Bediüzzaman’a göre yeni dönem emeğin dönemidir. İnsanın ve emeğin serbestleşmesi ve malikleşmesi...
Sosyalizmin kekeme ve iptidai olarak görebildiği, kapitalizmin ise üzerinden ezip geçtiği insanlığın zirvesi bu noktadır.
Sosyalizm, işçinin devletinden devletin işçisine savrulurken, salt devleti savunmaya evrilmiştir. Buradan da ifrat ederek komünist olmuştur. Halbuki insanın ve emeğin Hak dışında mutlak bağımlılığı olmaması gerekir, serbestiyet ve malikiyet olmadan emeğin onuru kurtulamaz.
Bediüzzaman insanın ve emeğin onurunu şu şekilde ifade eder: insan (ve dolayısıyla emek) esir olmak istemediği [karşıtı=serbestiyet] gibi ecir (ücretli) de olmak istemez [karşıtı=malikiyet].
Emek ve devlet
“Maîşet için tarik-ı tabiî ve meşru ve zîhayat, san’attır, ziraattir, ticarettir. Gayr-ı tabiî ise, memuriyet ve her nev’iyle imarettir. Bence imâreti, ne nâm ile olursa olsun, medâr-ı maişet edenler bir nev’i cerrar ve aceze ve seeledir—fakat hilebaz kısmında...
Bence memuriyete veya imarete giren, yalnız hamiyet ve hizmet için girmelidir. Yoksa, yalnız maişet ve menfaat için girse, bir nev’i çingenelik eder. (HAŞİYE: Ey memurlar, Eski Said’in kırk beş sene evvel söylediği bu sözünden gücenmeyiniz.)” Bediüzzaman
Devlet hizmetini (imaret) geçiminin asıl unsuru yapmak.. yani memuriyeti bir meslek haline getirmek... “Devlete çalışırım, bu vesile geçimimi yükseltirim” düşüncesi insan ve emek içinde bozulmayı getiriyor... Hizmeti devletleştirmek... Emeğin ve yeteneğin dışında bir gelir caiz değildir. (Caiz olan, devletin hizmetçi olmasıdır.)
Devlet hizmeti karşılığında asıl bir ücret istenmez. Bitmeyecek bir memuriyet diye bir şey olmaz; bu durum günümüzün demokrasi ve haklar bağlamında dahi hem de insan onuru açısından kabulü zor bir durumdur.
Bediüzzaman’a göre millete hizmet dışında memuriyet dilenciliktir; kendisi de hayatındaki memuriyet dönemi olan Dar’ul Hikmet-ül İslamiye azalığını, “yalnızca milletine hizmet için” kabul etmiş, aldığı maaşı eserlerini telif ettirerek ve ücretsiz dağıtarak milletine iade etmiş ve kalanını da ömrü boyunca millet, vatan ve din hizmetinde harcamıştır. ( Bediüzzaman’ın memuriyet serüveni, Ömer Seyfettin’in meşhur Pembe İncili Kaftan hikayesindeki Muhsin Çelebi karakterine benzerlikleri dikkat çekicidir.)
Devlet hizmetinin aslı ise “emri bil maruf nehyi anil münker...” den ibarettir; yani i’lay-ı kelimetullah idealidir. Efendilik ya da cihangirlik davası değildir.
İslam toplumunda idareci ya da önder ümmetin en hayırlısı olmadığı gibi (Hz. Ebubekir’e atfen) en çok kazananı da değildir (Hz. Ömer’e atfen). Hatta tam tersi olarak kabul edilir. (Ömer bin Abdülaziz örneği). Adaleti mahza gereği (Hz. Ali örneği) bir toplumun bütün hasenatı toplumun geneline verilir, hatalar ise idarecilere fatura edilir. Bunun tam tersi istibdat olarak adlandırılır.
Kanuni Sultan Süleyman haremiyle görüşürken onlara "Velinimet-i âlem kimdir?" diye sorar. Onlar "Padişah efendimizdir" diye cevap verince Kanuni, "Hayır, dünyanın efendisi reâyadır ki, ziraat ve harâset (çiftçilik) emrinde huzur ve rahatı terk ile iktisab ettikleri nimetle bizleri it’âm ederler" der.
Sosyalizm ve din
“Cumhuru bürhandan ziyade mehazdeki kudsiyet imtisale sevkeder” diyor Bediüzzaman sosyalistlere hitaben. Kudsiyete (Hakk’a) dayanmaya davet ediyor. Ancak merkez olan mehaz’a ya da fıtrata dayanarak sınırlamalardan kurtulabilir.
Sınır merkezi bulamayanlar içindir.
Bir şeyin tanımı merkezine göre yapılır.
Merkez neredeyse sınır oradadır.
Adem-i merkeziyet fikri, niyeti ne kadar güzel de olsa, doğru tanımlanmamış bir çokluğun fıtratı zorlayacağı göz önünde tutmalıdır. İnsan ve emek sayısınca merkez tayini vardır ki bu şirketleşmenin, ortaklığın yolunu açar (kapitalizmin değil).
Her insanın kendi bir devleti (alemi) vardır. İnsanın ve de emeğin merkezi, kendi aleminde şahsıdır; şahsın çalışması ile alem zenginleşir, durması ile alem fakirleşir. Kur’an’da “insan için yalnız çalıştığı kadarı vardır” buyurulmaktadır. Şeyh Edebali’nin: “insanı yaşat ki devlet yaşasın” sözünün tam yerinden söylenmiş bir söz olduğunu bu noktada idrak etmek gerekiyor.
Bu nedenle, insanın iradesi ve emeği, kendi alemini açacak ya da tutulmasına (küsuf) yol açacak işlevleri ifade eder.
Emek sermaye ortaklığı da bu merkezden üretilecektir.
İslam şeriatı insana ve emeğe öyle haklar veriyor ki, onları eşit ortaklar haline getiriyor. Batı, insanı ve emeği küsufa uğratıyor, kendi alemini söndürüyor, sisteme mahkum ediyor. Gerçek insan ve emek özgürlüğü ancak İslâm’ın ifade ettiği mehazdan çıkan ışıkla görülebilir.
Batı demokrasisi ve ekonomisi sistemi zengin ferdi fakir eder. İslâmın insan (fıtrat) merkezli olması ile ki bu vakıf medeniyetinin temelini oluşturur, Batı’nın sistem merkezli olup insanın ve emeğin hiyerarşiye mahkum edildiği yaklaşımı arasındaki farkı netice vermiştir. “Sen çalış ben yiyeyim” bu demektir. Buradaki sistemin sertliğini ifade eden de:” Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse, bana ne” sözüdür.
Bu iki söz iki meyveyi veriyor:
Birincisi: Sefahat ve gaddar sermaye
İkincisi: Anarşistlikle yakıp yıkan emek
Çeklerin meşhur siyaset adamı Vaclav Havel durumu özetliyor: Sosyalizm döneminde eşit olarak fakirdik... Kapitalizmle birlikte eşit olmayan şekilde zenginiz…
Yeni slogan: Bankasız yaşam
Batılı sistemde insan alemini küsufa mahkum eden temel direk bankacılıktır. Bankacılık sistemi insanın ve emeğin sermayesini bloke etmektedir.
Tüketici Hakları Derneği bir süre önce insanları iki gün sürecek bir eyleme çağırdı: "bankalara gitmiyoruz, kredi kartı kullanmıyoruz" Amaç, “bankaların dizginlenemeyen iştahına dur diyebilmek ”ti. İki günlük eylemden ancak farkındalık doğarsa da bu bir başlangıç olacaktı. “Oysa banka ile ilişkimiz, yıl boyu süren ve bizim sistematik ve yasal ütüldüğümüz bir süreç...” deniliyordu.
Bu amaçla bazı yazarlar “hızla bankasızlaşma” kılavuzları hazırladılar. Dolayısıyla, çözümün yeni bir insan, emek ve ekonomi anlayışı olduğu kesin bir yargıya dönüşmüş durumda…
Bediüzzaman, ancak ve ancak bankacılığın ortadan kaldırılması ile mevcut insan ve emek sömürüsü temelli zalim sistemin temelinden çökebileceğini söylüyor. Çünkü, bütün zulümlerin ve kavgaların sebebi buradaki haksız yapıdır.
Bankacılık, hiyerarşide yukarıdakilerin aşağıda olanların emek ve kazancından pay alması düşüncesi üzerine kurulmuştur; yani zenginin fakirin kazancından, çalışmayanın çalışanın kazancından, sermayenin emeğin kazancından bir payı vardır.
Zekat ise bunun tam tersi bir sistemdir. Yani fakirin zengin üzerindeki hakkını almasıdır. Bu miktar zengin için de bereket ekonomisinin temel taşıdır aynı zamanda... Fakir için, bu sermaye, zaruri ihtiyaçlarını gidererek, rızkın temini ve emeğin sermayesi için de maya olacaktır. Sosyal barışın teminidir. Bir tarafta merhamet ve sevgi, karşılık olarak itaat ve saygı dayanakları ile emniyetin de vesilesidir.
Çalışma ekonomisi
Çalışma şartları da İslâm’ın insan merkezinde şekillenir. Emek ve sermayenin hayatın her alanında eşitliği muhakkaktır.
Sermaye de işçinin yediğinden yiyecektir.
Komşusu açken tok yatan toplumdan dışlanmıştır.
Her sofrada en az bir fakir bulunacaktır. Hiçbir fakir yoksa Bediüzzaman’ın yalnızlık günlerinde yaptığı gibi yiyeceğini karıncalarla, farelerle, kedilerle paylaşacaktır.
Zekat hayatın her alanındadır; Vakıf medeniyeti bu demektir. Sadaka-ı cariye, yani işleyen, üreyen sadaka İslâm’ın getirdiği bir sistemdir. Balık yedirmenin hatta balık tutmayı öğretmenin çok ötesinde bir sözdür sadaka-ı cariye...
Hayırda yarışmak, kazanma değil kazandırma ideali; kendi ihtiyaç içinde olsa da nefsini kardeşine tercih etmek olan i’sar hasleti gibi pek çok yaklaşım vardır.
Buradaki ekonomi iman ekonomisidir. İmanı elde eden herkesle ve her şeyle dost ve enis olur; evrensel bir ortaklığa imza atar.
Tüketmek değil, beraberce üretmek esastır; birinin faydası için diğerinin kaybettiği sistem değil; bilakis herkesin kazancı için bile olsa birinin kaybına izin vermeyen bir eşitlik anlayışıdır.
Kıyamet kopacağını bilse bile elindeki fidanı hakkı olan yerine, toprağa dikme emrini veren İslâm şeriatıdır. Bir karıncanın hakkını dahi ihmal etmeyen bir şeriat insanın hukukunu elbette mükemmelen tespit etmiştir.
Marks’ın sosyalizminden sonra ve kapitalizmin baskısından kurtuluşun yegane yolu şeriattan alınan serbestiyet ve malikiyet devrinin açılmasıdır. Buna ulaşmak için İslâm alemi (ve alimleri) çalışmalıdır.
Emek ve direniş
"Ey Müslümanlar, eğer siz insan değil de sinek olsaydınız, vızıltınız İngilizler'in kulaklarını sağır ederdi." Bu sözler, Bediüzzaman’ın fikirlerini de çokça etkilemiş Cemaleddin Afganî'ye aittir. Afganî, Müslüman coğrafyasının ilk anti-emperyalist seslerindendi.
Bediüzzaman da benzer şekilde fıtratlara seslenecektir: “ Fıtri meyelân mukavemet-sûzdur. Bir avuç su, kalın bir demir güllesi içine atılsa kışta soğuğa maruz bırakılsa, meyl-i inbisat demiri parçalar. Evet, şefkatli tavuk cesareti, hamiyetli keçi ıztırarî şecaati gibi fıtrî bir heyecan, demir güllede su gibi zulmün bürudeti husumet-i kâfirânesine maruz kaldıkça her şeyi parçalar. Rus mojikleri buna şahittir.”
Ali Şeriati: “Muktedire itiraz ya inzivaya çekilerek ya da kıyamlarla olacaktır” demiştir. Ali Şeriati'nin oğlu İhsan Şeriati ise: "Babamın modeli, sosyal demokrasi ile irfanın (tasavvuf) senteziydi” demektedir.
Bediüzzaman itirazlarını hakikat mesleği gereği, müspet hareket adını verdiği doğrudan fikri ve vicdani cihad ile gerçekleştirmiştir. Bunu da (birbiri içinde) ikiye ayırmak gerekecektir:
1-Susma dönemleri
2-Konuşma dönemleri
Nuri Pakdil’in Bediüzzaman’ı tarif ettiği şu sözleri şüphesiz Onu zulme karşı çıkmada zamanında birincil kişi yapmaktadır:
"Bediüzzaman antikapitalist, antifaşist, antiemperyalist, antinasyonalist ve antifiravunisttir. (Bu zamanda bu karaterdeki) en büyük müslümandır."
İnsanın ve emeğin direnişi için Bediüzzaman’ın iman temelli hayatına dikkat çekmek gerekecektir.
Colin Turner, “Bediüzzaman’a Göre Dünya Barışı” başlıklı konuşmasında, özgürlüğün nefse ve şeytana başta hayır demekle başladığını bunun da “lâ ilahe” deki “lâ” olduğunu söylemiştir. Bediüzzaman’daki direniş ve direnmenin anlamını buradan çıkarmaktadır. Ona göre, şeytana ve şeytanın sistemlerine karşı direniş imanın ilk merhalesidir.
“Biz biliyoruz ki insanlığın mutluluğu ancak teslimiyet ile meydana gelir. İtaatsizlik sonucu insan barışı ve mutluluğu kaybedecektir. Barış ile birlikte selamet itaat ile birlikte gelmektedir. Kendimize baktığımız zaman ve neden toplumlarda bu derece uyuşmazlık olduğunu düşündüğümüz zaman çok uzağa gitmeye gerek yok. Said Nursi’nin söylemleri bu noktada bize yeterli olur. Işık tutar. İnsan ya kendinin sahibi olduğunu düşünür ya da Cenab-ı Hakk’ın kendinin sahibi olduğunu düşünür.”
Batı’nın mevcut demokratik ve ekonomik anlayışı, direnişe karşı, insana ve emeğe: “sen de çalış, mücadele et sermayeyi alt et, sen de onların yerine geç” ve “istersen sen de çalıştığından fazlasını kazanabilirsin” diyor. Bu anlayış çatışmayı ortadan kaldırmıyor, sadece tarafları değiştiriyor, geçişlere imkan veriyor; sistemini böylelikle sağlamlaştırıyor. Yani, maç sürüyor, kaleler değişiyor, kurallar değişmiyor.
Türkiye’de ise, diğer taraftan uzun süredir, işçi haklarına daha saygılı, emeğe değer katan, insancıl, aydın namusuna sahip bir küçük grup tarafından sosyalizm inşa edilmeye çalışılıyor. Ancak bunun coğrafyası kendi küçük dünyaları ve şişeleri arasında deniz ve kadınla sınırlı kalıyor. Evrensel gerçekliğe karşı küçültülmüş evrenlerine sığışıyorlar.
Şiir, ne kadar genişletir ki, kendi eliyle çizdikten sonra duvarlarını... Ama bunlar alanlarındaki namuslarını da korumuşlardır. O kadar...
Bu darlıktan kurtulmak ve temel değerlerinin gerçek değerlerine ulaşması için kudsiyete dayanmak ve Kur’an’ın sözünü dinlemek elzemdir.
İnsan ve emeğin kaynağı
Tarihin tartışmasız en büyük kişisi olan Hz. Peygamber’i (asm) görev başında görmek ve hutbesini dinlemek şarttır. İnsan hakları ve emeğin doğru vizyonu veda hutbesinde çizilmiştir. Bundan sonra, bütün gelişmeler buradan okunabilecektir:
- İnsanlar! bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl bir mübarek şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınızda öyle mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur.
- Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız!
- Ashabım! Kimin yanında bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin.
- Biliniz ki faizin her çeşidi kaldırılmıştır. Allah böyle hükmetmiştir…
- Lakin anaparanız size aittir. Ne zulmediniz ne de zulme uğrayınız.
- Ashabım! Dikkat ediniz, cahiliyeden kalma bütün adetler kaldırılmıştır, ayağımın altındadır.
- Cahiliye devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır.
- Ey insanlar! Muhakkak ki şeytan şu toprağınızda kendisine tapınmaktan tamamen ümidini kesmiştir. Fakat siz bunun dışında ufak tefek işlerinizde ona uyarsınız bu da onu memnun edecektir. Dinimizi korumak için bunlardan da sakınınız.
- Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allahtan korkmanızı tavsiye ederim.
- Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınlarında sizin üzerinizde hakkı vardır.
- Ey müminler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler Allah’ın kitabı Kur an-ı Kerim ve Peygamberinin sünnetidir.
- Müminler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz. Müslüman Müslümanın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler.
- Bir Müslüman kardeşinin kanı da, malı da helal olmaz. Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.
- Ey insanlar! Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını vermiştir. Her insanın mirastan hissesi ayrılmıştır. Mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yoktur.
- Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır.
- Arap’ın Arap olmayana Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi kırmızı tenlinin siyah üzerine siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur.
- Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır.
- Allah yanında en kıymetli olanınız O’ndan en çok korkanınızdır.
- Azası kesik siyahi bir köle başınıza amir olarak tayin edilse sizi Allah’ın kitabı ile idare ederse onu dinleyiniz ve itaat ediniz.
- Suçlu kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba oğlunun suçu üzerine oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz.
- Dikkat ediniz! Şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız: Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız. Allah’ın haram ve dokunulmaz kıldığı canı haksız yere öldürmeyeceksiniz. Hırsızlık yapmayacaksınız.
- İnsanlar "la ilahe illallah" deyinceye kadar onlarla cihad etmek üzere emr olundum. Onlar bunu söyledikleri zaman kanlarını ve mallarını korumuş olurlar. Hesapları ise Allaha aittir.
Kur’an-ı Kerim’de insan en ideal şekilde şöyle tarif edilmiştir:
"Bunlar tevbe edenler, ibâdet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar, rükû’ ve secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın koyduğu sınırları hakkıyla koruyanlardır. Mü’minleri müjdele." (Sûre-i Tevbe, 112)
Bu sınırlar imkan ve şeriatla çizilmiş sınırlardır. Şeriat, aynı zamanda imkanın (insanı, emeği, siyaseti, ekonomiyi de içine alan) sınırı demektir.