“Ölümden sonra dirilten.”
Muîd, iade eden demektir. Varlıkların ilâhî ilimde planlandıktan sonra bu dünyaya gönderilmeleri, “ilim dairesinden kudret dairesine geçiştir.” Bu geçiş, ibdâ’ ile tahakkuk eder.
Dünya faslının sona ermesiyle, bütün nefisler ölümü tadarlar ve yeniden ilim dairesine geçerler.
İşte, ahirette bu varlıkların ikinci kez kudret dairesine geçirilmeleri, bir iadedir ve Muîd isminin tecellisiyledir.
Konuyu ruh yönünden ele aldığımızda şöyle de diyebiliriz:
İnsanın esası ruhtur ve ruha verilen hayat sıfatı onda ebediyen kalacak, geri alınmayacaktır.
İnsanın ölmesiyle, ruh hayatiyetini yine devam ettirir, ama beden artık elinden gitmiştir.
Meyveyi sadece seyir ve tefekkür eder, fakat tadına bakamaz. Çünkü, dil elinden gitmiştir.
Diğer cismanî lezzetler de buna kıyas edilebilir. İşte mahşere çıkışta, ruha yeniden beden iade edilecek ve bu yeni dirilişle ruh, cismanî lezzet ve elemleri almaya yeniden başlayacaktır.
Bu ism-i şerifi yâd eden bir mü’min, ölümün mutlak yokluk olmadığını bir kez daha hatırlayacak ve beden-ruh beraberliğiyle geçirdiği bu hayatın, ölümle son bulmayacağını; bedeninin daha mükemmel bir şekilde kendisine yeniden iade edileceğini hatırlayacaktır.
Bu ikinci yaratılışın kendisi hakkında Cennet olarak tezahür etmesi için, ömrünü istikamet dairesinde geçirmeye çalışacaktır. Aksi halde, Cehennemde hem cismanî, hem de ruhanî azaplar çekeceğini hatırlayıp nefsini dizginleyecek, şeytandan uzak duracaktır.