İsmail Yazıcı’nın yazısı
Neden ‘Hamza’ da başka bir isim değil. Lügatlarda Hamza: Güç, kuvvet, yiğitlik şeklinde ifade ediliyor. Bu minval üzerine düşünürken birden Hz. Hamza(r.a.) canlandı hayalimde. Hamza’yı anlaman için beni anlaman gerek, çünkü ‘Hamza’ların ilki benim dercesine.
Hazreti Hamza (ra), Peygamberimiz (sav)’in amcalarının en küçüğüdür. Ayni zamanda Peygamberimizin (sav) süt kardeşi idi.
Hazret-i Hamza (ra), güçlü kuvvetli, orta boylu, heybetli, bir sahabedir. Mazlumlara yardım etmeyi seven cesur bir savaşçı iyi bir avcı, keskin bir nişancı, Kureyş’in en şereflilerindendi.
Peygamberimizin (sav) ebedi düşmanı Ebû Cehil’in yaptığı bir hakaret O’nun İslâmiyetle şereflenmesine sebep olmuştur.
Peygamberimiz (sav) bir gün Safâ tepesinde iken Ebû Cehil ve arkadaşları onun yanına gelirler. Ebû Cehil Peygamberimiz’e (sav) hakaret eder. Abdullah b. Cüdâ’nın câriyesi de bu olayı Hazret-i Hamza’ya (ra) anlatır. Bunun üzerine, Hazret-i Hamza (ra), Peygamber efendimize (sav) hakaret edildiğini işitince, akrabalık damarları harekete gelir. Silahını üzerine alarak, Safa tepesine gelir.
Orada bulunan Ebû Cehil’in adamları Hazret-i Hamza’ya (ra) karşılık vermek isterler. Fakat, Ebû Cehil, “Hamza haklıdır, dokunmayınız, O’nun kardeşi oğluna bilerek kötü şeyler söyledim” der.
Hazret-i Hamza oradan ayrıldıktan sonra da, etrafındakilere, “Aman, O’na ilişmeyiniz! Bize kızar da müslüman olur, bununla Muhammed kuvvetlenir” diyerek. Hazret-i Hamza (ra) müslüman olmasın diye, kendi kafasının yarılmasını sineye çeker.
Hz. Hamza (ra), oradan ayrılıp Peygamberimizin (sav) yanına gelerek: “Yâ Muhammed!.. Ebû Cehil’den intikamını aldım. Onu kana boyadım üzülme, sevin” dedi.
Sevgili Peygamberimiz(sav) de kendisine hitaben “Ben, böyle şeylere sevinmem” buyurdu.
Hz. Hamza (ra), “Seni sevindirmek, üzüntüden kurtarmak için, ne yapmamı istersin” deyince, Peygamber efendimiz (sav) kendisine “Ben ancak senin îmân etmen ile, kıymetli bedenini Cehennem ateşinden kurtarmana sevinirim” buyurdu. Bunun üzerine Hamza hemen müslüman oldu.
Hazreti Hamza’nın (ra) müslüman olmasına Peygamberimiz (sav) çok sevindi. Bu ve bunun gibi yiğit ve kahraman sahabîler vasıtasıyla islamiyet güneşi parlamış ve aktar-ı aleme yayılmıştı. Bedir savaşında, önce Şeybe’yi, sonra Utbe’yi ve Cübeyr b. Mut’î’nin amcası Tuayma b. Adiyy’i, daha sonra da Ebû Kays’ı vurup öldürdü. gösterdiği gayret ve cesaretinden dolayı Peygamberimizin (sav) hoşnutluğunu kazandı.
Kureyş’in bayraktarlarından Osman b Ebî Talha başta olmak üzere müşriklerin çoğu Hazreti Hamza(ra) tarafından öldürülmüştü. Lâkin okçuların bir çoğunun yerlerini bırakması, kalan kısmının da şehid edilmesiyle müslümanlar gâfil avlandılar. Hem arkadan, hem önden kuşatıldılar. Hâris b. Amr kızı ile Utbe’nin kızı Hind de Hazret-i Hamza’yı (ra) öldürmesi için Vahşi’yi teşvik ediyorlardı. Hz. Hamza’nın, savaş sırasında ayağı kayıp yere düşünce vahşinin vahşi mızrağı böğrüne saplanır. Böylece kâinatın efendisi sevgili peygamberimizin amcası, ‘UHUD ŞÜHEDASI’ arasında ilk sırayı alarak ‘Şehîdlerin Efendisi’ ünvanını aldı. İslamiyet nurunun cıhana yayılmasına, günümüze hatta kıyamete kadar devamına sebep olur.
Ne var ki, o gün İslamiyet güneşinin parlamasına manialar çıktığı gibi asırlar boyunca da manialar çıkmıştır. Onun için bu maniaları defedecek nice Hamza’lar gelmiştir asırlar boyu.
İçinde bulunduğumuz asırda da İslamın Nuru söndürülmeye kalkışılınca bu defa da varis-i peygamber olan gönül sultanı Bediüzzaman Hazretleri, O’nun sönmez ve söndürülmez bir nur olduğunu cıhana haykırıyordu. O’nun bu sesini susturmak isteyenler O’nu diyardan diyara sürüyorlar. O ise bu manilere hiç aldırmıyor, diyar diyar dolaşıyordu.
Nihayet yolu Emirdağ’a düşmüştü. Kaderin tecellisiyle uzak diyarlardan. Lâkin bunun için de yine Hamza’ya ihtiyaç vardı. Gönüller sultanı Hamza’yı arıyordu Emirdağ’da. Hem de:
“Ey üçyüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkitâe Nur'un sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafi-i gaybî ile bizi temaşa eden Said'ler, Hamza'lar, Ömer'ler, Osman'lar, Tahir'ler, Yusuf'lar, Ahmed'ler vesaireler!.. Sizlere hitab ediyorum’’ diyerek
Demek Emirdağ’a bir yiğit Hamza gerekmiş ki, Hamza ismi bunun için konmuştu o yiğide. Lâkin ortalıkta henüz Hamza yoktu. O, Hamza olabilmenin ve ‘Vefa’nın tahsilini görüyordu. O, o yıllarda talebe idi İstanbul’daki ‘VEFA LİSESİ’nde. Hamza, ’Bediüzzaman’ ismini işitmiş ama kendisini henüz görmemişti.
Okulu bitirme imtihanları için yine İstanbul'a gitmişti. Fatih’te Reşadiye Oteli’nde kalıyordu. Otelde Ömer isimli bir zatla tanıştı. O zat kendisinin Emirdağlı olduğunu öğrenince, orada büyük bir İslâm âlimi bulunduğunu, tanıyıp tanımadığını sordu. O da, duyduğunu ama ziyaretine gidemediğini söyledi. O zat: 'Emirdağ'ındaki o büyük zata, Bediüzzaman derler. Çok büyük bir âlimdir. Gittiğinde O’nunla tanış, ellerini öp, benim de selâmımı söyle, ismimin Ömer olduğunu ve kendileriyle Şam'da beraber olduğumuzu hatırlat' dedi.
İşte aranan Hamza bulunmuş ve işaret de kendisine böylece verilmişti.
Hamza, imtihanlar sonrası Emirdağ'a dönmüş aynı gün ikindi namazı için Çarşı Camii’ne gitmişti. O esnada Bediüzzaman Hazretleri de Çarşı Camii’nin mahfilinde namaz kılıyordu. Namaz kıldığı yer örtülerle çevriliydi. Namazdan sonra çekine çekine merdivenlerden yukarı çıkınca Bediüzzaman Hazretleri onu gördü ve yanına çağırdı. Hemen yanına koşup ellerini öptü ve Reşadiye Otelindeki Ömer Efendinin selâmını söyledi.
Ömer efendinin selâmını aldıktan sonra Hamza’ya, Emirdağ’da kimlerden olduğunu sordu. O da demirci Hasan'ın yeğeni olduğunu söyledi. Kısa süren bu ziyaretten sonra kendisine tebessümle, 'Sen safa gelmişsin' diyerek müsaade etti. İşte Emirdağ’da Hamza’nın Bediüzzaman Hazretlerini ilk ziyareti böyle olmuştu.
Bu ilk ziyaretle genç Hamza, farklı bir âlimi görmüş ve aynı zamanda farklı bir âleme girmiş oldu.
Üstadını tanımamın daha ilk günleriydi. Üstadını yine ziyaret etmeyi arzu etmişti. Ceylân Çalışkan'la karşılaştı. Ceylân Çalışkan kendisine ısrarla, 'Üstad izin vermiyor' dediyse de. O yine Ceylân'ı dinlemeyerek içeri girip merdivenleri çıkıyordu. Bir anda Üstadıyla karşılaştı.
"Üstadı gür bir sesle kendisine: 'Senin ne işin var bu saatte?' diye bağırdı. O, bu celâl ve hiddet karşısında, mahcubiyet içinde neye uğradığımı şaşırmıştı. Üstadı kendisini huzurundan kovmasıyla öylesine sarsılmıştı ki, hıçkıra hıçkıra ağlayarak orayı terk etti. Ertesi gün bu defa Ceylân gelip kendisini çağırdı. Üstadı ona, 'Kardaşım, ben o vakitlerde kimseyi kabul edemiyorum' diyerek gönlünü aldı. Üstadın hiddetine dayanabilmek çok zor birşeydi. Daha ilk günlerde buna şahit oldu ama aldırmadı. Çünkü Hamza olmak kolay bir şey değildi.
Zaman geçtikçe Üstadına olan sadakati de arttı. Hizmetindeki nöbet kervanına o da böylece katılmış oldu. Şimdilerde hizmet ve mücadele kılınç yerine kalemle yapılıyordu. Zira: “Eski zamanda İslâmiyet'in terakkisi, düşmanın taassubunu parçalamak ve inadını kırmak ve tecavüzatını def'etmek, silâh ile kılınç ile olmuş, İstikbalde silâh, kılınç yerine hakikî medeniyet ve maddî terakki ve hak ve hakkaniyetin manevî kılınçları düşmanları mağlub edip dağıtacak”tı.
Hizmet nöbeti onun için Pazar günleri tesbit edilmişti. Bu durum Üstadın ebediyete intikaline kadar devam etti.
Yine bir pazar günüydü, beraber evden çıktılar. Üstâd çarşı camiinde abdestini tazeledi. Hiç bir sebeb yokken, ona: “Kardaşım sen bugün gelme!” dedi. O da, olacaklardan habersiz “peki efendim” diyerek evine döndü.
Bir müddet sonra, kaymakam emir vermiş, Konyalı jandarma başçavuşu Ziya, yanına iki jandarma ile bekçi Halil’i almış gitmiş, kırda tenha bir yerde Üstâd’ın sarığını alıp karakola getirmişlerdi. Bunu işiten Hamza, hemen karakola koştu. O anda Üstâdı da karakoldan başında bir takke ile dışarı çıkıyordu. O’nu görünce, “Gel kardeşim gel, gidelim” dedi.
Beraberce eve döndüler, Üstâd karyolasına oturdu. Hamza da sobayı yaktı. O esnada Eskişehir’den Binbaşı Reşad Bey gelmişti, ziyaret etmek istiyodu. Ona bir sandalye verdi, oturttu. Geçmiş hatıralarından onlara anlattı... Divan‑ı Harb’te Hürşid Paşa’nın suallerine şiddetli cevablar verdiğini, Rus Başkumandanına ayağa kalkmadığını, Hutuvatt‑ı Sitte eseriyle İngiliz Başkumandanının başına vurduğunu anlattı. Daha sonra uzun bir ders yaptı. Böylece onlara “müsbet hareket etmek” hakkında mühim bir ders veriyordu.
Hamza Emek, bu ve buna benzer zabıta vakalarını önleyebilmek, siyaset ve idare aleminde yapılması gerekenleri o günkü idarecilere bildirmek için Üstadının izin ve tensibiyle Demokrat Parti ilçe teşkilatında yer aldı. Hatta Başvekil merhum Menderes’in Emirdağ’ı ziyaretinde onları buluşturmak istedi. Bu gerçekleşemedi ama karşılıklı selamlaşmalarını sağladı. Ne var ki yersiz ve zamansız neşredilen bir mektup bu kapıyı kapadı. Hamza Emek görevinden azledilmişti. Oysa onu azledenler yakın bir zamanda kendilerinin azillerinden habersizdiler. Nitekim çok geçmeden bu da gerçekleşti. Hizmetini tamamlayıp dar-ı bekaya irtihal eden Bediüzzaman Hazretlerinin ardından onlar da acı bir sonla siyaset ve idare sahnesinden çekildiler. Hamza Emek de kalan ömür müddetini iman ve Kur’an hizmetinde tamamladı.
Her başarılı erkeğin arkasında onu başarıya götüren bir kadın vardır derler. Hamza’yı Hamza yapan âmillerden birisi de şüphesiz isimsiz kahraman merhume eşi Sabiha hanımdı. Hamza’nın göğüsleyeceği emekleri kendisi üstlenmiş, onun iman ve Kur’an hizmetinde istihdamını sağlamıştı. Bu gün her ikisi de hizmetlerini tamamlayabilmenin gönül rahatlığı ile yatıyorlar Emirdağ mezarlığında.
Uhud Dağı’ndan yükselen İslamiyet güneşi, Emirdağ’a aksetmiş, oradan yeniden yankılanmıştı cihana.
İşte, Bidayette Uhud Dağı’nda “Şehid bir Hamza”; nihayette Emirdağ’da “Yiğit bir Hamza.”
Ruhları şâd, makamları cennet olsun.