Bismillahirrahmanirrahim
İşte, ey mü'minler!
Ehl-i İmân aşiretine karşı tecavüz vaziyetini almış ne kadar aşiret hükmünde düşmanlar olduğunu bilir misiniz?
Birbiri içindeki daireler gibi yüz daireden fazla vardır. Herbirisine karşı tesanüd ederek, el ele verip müdafaa vaziyeti almaya mecburken, onların hücumunu teshil etmek, onların harîm-i İslâma girmeleri için kapıları açmak hükmünde olan garazkârâne tarafgirlik ve adâvetkârâne inat, hiçbir cihetle ehl-i imana yakışır mı?
O düşman daireler, ehl-i dalâlet ve ilhaddan tut, tâ ehl-i küfrün âlemine, tâ dünyanın ehvâl ve mesâibine kadar, birbiri içinde size karşı zararlı bir vaziyet alan, birbiri arkasında size hiddet ve hırsla bakan, belki yetmiş nevi düşmanlar var. Bütün bunlara karşı kuvvetli silâhın ve siperin ve kalen, uhuvvet-i İslâmiyedir. Bu kale-i İslâmiyeyi küçük adâvetlerle ve bahanelerle sarsmak, ne kadar hilâf-ı vicdan ve ne kadar hilâf-ı maslahat-ı İslâmiye olduğunu bil, ayıl.
Ehâdis-i şerifede gelmiş ki: "Âhirzamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek eşhâs-ı müdhişe-i muzırraları, İslâmın ve beşerin hırs ve şikakından istifade ederek, az bir kuvvetle nev-i beşeri hercümerc eder ve koca âlem-i İslâmı esaret altına alır."
Ey ehl-i iman!
Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız. İhtilâfınızdan istifade eden zalimlere karşı "Mü'minler ancak kardeştirler." (Hucurat Sûresi: 49:10.) kale-i kudsiyesi içine giriniz, tahassun ediniz. Yoksa, ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz.
Malûmdur ki, iki kahraman birbiriyle boğuşurken, bir çocuk ikisini de dövebilir. Bir mizanda iki dağ birbirine karşı muvazenede bulunsa, bir küçük taş, muvazenelerini bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir.
İşte, ey ehl-i iman!
İhtiraslarınızdan ve husumetkârâne tarafgirliklerinizden, kuvvetiniz hiçe iner; az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Hayat-ı içtimaiyenizle alâkanız varsa, "Mü'minin mü'mine bağlılığı, parçaları birbirini tutan binâ gibidir." (Buharî) düstur-u âliyeyi düstur-u hayat yapınız, sefalet-i dünyevîden ve şekavet-i uhreviyeden kurtulunuz. (Mektubat, 22. Mektup)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
ADÂVETKÂRANE : Düşmancasına.
ÂHİRZAMAN : Dünyanın son zamanı ve son devresi.
ÂLEM : Dünya, kâinat,evren.
AŞÎRET : Kabîle, oymak, ortak yönleri olan topluluk,
BAHANE : Yalandan özür.
BEŞERİN: İnsanî, insanların
DECCAL : Kıyâmet kopmadan önce gelen, İslamiyeti ortadan kaldırmaya çalışan, dinlere savaş açan, yalancı, aldatıcı, hilekâr kimse.
EHÂDİS-İ ŞERİFE : Peygamberin (a.s.m.) sözleri, hareketleri ve hâllerini bildiren hakikatler.
EHL-İ DALÂLET : Doğru ve hak yoldan sapanlar, îmân ve İslâmdan çıkmış olanlar.
EHL-İ ÎMÂN : Hakkı kabul ve tasdik etmiş olanlar, dînin bütün hakîkatlerini kabul edenler, îmân sahipleri.
EHVÂL : Haller, durumlar.
EŞHÂS-I MÜTHİŞE-İ MUZIRRA : Müthiş zararlı şahıslar.
GARAZKÂRÂNE : Garaz edercesine, kin besleyerek.
HARÎM-İ İSLÂM : İslâm'ın mukaddes yerleri, mukaddes belde.
HİLÂF-I MASLAHAT-I İSLÂMİYE : İslâmın huzur ve barış anlayışına aykırı.
HİLÂF-I VİCDAN : Vicdana aykırı.
İLHAD : Dinsizlik, îmânsızlık.
İSTİFÂDE : Yararlanma, faydalanma.
MESÂİB : Musibetler, felâketler, sıkıntılar.
MÜDÂFAA : Savunma.
NEV'-İ BEŞER : İnsanlar, beşer nev'i.
NİFAK : Dıştan Müslüman göründüğü halde inanmamak, ikiyüzlülük, dinde riyâ.
SİPER : Arkasında saklanılan şey. Sığınak.
SÜFYAN : Ahirzamanda geleceği ve islâm dinini yıkmak için çalışacağı sahih hadislerde haber verilen dinsiz ve münâfık bir şahıs.
ŞİKAK : Nifak, ikilik, ittifaksızlık.
TARAFGİRLİK : Taraf tutmak.
TECÂVÜZ : Haddini aşma; söz veya hareketle ileri gitme, saldırma.
TESÂNÜD : Dayanışma, birbirini destekleme.
TESHİL : Kolaylaştırma.
UHUVVET-İ İSLÂMİYE : İslâm kardeşliği.
ZINDIKA : Dinsizlik, inançsızlık.