Van depreminin bütün dehşetini iliklerine kadar hisseden bir depremzede ile konuşuyorum. Şöyle anlatıyor;
“İlk depremin ardından devam eden artçı depremlere rağmen apartmanda bulunan kendi dairemizde kalmaya devam ediyorduk.
Depremin ilki, gündüz öğleden sonra, ekser insanlar dışarıda olduğu bir zamanda olmuştu. Ve havalar soğuk değildi. Geceleyin dışarıda arabalarda idare ediyor gündüzleri evlerimize girip ihtiyaçlarımız görüp tekrar dışarı çıkıyor ve hayatın normale dönmesini bekliyorduk. Artçı depremler devam ettiğinden de ne yapacağımıza karar veremiyorduk. Sürekli sallanan Van’ın sallanmasının bitmesini bekliyorduk. Depremin sükûnete ermesi neticesi evlerimizi onarıp içerisine girmeyi planlıyorduk. Ta ki ikinci şiddetli artçı deprem gelinceye kadar.
Bir akşam saat dokuz sıralarıydı. Apartman dairemizin balkonundan gece Van’a bakıyordum. Biraz huzursuzdum sanki bir şeyler olacak gibiydi. Hava oldukça soğuktu balkonda bir iki dakika ancak durabilmiştim. İçeri girdim ve koridora vardım ki, ikinci ve sonradan öğrendiğim en şiddetli artçı deprem birden şiddetle evi sarsmaya başladı. Deprem öyle şiddetli alttan vuruyor sağa ve sola beni sallıyordu ki ayakta duramıyor top gibi bir sağ duvara bir sol duvar çarpıyordum.
Normal zamanlarda bedensel olarak güçlü ve gerçekten ölüm gelse kolay kolay korkmayacak bir adam olmama rağmen bu sağa sola savrulmalarda öyle etkilenmiş, öyle ölüm korkusu iliklerime kadar işlemişti ki gazel yaprağı gibi titriyordum. Hanımımın mutfakta avazı çıktığı kadar bağırdığını işitiyor çaresizlikten hiçbir şey yapamaz halde,yere yuvarlanmış bir vaziyette hangi duvarın üzerime gelip altında ölüm şerbetini içeceğimi bekliyordum.
Bu vaziyette saniyeler seneler gibi uzuyordu. Birden elektriklerde gitmişti. Van zifiri karanlığa bürünmüştü. Karanlıktan göz gözü görmüyordu. İnsanlar bağırıyor çağırıyor, apartmandaki bilhassa kadınların çığlıkları, çocukların bağrışı, depremin uğultusu, gürültüsü birbirine karışıyor çaresiz çırpınıyorduk. Çırpınmaktan öteye şaşkın ördekler gibi sağa sola savruluyorduk.
Sonra sarsıntılar birden durdu, el yordamlarıyla, telefonlarımızın ışığıyla, düşe kalka, yuvarlana, yürüye kendimizi apartmandan dışarı attık. İnsanlar ağlıyor, bağıran, çağıran şuursuzca oradan oraya karanlıkta koşuşan bir birine çarpan yere düşenler, hâsılı adeta kıyamet provası gibi bir manzara.
Depremin gündüz olanını görmüştük o da çok zordu ama hiç olmazsa dışarıya kendimizi attığımızda, dünyayı etrafımız görüyor, daha dikkatli ve paniksiz hareket etme imkanını bulabiliyorduk. Bu defa deprem gece olmuştu ve depremin gece olanı gerçekten çok zordu ve dayanılması imkân harici gibiydi. Gece dışarıda şiddetli dondurucu soğuk ve birde üstüne üstlük zifiri karanlık ve ne yapacağını bilemeyip yarı şuurunu kaybetmişçesine körü körüne oraya buraya koşuşan ve yanındakini bile ayırt edemeyen ve eşini dostunu, çocuğunu arayan insanlar.
Apartmanımızın bulunduğu sitenin hemen elli metre yakınında bulunan ana cadde, bir anda ana baba gününe dönmüş, mahşeri bir kalabalıkla dolmuş ve trafik bir anda kilitlenmişti. Kendimizi sokağa ve caddeye atıyoruz. Bütün insanlar sokaklara ve caddelere akın etmiş vaziyette. Arabalara hücum edenler, arabasına binip hızla kaçmaya, sağa sola gitmeye, eşine dostuna ulaşmaya çalışanlar yüzünden sokak ve caddeler bir anda arabalarla doldu. Kimin ne yaptığı nereye gittiği belli değildi. Etraf zifiri karanlık göz gözü görmüyor sadece yanan araba farlarıyla insanlar etraflarında olan bitenleri anlamaya ve yolda yürümeye çalışıyorlardı.
Telefonlarımızda bir anda kilitlenmişti. Kimseyle görüşemiyorduk. Şunu belirteyim ki cep telefonları ışıklarıyla bu gibi durumlarda en büyük vazifeyi yapıyorlar. Telefon ışıkları sayesinde sağınızı solunuzu görebiliyorsunuz.
Ana caddeye gelmiştim. Kendi kendime dedim bu paniklemede, elektrikler yok, trafik lambaları yok, her taraf araba kaynıyor, delicesine kontrolsüz arabalar ve koşuşan insanlar. Bunlar nasıl hareket edecekler, trafiğin seyri mümkün değil, ne olacak bu insanlar bu arabalar.
Ana caddeye geliyorum tam kavşakta ne göreyim, kilitlenen trafiği, trafikçi polisler açmaya çalışmıyorlar mı? Hemen her kavşakta iki üç polis, ardı ardına öttürdükleri, düdüklerle el ve kol hareketleriyle panik halinde kaçışan insanları, arabaları sakinleştirmeye ve onlara yol göstererek trafiği açmaya ve rahatlatmaya çalışıyorlardı.
Dedim bu kadar da olamaz. Bunlar nasıl insanlar. Bunların çoluk çocuğu yok mu, eşi dostu yok mu? Kendilerini, sevdiklerini bırakmışlar ve vatandaşların imdadına koşmuşlar. Bu ne büyük bir fedakârlık. Bu şartlar içerisinde evlerinin, yakınlarının yardımlarına koşsalar kim onlardan hesap sorar? Ama onlar bu normal olanı yapmamışlar, İnsanüstü bir gayretle, oradan oraya koşuşan insanları rahatlatmaya ve trafiği sakinleştirmeye ve yolları açmaya çalışıyorlardı. Hayretimden ağzım açık halde onları hayranlıkla seyrediyordum.
Bu kahraman polisler kendilerini, sevdiklerini bırakmışlar, Van’ın depremzede insanına yardıma çalışıyorlardı. Eğer bu fedakâr polisler olmasaydı, mutlaka trafik kilitlenecek ve arabalar adım atamaz halde duracak, panik halinde bu insanlar o öfke ve sinir krizi içerisinde biri birlerini çiğneyecekler ve işler bütün bütün içinden çıkılmaz bir hale girecekti. Zira depremin verdiği panik, dehşet ve korku gecenin karanlığı ve soğuğu en itidalli adamı da ne yaptığını bilmez hale getiriyordu.
Fedakârlığın ve millet sevgisinin ve vazifeye düşkünlüğün bu kadarına zerre kadar vicdanı olanın hayran olmaması mümkün değildi. Evet bu kahraman polislere bakıyor ve onların gösterdiği bu insanüstü gayret ve fedakarlık karşısında samimiyetle itiraf ediyorum gözyaşlarımı tutamayarak ağlamaya başlamıştım.. İşte eli ayağı öpülesi insanlar bunlar diye ağlıyordum. Onlara öyle bir muhabbetle ve sevgiyle bakıyordum ki utanmasaydım ayaklarına kapanacak ellerini ayaklarını öpecek sizlerden Allah razı olsun ne büyük bir hizmet yapıyorsunuz diyecektim.”
Depremzede Vanlı kardeşim olayları anlatırken baktım yine duygulanmış ve o anı yaşıyor gibi gözleri nemlenmişti. Hakikaten herkesin nefsini düşündüğü ve sevdiklerinin imdadına koşmaya çalıştığı o dayanılmaz vaziyette bu kahraman güvenlik güçleri, kendilerini sevdiklerini düşünmeyerek diğer insanların yardımına koşmuşlardı. Bu kahramanane haslet karşısında duygulanmamak mümkün değildi. Bende dinlerken fevkalade duygulanmıştım.
Yine bu asil güvenlik güçleri depremin ilk gününden itibaren şehri adeta ablukaya alarak muhacir olan halkın evlerini, apartmanları hemen koruma bantlarıyla koruma altına alarak güvenliği sağlamış ve hırsıza, yağmacıya, talancıya fırsat vermemişler ve şehirde adeta kuş uçurtmadıklarını da daha önce telefonlardan öğrenmiştim.
Birden depremden evvel Kurban Bayramına birkaç gün kala, Bitlis Norşin İlçesi arasında patlatılan bir mayınla şehit edilen polisleri ve yine Ramazanda gece sahurda hırsız var diye çağrılan ve tuzağa düşürülerek çapraz atışla öldüren polisi ve daha nice suçsuz günahsız yere öldürülen güvenlik güçlerimizi konuşmaya başlamıştık.
Birileri haince ve alçakça bu insanların hayatına kastederken, onlar, dost ve düşman demeden kendilerine bile kurşun sıkanlara hizmetten geri kalmıyorlar. Türk, Kürt demeden, ırkına cinsiyetine bakmadan, insanları ve milletini ve vatanını canından ve sevdiğinden daha çok sevdiğini, hizmetleriyle fiilen ispat eden bu kahraman polislere kurşun sıkanların acaba Van’da gördükleri bu fedakâra ne kahramana ne hizmetlerine bakıp ta vicdanları hiç sızlıyor mu acaba? Polise ve güvenlik güçlerine kin ve düşmanlık besleyenler, eğer insan iseler ve eğer kalp ve vicdan diye bir duygu taşıyorlarsa Van’daki bu manzara karşısında selam durmak mertliğini göstermeleri gerektiğini, bu memleketin havasını teneffüs edip bu toprağın ekmeğini yiyen insandan beklememiz kadar normal ne olabilir?