Ölümün yüzü soğuktur. Dünya sevgisi, bu yüzü daha çok trajik bir hale getiriyor. Ama her nefis ölümü tadacaktır. Bundan kurtuluş yok.
Bir yakınımız kalp krizinden olduğu yere öylece yığılıvermış, vefat etmiş. Cenaze evine gittik. Müteveffanın çocuklarının ve torunlarının gözleri yaşlı. Selamlaştık, baş sağlığı diledik, acılarını paylaştık. Rahmetlik bir arkadaşına; “Ölürsem beni buralarda bırakmayın, köyüme götürün.” diye vasiyette bulunmuş, onun için defin işi memleketinde yapılacakmış.
Otobüs tutulmuş, teşyiciler olarak otobüsün koltuklarında yerimizi aldık, cenaze arabası önde biz arkada, Aksaray’ın Armutlu köyüne doğru yol alıyoruz. Sağ tarafımızda alabildiğine uzayıp giden tuz gölünü, gökten yansıyan bulutlarla birlikte seyrede seyrede gidiyoruz. Köy Hasandağı’nın hemen eteğinde bulunuyor. Hasandağı sivri ve çok yüksek, başı dumanlı ve karlı. Bulutlar da var. Duman dedimse bulutun farklı tonları ve şekilleri harika bir görüntü oluşturuyor.
İkindi vaktine beş kala tam üç buçuk saatte köyün camisinin önündeydik. Vakit namazını kalabalık bir cemaatle eda ettik. Cenaze namazını ise kabristanda kıldık. Mevta ile helalleştik. Defin için mezarın başına geçtik. Bir sürü küçük tabureler getirmişler. Birini alıp mezarın yakınında bir yere oturdum. Rahatsızlığım sebebiyle seyretmeyi tercih ettim. Kenara yığılmış, incecik ve yumuşacık duran toprak adeta yorgan gibi görünüyordu.
Herkes hummalı bir telaş içinde, defin işini bir an önce bitirmek istiyorlardı. “Ölüm nasihattir.” Sözü aklıma geldi ve bir süre kulaklarımda yankılandı. Burada şimdi nasihat mi defnediliyordu, yoksa nasihatçi mi pek belli değildi. Başkalarını suçlayamam ama nefsim nasihati hep başkaları için istiyor, ölümü de hep çok uzakta görüyor. Oysa ölüm nefsime çok yakın. Bir an bu yakınlığı ensemde hissettim ve kendimi cenazenin yerine koydum.
Ölmüşüm, yıkanmışım, kefenlenmişim, namazım kılınmış, işte şimdi mezara konuluyorum. Sorgu meleklerini çok merak ediyorum. Acaba karşıma nuranileri mi, yoksa zebanileri mi çıkacak? Karşılarında düşeceğim durumu hayal ettim. Ürperdim. Dizlerimin bağı çözüldü. Şükürler olsun hayatım isyan içinde geçmedi ama yine de korkuyorum. Dilim tutulacak mı, yoksa açılacak mı? Kalbim bu zorlu sorguya dayanabilecek mi? Emin değilim. Bundan kimse de emin olamaz herhalde. Hayali bıraktım, empatiye son verdim, istikbale doğru fikren yaptığım tefekkür gemisinden indim. Okunan Yasin-i Şerifi dinledim, ardından yapılan duaya el açıp amin dedim.
Defin işlemi tamam oldu. Cenaze yakınlarına taziyede bulunuldu. Herkes ardına bile bakmadan kabristanı terk etti. Sanki hiçbir şey olmamış, biraz önce bir cenaze defnedilmemiş gibi evli evine köylü köyüne gitti.
Geriye, kabristana doğru döndüm, hüzünle baktım. Hemen arkasında duran Hasandağı’nın başındaki dumanlar ve bulutlar dağılmıştı. Güneş, üzerindeki beyaz karların nurunu, gözümü alacak kadar parlatmıştı. Sanki kabristanın başına yüksekçe dikilmiş nurani bir mezar taşı gibi duruyordu.
Yanımda pek kıymetli ağabeyim vardı. Birlikte yürüyorduk. Yaşlı bir amca bizi görünce, “Hoş geldiniz” dedi. Tokalaştık. Amcaya, “Bu dağın adı neden Hasandağı” diye sorduk. Bize bu dağda tek başına yaşayan bilge kişi Hasan Dede’den bahsetti.
Rivayete göre bu Hasan Dede ile Aksaray’da bir hamamda çalışmakta olan Ali Baba yakın arkadaşmış. Bunlar ara sıra birbirlerini ziyarete gider; Ali Baba dağa çıkarken mendilinin içinde kor taşır, sohbetleri süresince için için yandığı halde kor mendili yakmazmış, Hasan Dede de şehre inerken mendilinde kar taşır, sıcacık hamamın içinde hiç erimeden öylece kalırmış. Yine bir ziyareti esnasında Hasan Dede’nin gözü hamamdan çıkan kadınlara takılır ve mendilindeki kar erimeye başlar. Bunun üzerine Ali Baba Hasan Dede’ye; “Hasan Dede, dağ başında ermişlik hüner değildir. Asıl hüner güzel kadınlar arasında ermiş kalabilmektir.” der. Bu hikmetli hikâyeyi dinledikten sonra bu yaşlı, sevecen ve güler yüzlü amca ile vedalaştık.
Akşam namazını müteakip rahmetliyi mezarında, yakınlarını da ayrılık acısı ile geride bırakarak yollara düştük. Yolun yarısına geldiğimizde yağmur başladı, yolculuğun sonuna kadar devam etti. Otobüsün ön camına hafif dokunuşlarla inen rahmet, teselli babında ruhumuzu okşayarak kayıp gidiyordu.
Bu vesile ile ebedi hayata geçen hafta uğurladığımız Mustafa Sungur Ağabeyi rahmetle anıyor, yakınlarına, talebelerine ve bütün muhiblerine Allah’tan sabr-ı cemil niyaz ediyorum. Sungur Ağabeyimiz kor ateşi mendilinde değil, yüreğinde taşıyan ve adeta onu bir kandil gibi yakıp Risale-i Nurları dünyaya neşreden bir ağabeyimizdi. Ruhu şâd olsun.