Bediüzzaman Said Nursi’nin en büyük mücadelesi küfre karşı olmakla birlikte ona göre bu savaşta en zayıf halka olarak imanı taklidide kalmış kişilerdir. Çünkü iman tahkiki bir mertebe de olmazsa kişi her türlü cereyandan etkilenir, aklına kolay soru işaretleri takılabilir ve nefsine karşı savunmasız durumda kalır. Bugün Risale-i Nur dünya’nın her köşesine ulaşmış ve onlarca dile çevrilmiş, en çok satılan kitaplar arasında yerini almış durumda. Kur’an-ı Kerim’den aldığı nurunu ve tazeliğini hala muhafaza ediyor. Fikri bir kitabın günümüz dünyasında bu kadar uzun süreli yer tutması mümkün değilken, insanlar Risale-i Nur’a sımsıkı sarılmaya devam ediyor. Eserler her geçen gün bir kişinin daha imanına vesile oluyor.
Nurculuk kavramı ise Risale-i Nur’ların serencamıyla birlikte ortaya çıkan ve günümüze kadar ulaşan bir kavram. Çok fazla fraksiyona sahip olmakla birlikte eserden faydalanan ve nasibini alan herkesin ortak sıfatı.
Eserleri tekrar tanımlama ukalalığına girmeden çok basit bir denklemi hatırlamak istiyorum:
Kur’an-ı Kerim yaş ve kuru ne varsa içine alan Allah’ın Kutsal hitabı;
Bu kitabı anlamak için başvurulacak en temel kaynak Hz. Muhammed’in(s.av) hadisleri ve aktardığı kutsi hadisler…
Bu noktadan sonra yine Peygamberimizin haber verdiği evliyalar ve müçtehidler var…
En son müçtehid, müceddid olarak inandığımız ve kabul ettiğimiz Said Nursi, bu zincirin son halkası.
Risale-i Nur olarak günümüze en iyi hitap eden tefsir olarak kabul görmüş bir eser. Engin bir ilim deryası olan Said Nursi birçok yerde ve ifadede Risale-i Nur’un sünühat lisanıyla yazdırıldığını; Risale-i Nur’un kendi eseri değil, Kur’an’ın malı olduğunu ifade eder.
Her fırsatta mevcut ve gelecekteki talebelerini tahkiki imanı elde etme mücadelesinde uyarır. “…Her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte, size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktıysa kalbde saklayınız. Bakır çıktıysa, çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz” der. Gerekli yerlerde üstüne basarak “fikri karıştığını” “fikri karışmasın” gibi durumları ekler veya kaçındığını ifade eder.
Bununla birlikte Risale-i Nur’un kapsadığı mevzular herkese hitap etmekle birlikte herkesin kendi seviyesine göre anlayacağı meseleler ihtiva eder. Bunu kendisi “Gerçi herkes kendi kendine bir derece istifade eder; fakat herkes herbir meselesini tam anlamaz” der ve mevzuların daha iyi anlaşılması ve bir ibadet olması yönüyle "Her bir adam eğer hanesinde dört beş çoluk çocuğu bulunsa kendi hanesini bir küçük medrese-i Nuriyeye çevirsin. Eğer yoksa, yalnız ise, çok alâkadar komşularından üç-dört zat birleşsin ve bu heyet bulundukları haneyi küçük bir medrese-i Nuriye ittihaz etsin.” Üstadın ifadeleriyle gerçekleştirilen bu haller zaman içinde bir hizmet tarzı olmuştur. Bugün dünyanın dört bir yanında Nur’a gönül verip, hizmet edenler Said Nursi’nin hizmet modelini uygulamaya çalışıyor.
Burada Risale-i Nur’un neşriyle birlikte ortaya çıkan nurculuk kavramına geri dönmek istiyorum. Nurculuk herkesin ortak sıfatı olması ve olabileceğiyle birlikte kaynağını ne kadar kaynağından aldığı konusunda çok acı tecrübelerle yüz yüzeyiz. Eserlerin o engin ufkundan kendimizi alıp kişilerin sığ fikirlerine istekle hapsolmak gibi bir yanlışa düşüyoruz. Üstad ısrar ve inatla “tahkik, müdakkik” derken biz birilerini taklid ediyor; fikirlerini tabiri caizse kopyalayıp yapıştırıyoruz.
Risale-i Nur’un açıklaması, üstadı, sözlüğü, rehberi, fikri her şeyi Risale-i Nur iken nazarları eserden çekip Risale-i Nurun binler nurundan birini almış birisine nazar etmek akıl karı görünmüyor. Konuşan kişi filanın aklından, filanın cümleleriyle konuşuyor. Oysa Kur’an- Kerim’de Allah bizlere hiç düşünmez misiniz diyor, üstad ben söylesem mihenge vurun diyor. Hem düşünüp, hem mihenge vurmak zor tabi…
Buraya kadar yazılan her bir kelimeyi ve düşünceyi şüphesiz biliyoruz. Lafa gelince mangalda kül bırakmıyoruz fakat olay uygulamaya gelince veya bir istişare anında herkes o filan kişisine dönüyor önceden bir kabullenmişlikle. Ne derse doğru diyor çünkü zevat. Tırsak cümlelerle, tırsak hareketlerle ve en önemlisi sadece onay makamında bu hizmet yürümez. Örnek alınacaksa alın size Üstad, fikir üretilecekse alın size dev gibi külliyat…
Dünyaya meydan okuyan bir Üstada tabi olmanın gururunu yaşamak en az onun kadar cesur olmaya çalışmakla olur. Bir çekirdek hükmünde olan Risale-i Nura hayat vermekle olur. Üstada tabiyim deyip, filanın arkasından gitmekle, el ağzından cümleler, el ağzından fikirlerle Nurculuk olmuyor… Zoruna giden, itirazı olan fiiliyatıyla ispatlar… Bana değil Üstadına…