Aksi ne mümkün!
“Ne ekersen onu biçersin.” Bu atasözünün, muhtemeldir ki, bütün toplumlarda ve dillerde de karşılığı vardır.
Yaradan herkesi kendi iş/eylem/fiil ve amelleriyle kuşatacaktır.[i]
Yani bumerang[ii] gibi yaptıklarımız, başkalarına karşı haksız ya da haddini aşan suçlamalarımız aynıyla bizi bulacaktır.
Bu bir sosyal yasadır.
Biz birinin hakkını teslim etmediğimizde bir başkası da bize haksızlık yapacaktır. Haksızlığa uğradığımızda adalet istiyoruz ama aslında ilahi adaletin tecelli ettiğini fark edemiyoruz.
Allah’ın bize ve sevdiklerimize rahmet, sevmediklerimize veya bizi sevmeyenlere ise adaleti ile muamele yapmasını, tecelli etmesini bekliyoruz.
Teşbihte hata olur; Yaradanın bizler için anne-baba şefkatinde olmasını, bizim dışımızdakiler için ise polis, jandarma, hâkim, gardiyan ve cellat gibi davranmasını istiyoruz.
İlk defa kayınpederimden duymuştum “Kaçan da Allah diyor kovalayan da!”
Haklı ile haksızın birbirine karıştığı, herhangi bir yargıya varmakta zorlandığı durumlarda kullanıyordu bu ifadeyi.
Uyuşturucu kaçakçılığı yapanlar bir yerden bir yere taşıma işini gerçekleştirdiklerinde Allah’a şükür için bir adak kurbanı keserlermiş. Bu kurbandan sevap alırlar mı, bu kurbanın eti (durumunu bilerek ya da bilmeden) yenir mi bilemem, bu detayda bir hüküm vermek uzmanlık ister!
Yukarıdakine benzer bir durumda sağlıklı karar verebilmek için kimin ne dediğine değil ne yaptığına daha da ötesi neden yaptığına bakmalıyız.
Yalnızca bireyleri değil olayları ve onları doğuran perde gerisindeki saikleri/güdüleri ve kıymet hükümlerini analiz edebilmeli, değerlendirebilmeli ve bunlar üzerinden ulaşacağımız sonuçları konuşabilmeliyiz.
Kendi gerçeklerimizi ve davamızı değerler üzerine değil de sadece olaylar, insanlar, gruplar, partiler, tarikatlar, cemaatler ya da kurumlar üzerine kurarsak ve buna göre tavır geliştirir, taraf belirlersek; o olaylar bittiğinde, o insanlar gittiğinde, o cemaatler çöktüğünde, o partiler kaybettiğinde, o kurumlar kapandığında ya da işlevsiz kaldığında, o dergâhlarda aşk ve muhabbet kaybolduğunda kendi gerçeklerimizi ve davamızı kaybederiz.
Topluma ve kendimize güvenimizi; devamında istikametimizi kaybederiz.
Değerler üzerinden gitmezsek eğer; değersizleşiriz!
İnsanî, ahlakî ve toplumsal değerlere hak ettikleri değerleri vermezsek eğer; onlar da bizden intikamlarını alırlar, bizi değersizleştirirler.
Birbirimizi edebe davet etmeden önce hepimiz bir diğerimize karşı insaflı olabilmeliyiz.
Çıkarlarımızın ve etrafımızın bize fısıldadıklarının ya da haykırdıklarının değil Yaradanın ilahi tınısı olan vicdanımızın sesine kulak verebilmeliyiz.
Sevmediğimiz ya da bize karşı bazı tavır ve tutumundan, söyleminden rahatsız olduğumuz bir insanın başına hoş olmayan bir şey geldiğinde; düştüğünde, tökezlediğinde, sevdiği bir şeyi kaybettiğinde ya da ona halel geldiğinde/zarara uğradığında hem seviniriz hem de “bana bunu yapmıştı da Allah onu cezalandırdı” deriz demesine de; kendi başımıza bir şey geldiğinde “acaba ben kime ne yaptım da bu başıma geldi” diye pek kolay kolay soramayız kendi kendimize.
Birey ve toplumlar belli konularda rahatsızlıklarının, hastalıklarının bulunduğunu, bazı şeylerin doğru gitmediğini önce fark edebilmeli sonra kabul etmeli ki çaresini aramaya koyulsun, uyarılara kulak versin.
Hastalığını bil(e)meyen, kabullenmeyen bir hasta için dışarıdan destek ile dahi tedavi mümkün değildir.
Aynı şekilde bir branşın uzmanı olanı bir doktor başka bir branşın alanına giren bir hastalıktan muzdarip olabilir. Hatta bazen uzmanı olduğu konuda da hasta olabilir. Bir kalp doktorunun bilgi ve itinası sayesinde kendisinin kalp krizine veya kalp hastalığına yakalanma riski başkalarına nazaran daha düşük de olsa da ihtimal dâhilindedir. “Bu kadar kişinin kalbinin şifasına sebep olmuş bir doktor nasıl olur da kalp hastası olur!” diyemeyiz.
Unutmayalım ki “Ne ekersek onu biçeriz” sosyal yasası sadece iş ve eylemlerimiz için değil dualarımız için de geçerlidir.
Bir insanın ya da grubun/toplumun düşebileceği en büyük tuzaklardan biri, kendilerini bulundukları konuma taşıyan geçmişteki başarıları ve bunlara ulaşırken uyguladıkları stratejilerin doğurduğu aşırı özgüven ve körlüktür. Oluşan bu körlük, her durumu yeniden analiz etme sorumluluğuna ve fırsatı fark etmeye mani olur.
Oysa aldığımız her nefes, karşılaştığımız her insan ve iyi ya da kötü olarak nitelediğimiz her durum ve olay yeniden değerlendir(il)meyi hak etmekte/gerektirmektedir.
Geçmiş birikimimiz yolumuzu aydınlatmalı ama önümüzdeki muhtemel, yeni ve farklı yolları görmemizi engellememelidir.
Nice zorlu yol koşullarında otobüsü beceriyle kullanarak yolcuları hedefine doğru götüren araç şoförünün yeni durumlarda ezbere dayalı tavırları büyük felaketlere yol açabilir.
Tecrübeleri taparcasına dikkate alarak, aşırı özgüvenle yok oluşa sürükleyen hataların yapılması dahi aslında Allah’ın kullarını eylemleri ve tavırları ile kuşatmasıdır ki bundan kaçış yoktur.
Tek istisnası ise kişinin noksanını, hatasını, günahını, suçunu bilmesi ve çok da geç kalmadan özür dilemesi/tövbe etmesidir.
Sadece kaçanın ve kovalayanın değil, taraf olanların ve seyredenler dâhil herkesin Allah dediği durumda biz gerçeği nasıl anlayıp da bileceğiz?
Böyle bir durum fitnedir (imtihan) ve bundan sakınmak, korunmak gerekir. Çünkü Allah’ın cezası şiddetlidir ve yalnızca zulmedenlere dokunmakla sınırlı kalmaz[iii] herkese gelebilir.
Biz kimsenin niyetini tam olarak bilemeyiz ama Allah kişi ile kalbi arasına girer[iv] ve gerçeği insanın kendine itiraf edebileceğinden daha fazla ve net olarak bilir. Bizlere de dua etmek düşer:
Güzellikler ekip, iyilikler biçmeyi; suçu olmayanlara değecek azabı geri döndüreceğin hayırlar işlemeyi, tavırlar geliştirmeyi nasip eyle Allah’ım!
[i] “Size bir iyilik dokunursa, bu onları üzer. Başınıza bir kötülük gelse, ona sevinirler. Eğer siz sabırlı olur, Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, onların hileleri size hiçbir zarar vermez. Çünkü Allah onların işlediklerini kuşatmıştır.” Âli İmrân 120. DİB.
[ii] Kıvrık bir sopaya benzeyen ve fırlatıldığında geri dönen, ağaçtan yapılma bir av aracı, TDK.
[iii] “Sadece içinizden zulmedenlere erişmekle kalmayacak olan bir azaptan sakının ve bilin ki Allah, azabı çetin olandır.” Enfâl 25.
[iv] “Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Resûlü’nün çağrısına uyun ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki, O’nun huzurunda toplanacaksınız.”Enfâl 24.