“Hem zâtı hem de sıfatları sonsuz kemâlde olan.”
“Büyüklüğü akıl ve fehmin ihatasından münezzeh bulunan.”
“Göklerde ve yerde olanlar O’nundur. O, Aliyy’dir (yücedir), Azîm’dir.” (Şûrâ Sûresi, 42/4)
Azîm ismi, hem zâtın hem de sıfatların kemâline birlikte delalet eder. Azamette, heybet ve celâl mânâsı vardır.
Kur’ân’dan bir sûre okuduğumuzda bu tilavetimizi ‘sadakallahü’l-Azîm’ diye sona erdiririz; “Azîm olan Allah doğruyu ifade etti, hakikati ders verdi” deriz.
Böylece Kur’ân’ın da azametini hatırlar, “bütün insanlar ve cinler toplansa bir tek sûresinin bile mislini getiremeyeceğini” düşünür, onun belagatındaki azamete hayran oluruz.
Azîm olan Allah’ın kelamı taklide müsaade etmez. Bu hakikat, kâinat kitabı için de geçerlidir. Onun da ne sûrelerini, ne cümlelerini, ne de kelimelerini beşer taklit edememiştir ve edemez de.
Bir çiçekteki ilâhî sanatın azameti, herkesi aciz ve hakir bırakır; kimse onun taklidini yapamaz.
Azîm ismini çok yâd ettiğimiz bir mevki de rükûdur. Rükûda, ‘sübhane rabbiye’l-Azîm’, yani ‘beni en güzel şekilde terbiye eden Rabbim, Azîmdir, bütün noksan sıfatlardan münezzehtir’ demekle, insan terbiyesindeki azameti hatırlamış oluruz.
Bu azamet karşısında eğilme ihtiyacı duyan bir ruh ve bu ihtiyaca cevap verecek şekilde yaratılmış bir beden...
İşte, ruhun ve bedenin böyle en güzel bir şekilde terbiye edilmeleri, ancak Azîm olan Allah’a mahsustur. Sorularla İslamiyet