Ehl-i sünnet ve’l-cemaat

Mehmet Ali KAYA

İman, İbadet ve Hukukta “Kitap ve Sünnete” uygun olduğu kabul edilen “Sahabe ve Tabiinin” olundan giden, “Hulefa-i Raşidin”e ve bütün sahabelere uymayı ve saygılı olmayı prensip edinen müslümnlara verilen genel bir isimdir. Kelamda ve İtikatta Selefiye, Maturudi ve Eş’âri mezhepleri ile Amel ve ibadette “Hanefi, Şafii, Mâlikî ve Hambeli” Mezheplerine uyan bütün Müslümanlar “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat” adını alırlar.

Dinde münakaşadan sakınan, Kur’ân-ı Kerimin zahirini esas alan, ayetleri zahiri manaları bozmayacak şekilde te’vil ederek akla da gereken önemi veren, peygamberin hadislerini Kur’ân-ı Kerimi anlamada esas kayanak olarak gören İslam bilginlerinin ortaya koyduğu dini ve islâmi hakikatler “Ehl-i Sünnet” kavramı ile ifadesini bulmuştur. Sahabelerin ve İslam bilginlerinin oğunluğunun ittifak ettikleri hususları delil olarak kabul ettikleri için de “Cumhura” yani çoğunluğa uyanlar anlamında kendilerine “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat” denilmiştir.

Sünnet, peygamberimizin (sav) Kur’ân-ı Kerimi analyıp hayatına uygulaması ile ortaya çıkan yol ve metottur. Vahyin muhatabı ve mübelliği olan peygamberin (sav) Cebrail’in (as)  talimi ve öğretisi ile Allah’ın emirlerini uygulmasıdır. Sünnet kavramına peygamberin (sav) “sözleri, davranışları ve amelleri, sahabelerin uygulamalarını gördüğü zaman kabul etmesi ve hoş görmesi anlamındaki “takrir”leri girmektedir. Bu manada sünnet, peygamberimizin gittiği yol, takip ettiği metot ve kur’ân-ı kerimi anlayı uygulamasıdır. Sünnet İslam hukukunda “Âdet ve Kanun” kelimesi ile karşılığını bulur. Bu anlamda yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Allah’ın Sünnetini kimse değiştiremez ve Allah’ın sünneti, âdeti ve kanununda asla değişiklik bulamazsın” (Fâtır, 35:43) ayeti ile ifade edilmiştir.

Kur’ân-ı Kerim peygamberin görevlerini beyan ettiği ayetinde şöyle buyurur: “Şaşkınlık içinde bulunan ve ne yapacaklarını bilemeyen topluluğa Allah, sizleri tezkiye eden, kitabı okuyan ve hikmeti öğreten ve size daha nice bilmediğiniz şeyleri öğreten bir peygamber gönderdi.” (Bakara, 2:151) Bu ayette geçen “Kitap” Allah’ın kitabı olan Kur’ân-ı Kerim, “Hikmet”in de “Sünnet” olduğu konusunda ittifak vardır.
Kur’ân-ı Kerim farzı, facibi, haramı ve helali belirleme konusunda Allah’ın hükmü ile resulünün hükmünü esas kabul etmiş ve “Allah ve Rasülünün hükmüne davet edildikleri zaman inananlara ‘dinledik ve itaat ettik’ demeleri gerektiği” (Nur, 24:51) belirtilmiştir.

Yüce Allah Kur’ân-ı kerimde Allah’a ve Rasulüne itaat edin” (Âl-i İmran, 3:32, 132; Nisa, 4:13,14) emreder. Peygamberimiz (sav) bu nevi ayetleri “Size emrettiklerimi yerine getirin, yasakları da gücünüz yettiği kadar terk edin” (Müslim, 412; İbn-i Mâce, Mukaddime, 1) hadisi ile izah eder.  Bu bakımdan sünnete bağlılık dini bir zorunluluktur.

Peygamberimiz (sav) dünya kaygısı olmayan “Tok karınlı ve gururlu bir takım insanların koltuklarına yaslanarak ‘Kur’an bize yeter, onun helalini haramını kabul edin’ diyeceklerini ve sünnete gereken değeri vermeyeceklerini” bize haber vermiş ve “Uyanık olun ve şunu iyi bilin ki, Bana Kur’an ile beraber Hikmet de verilmiştir. Allah’ın resulünün haram kıldığı şeyler de Kur’ânın haram kılması gibidir” (Ebu Davud, Sünnet, 6; Müsned-i Ahmed, 4:131) buyurmuşlardır. Nitekim yüce Allah “Resulullah size neyi emretmişse onu ifa ediniz; neyi de yasaklarsa ondan da sakının.” (Haşr, 59:7)

Peygamberimiz (sav) bizlere sünnetine ve sahabelerine uyulması konusunda “Sahabelerim gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız kurtulursunuz” (Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 1:132, Hadis No: 381)  ve “Size sünnetimi ve hulefa-i Raşidinin sünnetini tavsiye ederim. Sonradan uydurulan bid’alardan sakının. Bütün bidalar dalalettir, bütün dalalet yollarının sonu cehennemdir” (Ebu Davud, Sünnet, 5) buyurmuşlardır. Sahabeler insanların en hayırlıları olduğunu peygamberimiz (sav) “Ümmetimin en hayırlıları sahabelerimdir, sonra onlardan sonra gelenlerdir” (Buhari, Fezail-i Sahabe, 1) buyurarak bu hayırlı insanların yolunu takip etmelerini istemiştir. Nitekim yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “İlk olrak iman eden ve ön safta bulunan Muhacir ve Ensardan ve iyilikte onlara uyanlardan Allah razı olmuştur. Onlar da Allah’tan razıdırlar. Allah onlar için ebedi kalacakları ve altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte gerçek kurtuluş budur” (Tevbe, 9:100) buyurarak onları övmüş ve yaptıklarından razı olduğunu haber vermiştir. Kurtulmak isteyenlerin elbette onlara uymaları gerekir.

Cemaatten kastedilen de ümmetin sahabeleri ve istikamet üzere giden ümmetin bilginlerinin çoğunluğudur. Peygamberimiz (sav) “Allah’ın rahmet eli, cemaat ile beraberdir” (Tirmizi, Fiten, 7) buyurarak işaret eder. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri bunun için “Bir fike davet cumhur-u ulemanın kabulüne vabestedir. Yoksa davet bidattır; reddedilir” (Mektubat, 2004, s. 797) demiştir.

Peygamberimiz (sav) istikbalde çeşitli fitnelerin olacağını ve “ümmetinin yetmiş üç fırkaya ayrılacağını bundan ancak sünnete ve cemaate uyanların krtulacağını” haber vermiştir. “Ümmetim sapıklık ve yanlışlık üzere ittifak etmeyeceğini Sevad-ı Azam denek ümmetin çoğunluğuna uyulması gerektiğini tavsiye etmiştir.” (İbn-i Mâce, Fiten, 8; İbnü’l-Esir, Nihaye, 2:419) İslam bilginleri “Sevad-ı Azam” olarak ilk dönmede sahabileri, sonraki dönemde ise “Salih amel sahibi” olan ulemayı kabul etmişlerdir. Abdullah b. Mübarek’e “Cemaat kimdir?” diye sorulunca müşahhaslaştırarak “Hz. Ebubekir (ra) ve Hz. Ömer’dir. (ra)” demiştir. Hulefa-i Raşidinden sonra cemaatin tarifini İslam bilginleri “Ehl-i fıkıh, ehl-i ilim ve ehl-i hadis” olarak yapmışlardır. (Tirmizi, Fiten, 7) Şehristanî’ye göre cemaat, “Sünnet ve Metot üzere ittifak eden ulemadır.” (Şehristânî, Milel ve Nihal, 1:47)

İslam dünyasında sahabelerden sonra “Siyasi İhtilaflar” baş gösterince Müslümanların kafası karışmış ve pek çok dalalet fırkaları ortaya çıkmıştır. Bu dönemde ifrat ve tefritten kendilerini koruyarak istikamet ve itidal üzere bulunanlar Abdullah b. Ömer (ra) (74/693) İbrahim En-Nehâî (96/714) Hasan El-Basri (96/714) ve İmam-ı Azam Ebu Hanife (150/767) gibi müçtehitler olmuştur. İlk olarak fırkalar konusunda fikir beyan eden ve onların yanlışlarını ortaya koyan, siyasi olarak Emevileri tenkit eden ve zulümlerini yüzlerine vuran İmam Hasan El-Basrî (ra) olmuştur. Hasen El-Basri’nin Ehl-i Sünnet Fıkhının teşekkülünde onun çok değerli bir yeri vardır. “Allah’a isyan emredilen yerde kula itaat olmaz” (Buhari, Ahad, 1; Müslim; İmare, 39; Ebu Davud, Cihad, 40) hadisini öne çıkararak zalim idareciye itaat edilemeyeceği, batıl bir mezhebe uyulamayacağı tezini ortaya atmış; ama bunun isyan etmek ve kamu düzenini bozmak anlamında yorumlanamayacağını da vurgulamıştır. (Med’ûdî, Mürücu’z-Zeheb, 111, 201)

Sonuç olarak peygamberimiz (sav) “Yahudıler yetmişbir fırkaya, Hristiyanlar yetmişiki fırkaya ayrılmıştır. Benim ümmetim ise yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Bütün hepsi cehennemliktir. Ancak bir fırka kurtulur. O da cemaâttır" (Ebû Dâvûd, Sünne, 1; Tirmizî İman, 18; İbn Mace, Fiten, 17; Ahmed b. Hanbel, 11, 332, 111, 145; Hâkim, Müstedrek, 4:430) buyurarak ümmetinden istikamet üzere olup cehenneme girmeden kurtulacak olanların “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat” olduğunu haber vermiştir. Bunun dışında kendi heva ve hevesinin peşinde koşan ve sünnete muhalif görüşleri ortaya atanların da “Ehl-i Bid’a ve Ehl-i Dalalet” olduğunu ve Cehenneme girmekten kurtulamayacaklarını beyan etmiştir. (Ebu Davut, Sünne, 5)

Şehristanî (549/1154) Hz. Ali (ra) hifaetinden sonra ortaya çıkan Ehl-i Bid’a fırkaları dört ana gruba ayırmış ve bunların Hâriciye, Kaderiye, Sıfatıyye ve Şia olduklarını belirtekerek yetmiş üç fırkanın bunlar içinde ortaya çıktıklarını söyleyerek tasnifini yapmıştır. (Şehristani, El Milel ve’n-Nihal, 1-15) İslam bilginleri ehl-i bid’aya benzemenin ve onların görüşlerine kapılmanın caiz olmadığını ve onlara muhalefet etmek gerektiğini söylemektedirler. (İbn-i Âbdîn, Reddü’l-Muhtar, 5:472)

İslam muhakkik ve müçtehitlerinden İmam-ı Hasan el-Basri (v. H. 110)  ve talebelerinden İmam-ı Azam Ebu Hanife,  (H. 80-150) ve İmam-ı Şafi (H. 150-204) İmam Muhammed Maturudi (v. 333) ve İmam Ebu’l-Hasen El-Eş’âri (v. 324) Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat mezhebinin esaslarını va’zetmişler ve sistemli hale getirmişlerdir.
Daha sonra İslam bilgin ve muhakkiklerinden İmam-ı Gazali, Fareddin-i Razi, Saadettin Taftazanî, Seyid Ali El-Cürcani gibi muhakkikler ehl-i bida ve dalaletin fikirlerini çürüterek ehl-i Sünnetin haklılığını ve doğruluğunu ispat etmişlerdir. Zamanımızda ise Bediüzzaman Said Nursi hazretleri (1878-1960) Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatin temsilcisi olarak tüm küfür, bid’at ve dalalet fırklarının fikirlerini Kur’ân-ı kerimin hakikatleri ile çürüterek hak ve hakikatı en güzel şekilde ortaya çıkarmıştır.

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri Müslümanların ancak Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat Mezhebini rehber yaptıkları zaman kurtulacaklarını belirtir. “Ey ehl-i Hak ve ehl-i Hidayet! Şeytan-ı insî ve cininin desiselerinden kurtulmanın çaresi: Ehl-i Sünnet ve Cemaat olan ehl-i Hak Mezhebini karargâh yap ve Kur’ân-ı mu’cizul-beyanın muhkemat kalesine gir ve Sünnet-i seniyyeyi rehber yap, selâmeti bul” (Lemalar, 2005, s. 222) demektedir.

malikaya@risalehaber.com

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.