Hasan Feyzi Ağabey, Bayram Yüksel Ağabey ve Mustafa Sungur Ağabey’i anma programlarından sonra Risale Akademi’de Emirdağ Müzakereleri devam ediyor. İşte bu hafta müzakere edilen mektublardan bazı noktalar:
- Zülfikar ve Asay-ı Musa mecmualarının çok teksir edilmesine ihtiyaç olan zamanda, temiz olmayan matbaacılar da bu işten çekindikleri hengamda teksir makinasının gönderilmesini Bediüzzaman inayet-i İlahiyenin harika bir ikramı ve bir işaret-i gaybiye olduğunu ve bu iki mecmuanın da makbuliyetine bir alamet olduğunu haber veriyor. Teksir makinası Nur yazıcılarının tevakkufuna sebeb olmaz, amel defterlerine daha ziyade hasenat yazılmasına vesile olur diyor.
- Bediüzzaman diyor ki; madem ehl-i siyaset ahiret hayatlarını kurtarmak için Risale-i Nur’a müracaat etmeye tenezzül etmiyorlar ben de o hayata nisbeten beş paralık olan bu fani hayat için onlara müracaata tenezzül etmem ve ıstırahatım için ricada bulunmam.
- Küçük Ali (büyük ruhlu) için Bediüzzaman “Mübereklerin pehlivanı” tabirini kullanıyor. Pehlivan odur ki zorluklardan yılmaz, cehd ve gayreti daimdir, çekilmez, yorulmaz, pes etmez, yakıcı çorbadan ağzı yandığı halde davasından vaz geçmez.
- Kalemle Nurlara hizmet ve sadakatle talebesi olmanın iki mühim neticesi vardır:
- Kur’an ayetlerinin işareti ile imanla kabre girmek
- Bütün şakirtlerin manevi kazançlarına, Nur dairesindeki şirket-i maneviye sırrıyla, umum onların hasenatlarına hissedar olmaktır.
- Bediüzzaman, Risale-i Nur’un telifinin tamam olması ve Risalelerin hizmetinin önünün açılması için her türlü işkence, hapis, mahrumiyet ve zulümlere tahammül ediyor. Sabır gösteriyor.
- Bediüzzaman, vefat edeceğini düşündüğünde üzülmediğini, Nurların ışığı ile nurani görünen ve pek çok ahbabının orada bulunduğu berzah âlemine gitmeye iştiyaklı olduğunu ve arkasında vazifesini yapacak ve kendisine sevap kazandıracak yüzer Hüsrev’ler, Tahirî’ler, Mustafa’lar Nazif’ler Osman’lar, Abdurrahman’lar, Ali’ler, Sabri’ler, Feyzi’ler, Ahmed’ler, Mehmed’ler, Âtıf’lar, Mustafa’lar, Sadıklar, Osman’lar ve hakeza… Nurların bahadırları dünyada kaldıklarından ölümü kendisine hafifleştirdiklerini söylüyor.
- Emirdağ’da şiddetli maddi ve manevi kış işinde Üstad ağır tazyik altında iken Sıddık Süleyman ve Santral Sabri (Barla ve Eğirdir’den) kendisini ziyarete gelirler. Bediüzzaman maddi ve manevi hastalık içinde iken dünyadan ve çok alakadar olduğu Nurcu kardeşlerinden iftirak ihtimalinden gelen elemler ile sıkılırken bu iki zâtın gelmesi kendisine bir ilaç ve panzehir hükmüne geçmiştir. Bediüzzaman onların hem o havalideki kardeşleri hem de nesebi akrabaları Abdülmecid ve Abdurrahman manasında yanına geldiklerini söyler ve oradaki adetine muhalif olarak onları yanına davet eder. Onlar ile iki üç saat kadar görüşmekle Barla’daki eski zamanlarına manevi ve hayalî sürurlu bir seyahat yapar. O seyahatten gelen ferah ve inşirah ile elîm sıkıntıları zail olur.
- Bediüzzaman otuz sene evvel (Emirdağ Hayatından otuz sene evvel) İstanbul’da Dar-ül Hikmet âzası iken yine Dâr-ül Hikmet âzalarından arkadaşı olan Seyyid Sadeddin Paşa kendisine der: “Kat’i bir vasıta aile haber aldım; kökü ecnebide ve kendisi burada bulunan bir zındıka komitesi, senin bir eserini okumuş. Demişler ki, bu eser sahibi dünyada kalsa, biz mesleğimizi (yani zındıkayı, dinsizliği) bu millete kabul ettiremeyeceğiz. Bunun vücudunu kaldırmalıyız” diye senin idamına hükmetmişler. Kendini muhafaza et… Bediüzzaman buna mukabil Allah’a tevekkül eder ve ecel birdir değişmez der. Bununla beraber haber verir ki otuz belki kırk senedir bu komite genişleyerek devam ediyor ve Bediüzzaman ile mücadelede her bir desiseyi kullanıyor. Hükümeti kendisi aleyhine kışkırtıyor, on dokuz defa zehirliyor (o zaman on dokuz iken ömr-ü mübarekinde yirmi bir kez zehirliyorlar), propagandalar ile herkesi Bediüzzaman’dan korkutuyorlar. Öyle bir hal alıyor ki Üstadın yanına gelen memurlar sadece casusluk için geliyor. Bütün bunlara mukabil Bediüzzaman, inayet ve hıfz-ı İlahinin kendisine sabır ve tahammül verdiğini söylüyor.
- Bediüzzaman’ın hak ve hukukunu muhafaza ile memur olan küçük ve büyük memurlar ekseriyetle Bediüzzaman’ın aleyhine kullanılmıştır. Bu nedenle içlerinde insafla ve hakperestane davrananlara Bediüzzaman çok kıymet vermiştir. Denizli mahkemesi hâkimlerinden Hesna Şener de bunlardan biridir.
- Emirdağ’da Bediüzzaman daha da ağır bir tazyik altındadır. Burada bir gün, Denizli Hapsindeki bir aydan bana daha ağırdır demiştir. Ziyaretine gelen Sıddık Süleyman ile Santral Sabri’nin yanında bir iki gün kalmalarını arzu etmişse de oranın evhamlı havası müsaade etmemiştir.
- Üstadı hiddete getirip bir hadise çıkararak vücudunu ortadan kaldırmak için çok uğraşmışlar ve buna muvaffak olamadıklarından da en sonunda zehir vermişler. Bediüzzaman Ankara’da meclis’te memurların en büyüğüne yüzüne karşı şiddetle mukabele etmesine rağmen ihanet ve hakarete cesaret etmemiş iken Emirdağ’da küçük bir zabit bir çavuş ihanet ve hakaret etmişler. Bediüzzaman bütün bunlara karşı inayet ve hıfz-ı İlahiye’nin kendisine sabır ve tahammül verdiğini ifade etmiştir. Nur Şakirtlerinin dualarını da tiryak ve panzehir olarak değerlendirmektedir.
- Bediüzzaman’a kanun namına ve hükümet namına yapılan zulümlere hiçbir tarihte hiçbir memlekette rastlanmamaktadır. Bu tarzda işkenceli bir zulmün kanun namına ve hükümet namına yapılması emsalsizdir. Buna rağmen Bediüzzaman diyor: fakat birden kalbime ihtar edildi ki: bu zalimlere hiddet değil acımalısın. Onların her birisi, pek az bir zaman sonra, sana muvakkaten verdikleri azab yerinde bin derece fazla bâki azablara ve maddi ve manevi cehennemlere maruz kalacaklar…
- Bediüzzaman ne makam ne de mal sahiplerinden bir yardım talep etmemiş, beklememiş, istememiş sadece hizmetime mâni olmasınlar, set çekmesinler yeter demiştir.
- Bediüzzaman; Hafız Ali, Hasan Feyzi, Hafız Mustafa gibi bazı talebeleri kendi üstadları dairesinde duasına dahil etmiş, herkesi manevi derecelerine göre daire daire yerleştirmiştir. Üstadın Üstadlarının kim olduklarını bilmek için belki Dördüncü Şuaya bakmak gerek.
- Allah’ı bilmek ve iman etmek demek; zerrelerden yıldızlara kadar her şeyi hükmü altında tutan Rububiyyetine ve mülkünde hiçbir şeriki olmadığına ve La İlahe İllallah kudsi kelimesinin hakikatlerine iman etmek iledir. İnkar etmemek demek iman etmek demek değildir. Herşey onun kudret ve iradesi ile olduğuna iman etmek ile Allah’a iman edilmiş olur. Büyük günahları serbest işleyip tevbe etmemek ve mülkünü tabiat ve esbaba taksim etmek imanın olmadığının göstergeleridir. Anarşist fikirli, küfr-ü mutlaka düşen bazı münafıklar “Allah’ı her kes bilir daha ziyade ders almaya lüzum yok” diye tahşidat yaparak ekmek ve su gibi her kesin muhtaç olduğu Risaleleri kıymetten düşürmek istemişler.