“Her ümmetin bir fitnesi vardır, benim ümmetimin fitnesi ise maldır.” (Tirmizî, "Zühd", 26)
Bediüzzaman'ın gelinen durumu da içine alabilecek bir tespiti ve önerisi var:
“Büyük bir çeşme var; şimdiye kadar suiistimal ile şuristana (çöle) dağılıp bazı aceze ve seeleye (düşkünlere ve dilencilere) neşvünema verdi. Bu çeşmeye güzel bir mecra yapınız; mesai-yi şer’iye ile şu havuza dökünüz, sonra da bostan-ı kemalâtınıza su veriniz. Bu hiç bitmez ve tükenmez bir menbadır.”
“Nedir o çeşme?”
Cevap: Zekât. (Eski Said Dönemi Eserleri)
İslâm dairesinde sermaye; helâl yatırım, kapital; helâl üretim ve kullanım ve emek; helâl rızık temini içindir. Sermaye kapital ve emeğin arasındaki eşlenikler biçiminde kurulması elzem ilişkilerin temel düzenleyicisi zekât ve ardılları olarak sadakalardır. Bütün bunlar aynı zamanda İslâm'ın küresel "cihad" anlayışının düzeneklerini kurar. Müslümanın cihadı; kendi zorunlu rızkı dışındaki sermaye, kapital ve emeğini İslam yolunda harcamaktır. Biriktirmek Müslüman lügatinde yoktur; esas, helal dairede sarf etmektir. Kısaca zekat çatısı altındaki sadaka düzeninin açılımı budur.
“Malını ver, biriktirip sayma, sonra Allah da sana verirken sayar. Malını kaba koyup saklama, sonra Allah da senden saklar” (Buhari, Müslim) İslâmın yol gösterici öğüdüdür.
“Uhud dağı kadar altınım olsa, borcum kadarı hariç gerisini yanımda üç gece bile durdurmaz dağıtırdım” (Buhari, Müslim) İslâmî bir hayat göstergesidir.
Schumpeter’e göre:
“Kapitalizm bir değerler şeması, hayat karşısında bir tutum, bir medeniyet demektir: Eşitsizliklerin ve aile servetlerinin medeniyeti” derken İslâm’ın farkını da anlamaya bir yol açıyordu. Burada, hem Batının çatışmacı anlayışları yerini bulurken İslâm’ın barış ve huzur şartının da öncülü olarak hayata bakışı belirlenmiş oluyor.
Bediüzzaman bunu, Osmanlı içinde “ihtilal” benzeri kalkışmalardaki tavrıyla ifade etmiş oluyordu.
“Hem de sizin kıyamınız; şeriat-ı garra, -yed-i beyza-i Musa gibi- sair sebeb-i tefrika ve teşettüt-ü efkâr olan cem'iyetleri bel' etti. Sahirleri de secdeye mecbur eyledi. Harekâtınız bu inkılabda ilâç gibi idi ki, fazla olsa zehire münkalib olur. Ve hayat-ı İslâmiyeyi fena bir hastalığa hedef eder. Hem de himmetinizle bizdeki istibdad şimdilik mahvoldu. Lâkin terakkiler için Avrupa'nın istibdad-ı manevîsi altındayız. Nihayet derecede ihtiyat ve itidal lâzımdır. Yaşasın şeriat-ı garra!.. Yaşasın askerler!..” (Hutbe-i Şamiye)
Bediüzzaman’ın serbestiyet ve eşitlik vurgusu siyasi ve sosyal haklar kadar ekonomik ve sosyoekonomik durumlar için de geçerliydi. Bunun günümüzdeki gelişmelerle değerlendirilmesi belki de o zamanki vurguların netleşmesine sebep olabileceği görülebilir.
SoL’un Independent’tan aktardığı habere göre Kanada Büyüme Zirvesi’nde konuşan İngiltere Merkez Bankası Başkanı Carney, yeni teknolojilerle birlikte milyonlarca kişinin işini kaybedeceğini ve ücretlerin durgunlaşacağını söyleyerek bunun Marksizm’in yükselişine yol açabileceğini söyledi.
Carney, “Eğer tekstil üretimi yerine platformları, buharlı makineler yerine öğrenebilen makineleri, telgraf yerine Twitter’ı koyarsanız, 150 yıl öncesiyle – Karl Marx’ın Komünist Manifesto’yu yazdığı zamanla tamamen aynı dinamikler oluşmaktadır” diye konuşarak, 2008’den beri ücret artışlarındaki yavaş artışın, 19. yüzyıldaki deneyimin bir benzerinin tekrarlanmakta olduğunu gösterdiğine işaret etti.
Bu noktadan “Üretim mi tüketime tüketim mi üretime bağlı” sorusu yeniden ele alınıp arz talep dengelerinin yeni dinamiklerle oluşturulacak bir ‘yeni sistem’ Bediüzzaman’ın Marksizm’in yükseldiği ilk dönemlerinde ortaya koyduğu baştan beri insan fıtratına bağlı kurduğu “esir olmak istemediği gibi ecir olmak da istemez" ön kabulüne güç vermektedir. Emek, üretim, tüketim ilişkisi; “emek en önemli tüketicidir aynı zamanda” ile merkezi de tanımlamasına yardımcı olacaktır.
Fikret Başkaya’ın yazısında ise “Robotlar, yapay zeka aslında kapitalizmin ürettiği/kapitalizmi üreten teknolojinin ulaştığı son aşamadan başkası değil” deniyor. Ona göre zaten yegane amacı ve varlık nedeni kârı artırmak, daha çok değere-zenginliğe el koymak olan bir teknik buluş, bir teknolojik ilerleme insanlığa ne teklif edebilir ve hangi temel sorunu, ne kadar çözebilir?
Fikret Başkaya çözüm olarak sosyalist bir sistemi tanımlıyor:
“Üretimin amacının kârı artırmak değil, insan ihtiyaçlarını karşılamak olduğu, değişim değeri değil, kullanım değeri üretmenin kural olduğu müştereklere dayanan gerçekten sosyalist bir toplumda, robotlar ve yapay zeka sadece toplumsal refahı artırmakla kalmaz, aynı zamanda kültürel, entelektüel, sanatsal yaşamı da bir üst seviyeye taşıyabilir… O durumda, çok yorucu, bıktırıcı, usandırıcı, can sıkıcı işlerin robotlar tarafından yapılması, kitle işsizliği ve sefalet anlamına gelmez. Tam tersine, boş zaman/hoş zaman yaratır, eğitim, kültür ve sanat alanına daha çok odaklanmayı mümkün kılar… Aile yaşamını, sosyal yaşamı zenginleştirir…”
Bu ifadeler Julian Assange’ın: “İnsanlığın geleceği, makinalar mı insanları kontrol edecek, insanlar mı makinayı kontrol edecek mücadelesine indirgenmiş bulunuyor” ifadesindeki göndermelerle buluşuyor.
Bununla ilgili olarak, ABD başkanı Biden'in yeni bir kararnamesi dikkat çekiyor. Buna göre, bir ürüne sahip olduğunuzda onu kendi başınıza onarabilmelisiniz. Biden bunu “onarım hakkı” diyerek desteklediğini ifade ediyor. Bunun üzerine Apple ve Microsoft gibi şirketler müşterilerinin kendi cihazlarını onarabilmelerini mümkün kılacak bir politika değişikliğine gidiyorlar.
Biden’in bu politikası insan unsurunun, teknolojinin ortak kullanım veya değerlendirilmesinde bir miktar arttırmaya sebep olabilir. Başta söylenen “bitmeyen kaynak" ya da “sürekli akacak çeşme” anlayışı ile de uyumlu bir yaklaşımdır. Çünkü akışın başında ve sonunda ortak bir insanlık ve ortak emeği vardır. Başkaya’nın bu noktada vurguladığı gibi, çözüm için denklemi ters-yüz etmek gerekiyor…
“Teknolojileri aklın hizmetine sunmak gerekiyor... Aklı teknolojilerin hizmetine değil…” (Fikret Başkaya, Gazete Duvar)