Ekrem Kılıç Ağabey

Serdar BİLGİN

Ekrem Kılıç Ağabey’i vefatının sene-i devriyesinde rahmetle ve hürmetle yâd ediyor, o yıllarda Şanlıurfa’da bulunmuş ancak ondan istifade edememiş olmamın büyük bir eksiklik olduğunu ifade ederek yazıma giriş yapmak istiyorum.

Ekrem Kılıç Ağabey’in manzum ve mensur birçok eser yazdığını, hatta eserlerini tasnif ettiğini ancak hiçbir eserinin yayımlanmadığını görüyoruz. İnternet sitelerinden bu eserlerin bir kısmına ulaşabiliyoruz. Ancak bunun yeterli olmadığını, Ekrem Ağabey’in çalışmalarının kitap olarak yayımlanmasının gerekliliğini ve önemini ifade etmeliyim.

Pek çok gecenin sükûnetinde

Sessizliğe ruh verir fısıltın,

Sen, bir efsâne sûretinde,

Mâzîyi ve hâli anlatırdın.

 

Senden nice şeyler öğrenirdik;

Hayranlık ederdi sanki teshîr.

Çevrende olurdu hâle, gençlik:

Kalb, gàye, fikir, düşüncemiz bir...

 

Mecbûr ederek ayırdı bir gün;

Dünyâ, bizi bir bir aldı Senden.

Hâtırlamamak, Hocam, ne mümkün?

Bin hâtıra bizde kaldı Senden!

Malumunuz şiir bir ayrı âlemin dili, efsunlu bir lisan, sessizliğe ruh veren bir fısıltı, kanun gibi tel tel gerilen duygulu bir kalbin musikisidir. Ekrem Ağabey’de kıyıya dalga dalga vuran koca bir deryanın musikisini dinleriz.  Ekrem Ağabey, bu musikiyi eskilerden öğrenmiş. Eskilerden derken yarım yüzyıl öncesinin duyuşu ve söyleyişidir bu. Samîmî, sâde ve mütevâzı… “Hissettiklerimi ifâde etmek isteyince, öğrendiğim yolu tercîh ettim. Duygularım bir âhenk içinde doğuyorsa arûz’u; bunun dışında bir düzene uyuyorsa hece’yi seçtim. Eskilerin kullandığı hiçbir kurala uymayanlar da tabiatıyla serbest oldu.” Yaratılışta verilen kâbiliyetlerini topluma sunma, his ve mânâ âleminde ufacık bir kıvılcım çaktırabilme, incecik bir duygu telini titretebilme gayretinin, tatlı bir telaşenin yansımaları bunlar. “Dünyâyı düzeltmek şâir ve yazarlara mı kaldı? Biz, yaratılışta verilen kâbiliyetlerimizin ürünlerini topluma sunmakla görevliyiz. Gerisi gücümüzün çok üstünde... His ve mânâ âleminizde ufacık bir kıvılcım çaktırabilir; incecik bir duygu telini titretebilirsem mânevî vazîfemi yerine getirmiş olurum.“    İlmiği örgüye; ipliği kilime tebdil eyleyen duygu ve hakikat yüklü bir kalbin dokumaları bunlar. Sözlerin hakikate dokunuşları, söz yumağı oluşları bunlar.

Bu bir gerçek: ne yazmışsam Senindir.

Fikirler öz malın, sesler sesindir.

 

Hakîkatler parıldar Sende her an;

Sönük bir lem’adır şi’rim ziyândan.

 

Şiir dersem, bilirsin, san’atim yok.

Şiir kim, ben kimim?.. Hiç tâkatim yok.

 

Fakat yokluk belâsından bütün hâl;

Ne Âkif var ki haykırsın, ne İkbâl!

 

Senin da’vânda lâzım böyle bir ses;

-Muvakkat bir zaman- Sen kalma bîkes

 

Deyip yazdım beş – on mısra’-ı nâlân.

Ne mısra’lar?!. Karîhamdan perîşân...

Şiirlerinde dün ve bugün var. Dostlar, torunlar ve memleket var. Oğluna nasihat eden bir baba, hasta bir anne var. Etrafına gayret ve feyz dağıtmaya, yücelerden bir beste duyurmaya çalışan Üstadının izinden giden bir yürek var.

ÜSTÂD BEDÎÜZZAMÂN

-Vefâtının 20. yılı münâsebetiyle –

 

Ne vakit niyyet edersem kalemim acze düşer:

Seni tavsîf edemez zannederim lafz-ı beşer...

 

Kimsenin istemedin şahsını medhetmesini;

O büyük gàyen için, sâde, duyurdun sesini.

 

Bütün ömrünce o tek gàyeyi da’vâ saydın.

Ve o da’vânı ne zorluklara rağmen yaydın...

 

Hizmetinden alıkor zannederek zincirler,

Sana yıllarca zulüm etdi bütün münkirler.

 

Nice sürgünlere, mahbeslere gitdin gülerek;

İhtiyaç var ki, kader hizmete yollar, bilerek...

 

Döndü cennetlere, zindanları aydınlatdın;

Nûra muhtaçlara gerçekleri hep anlatdın.

Nice kàtilleri ıslâh ederek kurtardın,

En onulmaz nice bin yâreye merhem sardın...

 

Uyarıp memleket evlâdını her tehlikeden

Korudun milleti inkâr denilen pis lekeden...

 

İlk koşan hizmete Sendin, geri hiç kalmazdın;

Lâkin, ücret ve mükâfâtı durup almazdın.

 

Rehberin sünnet-i Peygamber olurken her an

Oldu da’vâna Senin en yüce hüccet Kur’ân...

 

İlmi irfâna katıp Hakk, Sana vehben vermiş;

Belli, timsâl-i fazîlet olarak göndermiş...

 

Yaşıyor yeryüzü üstünde bugün âsârın,

Duymayan kalmayacak belki de dünyâda yarın...

 

Yirmi yıl geçti, evet, rıhletinin üstünden:

Yine dillerde, duâlarda ve kalblerdeki Sen...

23.3.1980

Ekrem Kılıç Ağabey’de susayan bir gönlün pınar ile hasbihali var. Doğan güneşe karşı muhabbet gözlerini açmış, bakan, gözyaşlarını bir bahârın çiçeklerine şebnem yapan bir hasbihal var. Biz ondan razı idik, Rabbim de razı olsun.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.