Bu mes’eleye temâs etmeye bizi sevk eden iki hâdise hâsıl oldu. Bunlardan ilki, tarafıma gönderilen bir dizi kitap içinde Ellàh yazıyor olması ve diğeri ise, yaptığımız bâzı paylaşımlarda ‘Allah c.c yardım etsin’ veya ‘Allah c.c mekânını Cennet eylesin’ gibi yazdığımızda, “Allah değil, Ellah yazılmalı yâni ‘A’ ile değil, ‘E’ ile yazılması lâzım” tarzında mesajların bana gönderilmesidir. Buna binâen de bu çalışmayı yapmak nasîb oldu, peki nelere temâs edeceğiz:
1-Niçin Ellàh diye yazıyorlar ve zikrediyorlar, hareket noktaları nedir?
2-Lafzatullah nasıl okunur, ta’rîfi nedir ve bu mes’eleye bakıyor mu?
3-Lafzatullah’ın Arapça telaffuzunu, ana dilleri Arapça olan hâfızlardan ve dünyâca meşhûr kârîlerden dinleyeceğiz.
4-Türkçe ‘deki hangi harf bu sesi daha iyi karşılar, bunu tesbît edip bitireceğiz.
1-Niçin ‘e’ harfi ile ‘Ellàh’ diye yazıyorlar ve zikrediyorlar?
Lafzatullah yâni Allah lafzı, Arapça da harfü’t-ta’rîf denilen el-takısı ile yazılır. El-takısı ise, Elif ve Lâm harflerinden oluşur diye genelde izâh edilir. Baştaki Elif, harekeli olduğu için ağırlıklı olan görüşe göre hemze’dir ve bu hemze; hemze-i vasıl’dır.
Fethâ‘lı Hemze yâni üstün ile harekelenmiş Hemze, arapça da ‘e-a’ arası bir ses ile telaffuz edilir. Hemze ile başlayan kelimelerin telaffuzlarını ana dilleri arapça olan Mısırlılar veya Suudîlerden dinleyebilirsiniz. Fakat ülkemizde bâzı kaynaklarda bu fethâlı Hemze için Türkçe’deki ‘e’ sesidir diye öğretildiğinden, buradan başlayan bir problem oluşuyor. Zâten Türkçe’deki ‘e’ sesinin mahreci ile, arapçadaki fethâ’lı Hemze’nin mahreci arasında şöyle ince bir fark vardır. Türkçe’de ‘e’ harfi, dili çok hafif ileriye doğru hareket ettirilerek çıkarılan ince bir ‘e’ sesidir, meselâ; elma, etek, elbise gibi.. Arapça’da aksa’l-halk (أقصى الحلق) denilen yâni boğazın göğüse bitiştiği yerden çıkarılan Hemze ise; ‘e-a’ arası bir sestir.
Hâsılı, Ellàh olarak zikreden ve yazanlar; Allah lafzını münferid okuyacakları zaman başındaki hemze-i vasıl, eliftir ve Elif; ‘e’ sesidir diyerek, Ellàh olarak okumaya ve yazmaya başlamışlar.
İşte bizim i’tirâz noktamız ve düzeltilmesi gereken yer tam burasıdır. Fethâ ile harekelenmiş hemze için; Türkçe’deki ‘e’ sesi derseniz, herkes ‘elbise’ derken, ‘elma’ derken çıkardıkları ince ‘e’ sesi ile Allah lafzını telaffuz ederler ve nitekim de böyle telaffuz ediyorlar. Bu nedenle de şimdiye kadar hiç işitilmemiş ve duyulmamış bir telaffuz ve seslendirme ve bir hitâb ortaya çıkmaktadır. Meselâ:
-Ellah’ım bana yardım et.
-Şüphesiz ki Ellah doğru söyledi.
-Ellah’a güvenen yolda kalmaz.
-Ellah’ım rızkımızı arttır.
Bakınız, bu şekildeki telaffuzları duyuyor ve okuyoruz halbuki, şimdiye kadar hiçbir Müslümanın işitmediği bir telaffuz ve hitâb şeklidir bunlar. Yoksa, Allah lafzının ‘e-a’ arası bir ses ile yâhut ‘a’ ya yakın bir ses ile telaffuz edilmesinde bir beis yoktur. İşin hakîkatini anlamaya doğru adım adım gidelim.
2-Lafzatullah nasıl okunur, ta’rîfi nedir ve bu mes’eleye bakıyor mu?
Lafzatullah’ın nasıl okunduğunun ta’rîfini umûm tecvîd kitaplarından bulabilirsiniz. Sâir dillerdeki tecvîd kitaplarında da ta’rîfi aynıdır. Şöyle ki:
“Lafzatullah’dan evvelki kelimenin son harfinin harekesi fethâ veya damme ise, lafzatullah ‘kalın’ okunur, eğer kesrâ ise lafzatullah ‘ince’ okunur” denir, fakat; buradaki ta’rîf, lafzatullah’taki Lâm harfinin okunuşuna dâirdir. Peki, Allah lafzını münferit olarak nasıl okuyacağız?
Tecvîd ilminde de bahsedildiği gibi, bir takım sesler ve telaffuzlar ancak fem-i muhsin denilen Kur’ân’ı doğru ve güzel okuyan icâzetli hocalardan dinlenerek ve onlarla çalışarak öğrenilir. Lafzatullah’ın münferit olarak okunması için doğru telaffuz ve seslendirmesinde, elbette ana dili Arapça olan fem-i muhsinlere nazar edeceğiz.
Dikkat ederseniz, bizim anadilimizde de öyle kelimeler vardır ki, onları yabancı birisi ne kadar Türkçe gramer çalışırsa çalışsın, gramer bilerek akıl yürütmekle nasıl okunacağını bilemez ve bizim kadar tam ve doğru bir ses ve telaffuzla da zikredemez. Ne kadar yaklaşsa da, yine de farkedilir. Bu bütün diller için geçerlidir. O halde söz sâhibi, ana dili Arapça olan icâzetli ‘ehl-i ilim’dir. Onları berâberce dinleyeceğiz, bakalım Türkçe’deki ince ‘e’ sesine mi daha yakın, yoksa bahsettiğimiz üzere ‘e-a’ arası veya ‘a’ sesine mi daha yakın berâber anlayalım.
3-Lafzatullah’ın Arapça telaffuzunu, ana dilleri Arapça olan meşhûr kârîlerden ve hâfızlardan dinleyeceğiz.
Bizim için onlar fem-i muhsindirler. Ve onların okuyuşlarında, ince ‘e’ sesiyle Ellah diyenlerini bulamayacaksınız. Ya ‘e-a’ arası bir sesle, ya da ‘a’ sesine çok yakın olarak telaffuz ettiklerine şâhid olacaksınız. Şimdi nasıl bir yol izleyeceğiz kısaca ta’rîf edelim:
Dünyâca meşhûr olmuş ve kabûl görmüş dokuz kârîden berâberce dinleyeceğiz. Bunun için, âyetin başında Allah lafzı olan ve önceki âyet ile de birleştirilmeden okunan örnekleri alacağız. Meselâ, Âl-i imrân Sûresi’nin ikinci âyeti Allah lafzı ile başlamaktadır. İlk iki âyeti yazıyorum:
الم (*) اَللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْحَیُّ الْقَيُّومُ
(Âl-i İmrân Sûresi, 1-2)
Öncesinde umûmuna teşmil niyetiyle euzubesmele ile başlayıp, her kârîden ilk iki âyeti bölmeden dinledikten sonra, yalnızca lafzatullah’ı okuyuşlarını tekrardan arka arkaya sizlere dinleteceğim.
Bu arada kimlerden dinleyeceğiz, bu zâtlar hakkında kısa bir bilgi de verelim:
عزيز عليلي : (Azîz Alîlî) Mekke’de Harem-i Şerîf’teki Erkam bin Erkam Enstitüsünde Şeyh Abduddah Abdul Settir Al-Magribi ile on Kıraati okudu ve icâzet aldı.
الشيخ سعد الغامدي : (eşŞeyhu Sa’de’l-Gâmdî) İmam Muhammed bin Suûd İslam Üniversitesi’nde okudu, Kıraatte icâzeti var ve Kur’ân-ı Kerîm Suûdî Bilim Kurulu Üyesidir.
ماهر المعيقلي : (Mâhire’l-Muaykılî) Mekke’de, Mescîd-i Haram imamıdır.
مشاري العفاسي : (Mişârî’l-Afâsî) Okuyucuların oy kullanmasına açık olarak yapılan bir oylamada, en iyi Kur’ân okuyucusu olarak seçildi ve Mısır’daki Arap Birliği tarafından da, özgün çalışmaları nedeniyle kendisine Oscar ödülü verildi.
احمد العجمي الشيخ : (eşŞeyhu Ahmede’l-Acmî) İmam Muhammed bin Suûd İslâm Üniversitesi, şeriât bölümünden mez’ûn olmuştur.
الشيخ عبد الرحمن السديس : (eşŞeyhu Abdurrahman es-Sudeysi) Mekke’de İmam ve Hâtiptir. Riyad’daki Şeriât Fakültesinden İslâm Şeriât Hukûku diplomasını aldı ve İmam Muhammed bin Suûd İslâm Üniversitesi’nden yüksek lisans ve doktora derecesini aldı. Daha sonra Ümmü’l-Kurra Üniversitesi’nde İslam Şeriat’ı bölümünde yardımcı doçent olarak çalıştı. Te’sîrli Kur’ân okuyuşu ile tanınan bir kârîdir.
محمود خليل الحضري : (Mahmûd Halîl el-Husarî) Sekiz yaşında Kur’ân-ı Kerîm’i hıfz etmiş ve On Kıraat’ı da meşhûr El-Ezher Üniversitesi’nde öğrenmiştir.
محمد صديق المنشاوي : (Muhammed Sıddık el-Minşâvî) Mısırlı ve dünyâca meşhûr bir kârîdir.
عبد الباسط عبد الصمد : (Abdu’l-basit Abdu’s-Samed) 1970’lı yıllarda üç dünya Kıraat yarışmasını kazanan ve 12 yaşına kadar 7 Kur’an kıraatini ve 14 yaşına kadar da 10 kıraatin tamâmını öğrenen ve ses tonu tarzı, dikkat çekici nefes hâkimiyeti ve benzersiz sesiyle “Altın Boğaz” ve “Cennetin Sesi” nâmlarıyla meşhûr olmuş ve bugün birçok Müslümanın kendisini taklît etmeye çalıştığı ve herkesin tanıdığı meşhûr kârî Abdulbasit Abdussamed.
Şimdi bahsettiğimiz üzere dinlemelerimize geçelim.
(*) Yalnızca makâlemizi okuyan kardeşlerimizin dikkatine: Bu kısımlar ancak dinleyerek anlaşılacağından, çektiğimiz video’yu izlemeniz gerekmektedir.
4-Türkçe‘deki hangi harf ile daha iyi ta’rîf edilebilir, bunu tesbît edip bitireceğiz.
Video’muzda ünlü kârîlerin lafzatullah’ı nasıl okuduklarını işittiniz. Daha iyi anlaşılmasına kolaylık olması açısından, yalnızca Allah lafzını okuyuşlarını da arka arkaya tekrardan dinledik. Türkçe’deki ince ‘e’ sesine değil, ‘a’ sesine daha yakın olduğu âşikâr.
Bu kadar âlimi ve ana dili arapça olan kurrâları, hâfızları; yanılmış ve bilememiş vazîyetine düşürmek, asıl yanılmak olsa gerektir. Bu nedenle memleketimizde de, harf devrimi sonrası, lafzatullah’ın telaffuz ve sesinin ‘a’ harfi ile daha doğru ve daha yakın karşılandığı tesbît edilmiş ki, o zamandan bugüne kadar dâima Türkçe’deki ince ‘e’ sesi ile ‘Ellàh’ olarak değil, ‘a’ ile ‘Allah’ olarak yazılmış ve söylenmiş. Hem gerekirse ‘a’ harfinin üzerine bir inceltme işâreti konularak da yazılabileceği halde, bunu ince ‘e’ sesi ile yazmak ve zikretmek, yepyeni bir çığır açmak olmuş.
Tecvîd ilminde bâzı mahreç ve sesleri kitaplardan yâhut gramer kurallarından çıkararak değil ancak kabûl edilmiş, icâzet sâhibi bir hocadan öğrenebiliriz, bu kâideyi asla unutmayalım. Hem bilirsiniz veya bilmelisiniz ki; hâfızlar, hocasından nasıl işitiyor ise öyle hıfz ettiği ve bu şekilde talebe-hoca silsilesi hâlinde tâ asr-ı saadete kadar uzandığını da hatırdan çıkarmayalım.
Hem günümüze kadar gelmiş eserlerde ‘Allah’ lafzını ‘a’ ile yazanların da ehl-i ihtisas ve âlim zâtlar olması hasebiyle, bu kadar üzerinde içtimâ etmiş bir ümmetin yanıldığını ve düşünemediğini zannetmek hatâsına bizler de düşmeyelim. Ve bu tür teşebbüslerin de fayda değil, daha çok zarar getirdiğini zirâ avâmın zihinlerini ve kalplerini bulandırdığını da hatırlatalım, ikâz edelim.
‘Ellah zâlimlerin hakkından gelir’ değil, ‘Allah zâlimlerin hakkından gelir’ diyerek lafza-i celâle de muvâfık bir tarzda telaffuz edip bitirelim.