahiretlerini tahrip etmiş. Aynen öylede bu zamanın umumi bir belası da fani dünya sevgisi ve dünya nimetlerinden azami derecede faydalanma arzusudur. Dünyaya ve fani müzeyyenatına aşk derecesinde bağlanmakla, çalışma ve sermaye bu hadsiz isteklere kafi gelmediğinden, insanlarda şiddetli bir hırs ve tama ve kanaatsizlik meydana getirerek, şükürsüzlük ve israfatla insani seciyeleri tahrip edip insanı hodgam, bencil ve diğergam etmekle insanı insaniyetten pişman edecek hale getirmiş ve maalesef milyonlar insan fani emellerine ulaşamadan hırsı dünya içinde boğulup gitmiştir.
Dünyanın ehli gaflete bakan cihetini bir tarafa bırakıp, Esma-i İlahiyeye ayinedarlık eden ve ahirete mezraalık eden cihetine bakan ve bu yüzlerinde azami derecede istifade etmeye çalışan ehl-i iman bu zamanın bol nimetleri ve imkanları içerisinde (Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalışma hakikatı ve kuvvetli Mü’min zayıf mü’minden hayırlıdır ve bu zamanda i’lay-ı Kelimetullah maddeten terakkiye mütevakkıftır hakikatleri çerçevesinde çalışmasını ziyadeleştirmesi yanında), Ni’met-i İlahiyeye bir şükür olarak iktisat etmek, kanaatkar olmak, ekser insanların yaşadığı imkanlar ölçüsünde yaşayıp, israfa kaçmamak, fanteziyeye müptela olmamak fevkalade önemlidir.
Evet enaniyetlilere enaniyet göstermek meşru iken, dünyaperestlere benzer tarzda lükse düşkünlük, fantezide yarışmak ve insanlarda gıpta ve hased damarlarını depreştirir tarzda müzeyyenata düşkünlük, ebed için yaratılan ve ebed-ül abad tarafına yolculuğunun devam ettiğini bilen Müslümanlara, ehl-i dünyaya benzer tarzda yaşamak ve onlara benzemek ehl-i İmana yakışacak bir tarzı hayat değildir.
Bugün bütün dünyada, hususan memleketimizde bin bir fakru zaruret içerisinde hayatını sürdürmeye çalışan binler ehl-i iman kardeşleri varken ve tüm dünyada hizmet-i Kuraniye ve imaniyede maddi imkanlara ihtiyaç azami derecede varken, bunları da bildiği ve duyduğu halde, kör gibi davranarak, evine lüks eşyaları, süslü püslü elbiseleri, ihtiyaç harici lüks evler, son model arabalar vesaire şeyleri almak aynen Üstadımızın tarifiyle “Yüz aç adamın önünde yemek” gibi, ne İslamiyet’e, ne insaniyete sığan bir davranış değildir.
Ehl-i İman ve ehl-i hakikatın fena damgası üzerinde olan dünyayı alıp kalbine yerleştirmemeye, iktisat ve kanaat düsturları muvacehesinde yaşamaya, fantezi hastalığına bulaşmamaya, imkanlarını sadece şahsi kemalat ve hırsı sevabi uhreviye kullanma hatasına düşmeyip, Ni’met-i İlahiye olan imkanlarını hakiki şükür olarak külli hizmetlere himmet etmek ferasetinde kullanmaya sa’y ve gayreti içerisinde olmalıdır.