"Bir sözle kuruldu dünya, hep o sözü aradım ve buldum: Emek." (Sennur Sezer)
Marx’a göre göç, üzerinde çalışılan, yaşanan topraklardaki insani hakların zayıf ya da hiç kullanılamaz olmasının sonucudur. Bu, sermayenin güvenli ve selametli yer aradığı gibi emek de aynı şekilde yer değiştirir, demektir. Dolayısıyla, emeğin yeni dönemin merkezi olması gereği, Bediüzzaman’ın sözünü ettiği beşinci insanlık devrini de tanımlayacak bir unsuru ifade ettiği görülmelidir.
Üstad Bediüzzaman’ın hayatı olduğu gibi zihnî çabası da emeğin doğru akışını insan sosyolojisi içinde gerçekleştirmekti. Üstad’ın bununla ilgili bir hadise vesilesi ile söyledikleri buna örnek olabilir. Şöyle:
“Şimdi hasta olduğum için, müddeiumumî ifademi almaya yanıma geldi ve dedi ki: "Urfa'daki ehl-i vukuf Hutbe-i Şamiye'nin zeylindeki vecizelerden, "sosyalistlik Garbî medeniyetlere müreccahtır" diye olan kelimesine bolşevikliğin lehinde bir propaganda yapılıyor" demişler.
"Ben de dedim. Bolşeviklik ayrı, sosyalistlik ayrıdır. Sosyalist Alman nerede? Komünist Rus nerede? Hem bu kadar manasız, kırk küsur sene evvel yazılan bir meseleden dolayı Nur'un Urfa'daki üç kahraman talebelerini hapsettiler.” (Asar-ı Bediiyye)
Bediüzzaman’ın söz konusu zihnî ve fiilî akışı doğru mecraına yerleştirebilecek pek çok sözü var. Birkaçı:
- Maddiyyunluk manevî taundur ki, beşere şu müdhiş sıtmayı tutturdu, gazab-ı İlahîye çarptırdı. Telkin ve tenkid kabiliyeti tevessü' ettikçe, o taun da tevessü' eder.
- En bedbaht, en muzdarib, en sıkıntılı; işsiz adamdır. Zira atalet, ademin biraderzadesidir; sa'y, vücudun hayatı ve hayatın yakazasıdır.
- Ribanın kab ve kapıları olan bankaların nef'i; beşerin fenası olan gâvurlara ve onların en zalimlerine ve bunların en sefihlerinedir. Âlem-i İslâma zarar-ı mutlaktır; mutlak beşerin refahı nazara alınmaz. Zira gâvur harbî ve mütecaviz ise, hürmetsiz ve ismetsizdir.” (Hutbe-i Şamiye)
Bediüzzaman’ın yerleştirdiği ana kaidelerin güncel dünya gerçekleri ile ne kadar örtüştüğü test edilebilir.
Günümüzde, Dünya'daki her 7 insandan 1'i aç yaşıyor. Buna karşılık, yer yüzeyinde hazırlanan yiyeceklerin 3'te 1'i yenmeden çöpe atılıyor. 20 Ocak 2019 itibariyle, Dünya'daki en zengin 26 kişinin toplam varlığı, Dünya'daki en fakir 3.8 milyar insanın toplam varlığına eşit!
Dünya'da 1.4 milyar insan yoksulluk sınırı ve altında yaşıyor. Yine de, oransal olarak yoksulluk ve buna bağlı olarak gelişen açlık azalıyor. 1981-2005 yılları arasında yoksulluk yüzde 25 oranında azaldı. Ancak bu yoksulluğun yaklaşık yarısını tek başına bünyesinde barındıran Çin'de yoksulluğun yüzde 85'ten yüzde 15.9'a düşmesi sebebiyle oldu (bu da, 600 milyon insana denk geliyor). Halbuki Çin'i göz ardı edecek olursak, Dünya'daki yoksulluk son 30 yılda sadece yüzde 10 dolaylarında bir düşüş gösterdi.
Buna karşılık gelir eşitsizliği devam ediyor. Avrupa ve Orta Asya'da en zengin yüzde 20, gelirin yüzde 41.1'ini alırken, en fakir yüzde 20 toplam gelirin yüzde 6.6'sını alabiliyor. Orta Doğu'da bu oranlar yüzde 49.8'e karşılık yüzde 5.1 dolaylarında! Sahra-altı Afrika'da yüzde 64.5'e karşı yüzde 3.6 seviyesinde. Ancak Dünya genelinde, yüksek gelir bölgelerinde yaşayanlar arasında en zengin yüzde 20 varlığın yüzde 45.6'sını kontrolünde tutuyor. En fakir yüzde 20 ise sadece yüzde 5.9'unu... ABD gibi ülkelerde en zengin yüzde 10 ile geri kalan yüzde 90 arasındaki gelir eşitsizliği muazzam boyutlarda ve fark durmaksızın açılıyor.
Servet eşitsizliği ile toplumsal sınıf hareketliliği (sosyal mobilite) arasında da doğrudan bir ilişki görüyoruz:
Equality Trust tarafından 2009 yılında yapılan bir araştırmaya göre, servet eşitsizliğinin en yüksek olduğu ülkelerden biri olan ABD ve Birleşik Krallık'ta halk, sınıflar arası geçiş yapamıyor (ya da çok az yapabiliyor). Yani "Amerikan Rüyası" olarak da bilinen, alt sınıftan insanların bile zengin ve refah içerisinde yaşayabileceğine dair görüş tamamen ölmüşe benziyor. Bir diğer deyişle, ABD'de ne kadar emek harcarsanız harcayın, doğduğunuz düzeyden öteye pek geçemiyorsunuz. 2016 yılında yapılan bir çalışmaya göre 1940 yılında doğan bir çocuğun ebeveynlerinden daha fazla para kazanma ihtimali yüzde 92 iken, 1980 yılında bu olasılık yüzde 50'ye düşmüştür. 2000'li yıllarda ise çok çok daha az olduğu düşünülmektedir.
Buna karşılık servet eşitsizliğinin en düşük olduğu ülkeler arasında bulunan Norveç, İsveç, Finlandiya, Danimarka, Kanada ve Almanya gibi ülkelerde sosyal mobilite de çok yüksek:
Zaten servet eşitsizliği düşük olduğu için, bireyler emek sayesinde zenginleşip, emek yoksunluğunda fakirleşebiliyorlar. Zaten, Bediüzzaman’ın gelecek senaryolarında ümitle bahsettiği bu ülkelerde olduğu gibi: “insan esir olmak istemediği gibi ecir de olmak istemez" önermesi sosyal hareket esnekliğini ön görüyor olsa gerekti. Çünkü İlâhî hüküm gereği; insan için ancak emeğinin karşılığı vardır.
Son olarak; dünyanın en zengin 500 kişisinin servetleri 2020 yılında yaklaşık 1.8 trilyon dolar artarak 7.6 trilyon dolara yükseldi. Bloomberg milyarderler endeksine göre, Kovid-19 salgınına rağmen 2020'de milyarderler listesine girenlerin servetlerindeki toplam artış yüzde 31'i buldu. Bu artışın 8 yıldır yayınlanan endeksin tarihindeki en yüksek artış olduğu kaydedildi.
Kenan Çamurcu da, insanın emeğinin sosyal karşılıklarının ideal tanımı olan ‘malikiyet ve serbestiyet’ kavramlarını “sol" kavramına yakın görmeli ki şöyle diyor: “Zamanın ruhunun solu çağırdığı doğrudur, fakat o "sol" belli bir politik kesimin ve tanımlanmış siyasi programın adı olan "sol" değil, hangi kesimden çıktığına bakılmaksızın hak ve adalet mücadelesine sancaktarlık yapacak ve istismara karşı mücadele edecek olanların sıfatıdır.”