Risale Akademi’de devam eden müzakerelerde 19 Eylül 2015 günü üzerinde durulan mektubların pek yoğun konuları ve akla getirdikleri içinde bazı noktalar bunlardır:
- Hüsrev Ağabey, Üstadına olan mektubunda kendi havalisindeki talebeleri bu sene dünya meşgalelerinin gaflete sokmadığını, gayretlerinin ciddi olarak devam ettiğini ve kalblerinde Nur’a karşı bulunan incizabın simalarından okunduğunu haber veriyor. Talebelerin kalbleri sevinçle dolu olmasının sebebebini bu şekilde ifade ediyor; “…safiyâne istihdam edildiğimiz bu hizmet-i Nuriye’de bedi’ bir Üstada hem talebe, hem katib, hem muhatap, hem nâşir, hem mücahid, hem halka nâsih, hem Hakk’a âbid olmak gibi cihandeğer güzelliklerin hepsini birden bize veren Hazret-i Allah’a ne kadar şükretsek azdır. Ve bu yapmak istediğimiz şükürler dahi, Halıkımızın fazlı ile kalbimize gelen bir ihsan olduğunu tahattur eden biz talebelerinizin kalblerini sürur ve sevinç dolduruyor. [i]”
- Hüsrev Ağabey, Üstadın kalbinin parlak bir ayine bir mazhar bir ma’kes; lisanının âli bir mübelliğ, bir muallim, bir mürşid ve hâlinin tecessüm etmiş en güzel bir örnek, bir numune, bir misal olduğunu ifade ediyor.
- Deccalane hareket ile ortaya çıkan dehşetli cereyan ancak İncil’in Kur’ana tâbi olması ve Hıristiyan Îseviler ile ittifakla husûle gelen semavi bir güçle durdurulabilir.
- Menfi cereyanlar sadece Müslümanları değil bütün insanları ve insaniyet mahiyetini tehdid etmektedir. Bu nedenle bu cereyanların karşısında sedd-i Zülkarneyn gibi vazife gören Risale-i Nur’a bütün insanlığın ihtiyacı vardır. Kainatı ihata eden ve gözümüz önündeki bütün icraatın menşei olan külli hakikatler, Batı dünyasına ilim üzerinden servis edilebilir mi? bilimler bu manada dine hizmetkâr edilebilir mi araştırabiliriz.
- Bediüzzaman, hakikat dersini doğrudan doğruya üveysî[ii] bir surette Gavs-ı Âzam’dan ve Zeynelabidin ve Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin vasıtasıyla İmam-ı Ali’den aldığını ve hizmet edilen dairenin bu nedenle onların dairesi olduğunu bildirmiştir. (Allah hepsinden razı olsun)
- Bediüzzaman bazı talebelere “kumandan” namını veriyor. Mesela Re’fet Bey için “Re’fet kardeşimizin kemal-i sadakat ve alakasını ve Hulûsi gibi Nurların bir kumandanı olduğunu gösteren mektubu…[iii]” Marangoz Ahmed için de Risale-i Nur’u yazan masım çocukların kumandanı tabirini kullanmıştır[iv].
- Said Nursî, Risale-i Nur’un kendine ait olmadığını, Kudret-i İlahiyye bir küçük çekirdekten koca bir meyveli ağaç yaratması ile azametini göstermek şe’ninde olduğunu ifade eder ve Risale-i Nur’u sena etmesinden maksadının Kur’an hakikatlarını ve îmanın rükünlerini te’yid ve isbat ve neşir olduğunu açıkça beyan etmektedir. Kendisini kendisine beğendirmediği için, nefsinin kusurlarını gösterdiği ve nefs-i emmaresini başkalarına beğendirmek arzusu olmadığı için Hâlık-ı Rahîmine şükürler etmektedir.
- Kabre girmesi muhakkak olan insanın, arkasında kalacak olan fâni dünyaya riyakârane bakması hamakattır.
- Defalarca tetkik edilen ve beraat eden Risale-i Nur’a ilişenler ancak bu sebebler ile ilişmişler: kıskançlık, garaz, gizli zındıka komitesinin tahriki[v]… Bediüzzaman, bu ilişmelere bunlar ile mukabele etmenin lüzumunu haber veriyor: tam metanet ve tesanüd ve sarsılmamak.
- Bediüzzaman bir talebe vasıtası ile gideceği havalideki talebelere bazı mesajlar ve selamlar iletiyor ve unutmayıp kendilerine bunları tebliğ etmesini tembihleyerek “sen benim mektubumsun” diyor[vi].
- Bediüzzaman, olayların zahiri ile ilgilenmemiş, kaderî ve müsbet cihetlerine nazar etmiştir. Zaman zaman “adil kadere derim ki.. ” gibi ifadeler de kullanmıştır. Kader ile konuşur, inayetten haber alır (inayet sebebi ile olan hadiseleri anlatır ve yine inayet sebebi ile bazı maksatların hâsıl olmadığını bildirir), Rahmetin iltifatını daim hisseder ve himayetten bahseder. Olayların, hadiselerin günlük çalkantılı hallerin sıradan bir insanın nazar ettiği zahirî taraflarına değil Allah ile irtibatlı olan hakiki yüzlerine nazar eder, istikbale dair büyük bir proje ile bu günü değerlendirir ve Risale-i Nur da bize bunun dersini vermektedir. Kainata bakacak bir başka göz, hakikati hissedecek bir başka kalb, olayları değerlendirecek bir başka akıl bize ihsan etmektedir Rabbimiz Risale-i Nur vasıtası ile. Ve bu akla, kalbe, nazara buhranda olan bütün insanlar muhtaçtır.
- Üstad, hiç kimsenin yapmadığını yapıyor ve Hz. Hasan’dan bu yana pek tatbik edilmemiş bir şeyi tatbik ediyor. Kendisine yardım edecek kuvvetlerden istiğna gösteriyor ve manevi büyük makamlarını da nazara vermiyor. Bunun sebebini kendisinden sual ediyorlar. Eğer sana yardım edecek haricî kuvvetlerden yardım alsan ve kendi büyük makamlarını izhar etsen daha ziyade hizmet olmaz mı diyorlar. Üstadımız cevaben diyor: “Bu zamanda ehl-i iman öyle bir hakikata muhtaçtırlar ki; kâinatta hiçbir şeye alet ve basamak ve tâbi olamaz; ve hiçbir garaz ve maksat onu kirletemez; ve hiçbir şüphe ve felsefe onu mağlub edemez bir tarzda iman hakikatlarını ders versin. Umum ehl-i imanın bin seneden beri teraküm etmiş dalaletlerin hücumuna karşı imanları muhafaza edilsin. İşte bu nokta içindir ki; dahili ve harici yardımcılara ve ehemmiyetli kuvvetlerine, Risale-i Nur ehemmiyet vermiyor onları arayıp tâbi olmuyor.. tâ avam-ı ehl-i imanın nazarında, hayat-ı dünyeviyenin bazı gayelerine basamak olmasın; ve doğrudan doğruya hayat-ı bakiyeden başka hiçbir şeye alet olamadığından, fevkalade kuvveti ve hakikati, hücum eden şüpheleri ve tereddütleri izale etsin. ”
- Kendi manevi makamlarını neden alet etmediği sualine de Üstadımız böyle cevap veriyor: “Nasıl ki ehl-i hamiyet bir insan, dostların hayatını kurtarmak için kendini feda eder. Öyle de, ehl-i imanın hayat-ı ebediyelerini tehlikeli düşmanlardan muhafaza etmek için, lüzum olsa—hem lüzum var—kendim, değil yalnız lâyık olmadığım o makamları, belki hakikî hayat-ı ebediyenin makamlarını dahi feda etmeye, Risale-i Nur'dan aldığım ders-i şefkat cihetiyle terk ederim. Evet, her vakit, hususan bu zamanda ve bilhassa dalâletten gelen gaflet-i umumiyede, siyaset ve felsefenin galebesinde ve enâniyet ve hodfuruşluğun heyecanlı asrında büyük makamlar herşeyi kendine tâbi ve basamak yapar. Hattâ dünyevî makamlar için dahi mukaddesatını âlet eder. Mânevî makamlar olsa, daha ziyade âlet eder. Umumun nazarında kendini muhafaza etmek ve o makamlara kendini yakıştırmak için bazı kudsî hizmetlerini ve hakikatleri basamak ve vesile yapıyor diye ittiham altında kalıp, neşrettiği hakikatler dahi tereddütlerle revacı zedelenir. Şahsa, makama fâidesi bir ise, revaçsızlıkla umuma zararı bindir. ” Yine aynı mektubda hizmetkârlığı makamlara tercih ettiğini sebebleri ile izah ediyor[vii].
- Risale-i Nur’a hücum edenler[viii] her zaman tokat yemişlerdir. Eğer şahsî olsa hususi tokat yemişler. Eğer me’mur iseler ve kanun namına hücum etseler memlekete ve ahaliye umumî tokat gelmesine vesiledir. Zelzele, fırtına, kuraklık gibi bütün memleketi etkileyen belalara vesile olur[ix]. Bizim de bugün terör belası gibi bütün memlekete bir tokat manasına gelen hâli doğru değerlendirmemiz ve belanın def’i için Risale-i Nur’dan meded istememiz gerekmektedir. Hususen vazifeli ve me’mur olanlar bu noktayı nazara almaları elzemdir.
- Bediüzzaman, Ankara’da bulunan emniyet genel müdürüne bir mektub yazmış ve bu noktalara dikkatini çekmiştir: bütün eserleri ve mektubları tetkik edilerek kendisine beraet verildiği ve bunun, içlerinde idare ve asayiş aleyhinde hiçbir şey bulunmadığının hüccet ve senedi olduğu; evvelki hayatında da Harb-i Umumîde gönüllü alay kumandanı olarak yaptığı hizmetleri başkumandan ve Ankara’daki hükümet reislerince taktir edilip Meclis-i Meb’usan kendisini alkışlarla karşıladıkları; Risale-i Nur’un derslerinin dünyaya baktığı vakit bütün kuvveti ile asayişin temellerini muhafaza edip korumak, fesat ve ihtilallerin önünü kesmek olduğu; Risale-i Nur’un dersini işitenler polisten daha ziyade âsâyişe hizmet ettikleri ve üç vilayet zabıtalarının da buna şehadetleri; kendisinin teveccüh-ü amme talebinde olmadığı ve me’murların halkları kendisinden ürkütmelerinin anlamsızlığı, kendisi hakkında teveccüh-ü ammeye taraftar bile olsa bunun âsayişe zarar değil bilakis fayda getireceği; Risale-i Nur şakirtlerinin herkesin başına geleceği muhakkak olan ölümün dehşetli hücumuna karşı çalıştıkları ve ölümün ebedî idamını şimdiye kadar yüz binler adam hakkında Risale-i Nur ile terhis tezkeresine çevirdikleri ve bunun yüzbinler şahidi bulunduğunu; vatanperver ve milliyetperverlerin kendilerini teşvikler ile alkışlamaları lâzım gelirken evhamlar ile ittiham altına alıp tarassutlarla tazyik etmek insaf ve hamiyetten ne derece uzak olduğu… [x]
- Üstadımızın yirmi senedir keyfî ve kanunsuz bir işkence ve tecrid-i mutlak içinde olmakla beraber emniyet genel müdürüne “siz” diye hitap ederek kendisine bu denli nezih bir üslub kullanmış olması dikkate şayandır. Olanı öz olarak ifade etmiş ve “insafınıza havale ediyorum” ifadesi ile mektubuna nihayet vermiştir. Ne zillete girmiş ne de muhatabını zelil ve rezil etmek istemiştir.
- Bediüzzaman, Risalelerin derslerini “kutsî ve manevî inzibat memurları” olarak vasfetmektedir. Kudsî ve manevî olan ise süflî ve maddi olan hiçbir şeye alet edilemez. Risale-i Nur’dan dersini tam alanlar da dünyevî cereyanlar ve tarafgirliklere tâbi olmamaktadırlar. Aksi halde tarafgirlik damarı olan insanların Risalelerden istifadelerine mâni olmak gibi bir vebal ortaya çıkabilmektedir. Risalelere hizmet etmek ise onların önünü açmak, muhtaç zihin ve kalblere ulaşımını kolaylaştırmaktır, halkları ve kim olursa olsun insanları ondan ürkütmek Risale-i Nur’a zarardır. Risale-i Nur insanları cezb edecek hakikatler ile doludur, içinde ükrütecek değil ünsiyet edilecek Kur’an hakikatleri vardır.
- Bu mektubların yazıldığı zamanda Risale-i Nur’lar serbest değildi, onun hizmetkarları ise aklen, kalben ve vicdanen hür idiler. Şimdi Risaleler serbest fakat çok insanlar aklen, kalben ve vicdanen ipotek altındadırlar. Çoklarımız israf ile süfyanın dâmına düşmüş, bir kısmımız dünya içinde koruması gereken alanlar kurmuş, bir kısım da sadece kendini düşünme hastalığına yakalanmışlardır. Hücumat-ı Sittede Risalesinde bildirilen altı hücum yolu ile ve Mesnevi-i Nuriyede beyan edilen dört hastalık (ye’s, gurur, ucb, su-i zan) ile mücadele için İhlas Risalelerinin düsturlarına sarılmak elzemdir.
- Bediüzzaman, Risale-i Nur’a serbestiyet kazandıranın içindeki hakikatlerin kuvveti olduğunu bildiriyor.
- Sırran tanevveret’in umdeleri; tefani, meşveret ve ihtiyattır.
- Üstadımız ihtiyatı sıkça tenbih etmektedir, her dönemin ihtiyatı farklıdır. İlcaat-ı zaman ve muktezay-ı hale mutabakat içinde ihtiyat düşünülmeli.
- Bediüzzaman, mektublarında şahıslar ve vazifelerinden çokça bahseder. Kimlerin hangi vazifelere geldiklerini bildirir (Abdurrahman yerinde, Hafız Ali yerinde…). Mevzu ettiği vazifeler daimi, şahıslar ise geçicidir. Bâki hakikatler bir şahsa mâl edilemeyeceği gibi dâimi bir hizmet de şahıslara has kılınamaz. Bu nedenle iman ve Kur’an hizmetinde bulunanlar için, kıyâmete dek devam edecek vazifeler ve o vazifelere münavebe ile tayin edilip terhis edilen şahıslar olacaktır. Hulûsi bey bunu Barla Lahikasında bu şekilde ifadelendirmiştir: “ Üstadım müsterih olunuz, bu nurlar ayak altında kalamazlar. Onları della-ı Kur’andan enzar-ı cihana vaz’ eden Halık (Celle Celâluhu) bizim gibi kimsenin ümid ve tahayyül etmeyeceği âciz insanlarla bile neşr ve muhafaza ettirir. Bu işi ben sa’yim ile, kudretim ile kazandım diyen huddam o gün görecekler ki, o mukaddes hizmeti zâhiren ehliyetsiz görünen, hakikaten çok değerli diğerlerine devredilmiş olur kanaatındayım. Bu sebeble oradaki kardeşlerimizden Risale-i Nur ile çok alakadar olmalarını rica etmekteyim. [xi]”
- Bediüzzaman’ın Hâfız Ali’nin varisi olarak vasfettiği Hasan Feyzi, Risale-i Nur’un ve Üstadın kıymetini fevkalade güzel edebî, harika ifadeler ile beyan ettiği bir mektubu Üstada göndermiştir. Üstad bu mektubu pek beğenmiş ve hiss-i kablelvuku mektublarımdaki davalarıma tam bir izah olmuş demiştir. Hasan Feyzi Efendi hem alim hem muallim olması, mekteb fenleri ile çok zaman alakadar olmuşluğu nedeni ile Bediüzzaman, bu parlak şehadeti çok ehemmiyetli görmüştür. Konferans isimli küçük kitapta müstakil olarak yayımlanmış olan bu mektubun[xii] küçük parçaları Sikke-i Tasdik-i Gaybi eserinin sonlarında da yer almıştır. Üstadımız kendi şahsı ile alakalı yerleri mektubdan çıkarttığını (tayyettiğini) bildirmiş ve yazdığı mektubda iki sefer “gücenmesin” diye tembih etmiştir. Bununla beraber bazılarında o kısımların hususî kalabileceğini de bildirmiştir. Neden o kısımları çıkarttığını da izah ederek ehl-i tenkit insanlar nazarında bu denli hüsn-ü zannı kabul etmemek mesleğimizce lazım geliyor demiştir. Üstadımızın bu tatbikatına nazaran bizim de insanlara iman ve Kur’an hakikatleri üzerinden davamızı ifade etmemiz gerekir. Kalbimizdeki muhabbetin, başkaları için anlamlı olmasını bekleyemeyiz. İman ve Kuran hakikatleri ise kendisini layık kulaklara elbette dinlettirirler.
- Hasan Feyzi Efendi’nin Risale-i Nur hakkındaki fevkalade senakarane ifadelerini “fazla değil mi” diye düşünen Üstada Kur’an hakikatleri manen diyor: “Cesede, libasa bakma; bana bak; O, benim hakkımda konuşuyor. Doğru söylemiş[xiii]”.
- Bediüzzaman talebelerin hizmetlerini daim takip etmekte ve onları taltif ve teşvik etmektedir. 49. Mektubun nihayetindeki ifadeleri bunlardır: “ Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun, en eski şakirdlerden olan kâtib Osman ve Halil İbrahim, hiç sarsılmadan, değişmeden sadakatlerinde demir gibi devam edip çoklara da hüsn-ü misâl oluyorlar. ”
[i] Emirdağ Lahikası – I, erisale 36.mektub, Envar Neşriyat s.66 (İstanbul, a996) -bundan sonraki dipnotlar da erisale ve Envar N.’a göre verilecektir.
[ii] Kendisini dünya gözü ile görmediği halde bir büyük zâtın ruhanîyatı tarafından terbiye görmektir.
[iii] Emirdağ Lahikası – I s.145
[iv] 37.mektub, s.68
[v] 47.mektub, s.81
[vi] 48. Mektub, s.81-82
[vii] 41. Mektub, s.74-75
[viii] Risale-i Nur’a hücum, iman ve Kur’ana hücum manasına geldiğinden Kur’anın sahibi olan Zât, Kur’ana mensub olanları muhafaza etmektedir. Zaten mektubda Risale-i Nur’un iman ve Kur’andan gayrı bir davası olmadığı izah edilmiş ve Risale-i Nur’un kendisi bunun açık delilidir.
[ix] 41.mektub, s.76
[x] 42.mektub, s.76-77
[xi] Barla Lahikası 19. Mektub, s. 35
[xii] Mektub Nur Ayeti ile başlamaktadır ve “bu ayet on vecihle Risale-i Nur’a işaret ettiği için biz dahi onu şöyle tarif ediyoruz…” cümlesi ile devam etmektedir.
[xiii] 50. Mektub, s. 83-84