Emre Dorman nereye koşuyor 14: Kimi çürütmemek gerekir?

Ahmet AY

İki şeyi karıştırıyoruz bence. Bediüzzaman'ın, Kastamonu Lahikası'nda talebelerine tavsiye ettiği, 'muarız taifenin ruesalarını çürütmeme' meselesi, ehl-i sünnet içi bir meseledir. Yani, ehl-i sünnet dairesinde hizmet eden gruplar içinde olabilecek çatışmalar için Bediüzzaman onu söyler. Ahsenler birbiriyle çatışmaktan kaçınmalıdır. Ortak malları olan hasenden razı olmalıdır. Hasen dairesi medar-ı bahsolduğunda muhatap da ehl-i hak olduğundan kanaat önderlerinin çürütülmesinin İslam'a zarar vereceğinin tesbiti ve tereddüdüdür bu tavsiye...

Fakat bazı kardeşlerimin meşrebi o kadar geniş ki, bu hassasiyeti ehl-i bid'aya/modernistlere kadar genişletebiliyorlar. Siz ne zaman eleştirel birşey söyleseniz, şöyle serzenişte bulunuyorlar: "Muarız taifenin ruesalarını çürütmemek lazım." Sanırım Risale metinlerinde Bektaşîlik böyle yapılıyor. Kim söylemiş, kime söylemiş bakılmadan sadece sözden, hatta sözlerin yalnızca birinden, duruş belirleniyor.

"İstanbul'da malûm itiraz hâdisesi ima ediyor ki, ileride, meşrebini çok beğenen bazı zâtlar ve hodgâm bazı sofi-meşrepler ve nefs-i emmaresini tam öldürmeyen ve hubb-u cah vartasından kurtulmayan bazı ehl-i irşad ve ehl-i hak, Risale-i Nur'a ve şakirtlerine karşı kendi meşreplerini ve mesleklerinin revacını ve etbâlarının hüsn-ü teveccühlerini muhafaza niyetiyle itiraz edecekler; belki dehşetli mukabele etmek ihtimali var. Böyle hadiselerin vukuunda, bizlere, itidâl-i dem ve sarsılmamak ve adavete girmemek ve o muarız taifenin de rüesalarını çürütmemek gerektir."

Mektubun tamamına bakmadan, mezkûr cümlenin geçtiği paragrafı bile analiz etseniz, Bediüzzaman'ın bu cümleyi söylerken kastettiği kişilerin ehl-i hak ve ehl-i irşad olduğunu kabul ettiğini görürsünüz. Yani Bediüzzaman, muhatablarının da kendisi gibi hak ve hakikat uğruna çalıştıklarını düşünmektedir. Onları da kendisinden, kendisini de onlardan saymaktadır. Anlaşmazlığın, itikadî sapmalardan değil, daha farklı noktalardan kaynaklandığını, bu nedenle de böylesi ehl-i irşad ve ehl-i hak insanlara karşı onların mürşidlerini çürütür beyanlarda bulunulmaması gerektiğini söylemektedir.

Zira dava aynı davadır. Hizmet aynı makama edilmektedir. Bediüzzaman'ın burada gösterdiği hassasiyet, aslında İhlas Risalesi'nde altını çizdiği hassasiyettir. Fakat maalesef bizde İhlas Risalesi 'nurcular içi bir metin' gibi algılandığı için çıkarılan sonuçlar da o daireye münhasır olur. Halbuki İhlas Risalesi, ehl-i sünnet içi meslek ve meşrebler arası ilişkiler üzerine yazılmış bir metindir:

"Hem nasıl ki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârâne uğraşmaz, birbirinin önüne tekaddüm edip tahakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkit edip, sa'ye şevkini kırıp atâlete uğratmaz. Belki bütün istidatlarıyla birbirinin hareketini umumî maksada tevcih etmek için yardım ederler; hakikî bir tesanüd, bir ittifakla gaye-i hilkatlerine yürürler. Eğer zerre miktar bir taarruz, bir tahakküm karışsa, o fabrikayı karıştıracak, neticesiz, akîm bırakacak. Fabrika sahibi de o fabrikayı bütün bütün kırıp dağıtacak."

Peki, modernist/ehl-i bid'a taifeye karşı duruşu nasıldır Bediüzzaman'ın? Bir kere daha en baştan söylenebilir ki; külliyat içinde ehl-i bid'aya karşı takınılan tutum, kesinlikle ehl-i sünnete karşı takınılan tutumla bir değildir. Bunu, değil Risale-i Nur'un tamamını tetkikten geçirmiş bir kişi; ilgili kelimeleri şöyle bir aratmış, önüne çıkan metinlere şöyle bir bakmış insanlar dahi bilirler. Elbette ehl-i bid'aya tutumu böylesine farklı olan Bediüzzaman'ın onların ruesalarına karşı tutumu da ehl-i sünnet ruesalarına karşı tutumuyla bir olmayacaktır. Nitekim yine Lem'alar içinde yeralan bir metin bu konuda bize ilginç şeyler söyler:

"Yani sizin değil, İmam Ömer Efendinin suali ki, bedbaht bir doktor, Hazret-i İsâ aleyhisselâmın pederi varmış diye, dîvânecesine bir te'vil ile bir âyetten kendine güya şâhit gösteriyor... O bîçare adam bir zaman huruf-u mukattáa ile bir hat icadına çalışıyordu. Hem pek çok hararetli çalışıyordu. O vakit anladım ki, o adam zındıkların tavrından hissetmiş ki, hurufat-ı İslâmiyenin kaldırılmasına teşebbüs edecekler. O adam gûya o sele karşı hizmet edeceğim diye çok beyhude çalışmış. Şimdi bu meselede ve hem ikinci meselesinde yine zındıkların esasât-ı İslâmiyeye karşı müthiş hücumunu hissetmiş ki böyle mânâsız te'vilat ile bir musalâha yolunu açmak istediğini zannediyorum."

Uzunluğu nedeniyle hepsini alıntılayamadığım bu metinde Bediüzzaman ne yapmaktadır? 'Bedbaht bir doktor' dediği kişiyi, hem şahsına ve hem de modernist görüşlerinin arkasındaki niyete uzanan bir neşterle tahlil etmektedir. Yani bir nevi hem kişiyi, hem söylemini çürütmektedir. Mezkûr kişi, metinden anlaşıldığı kadarıyla, bu zamanın Kur'an müslümanlarına pek benzer bir tarzda, ayetler üzerinden (ehl-i sünnetin itikadına uymayan) bazı 'divanece tevillerle' hâkim seküler kültürle barışmaya çalışmaktadır. Niyeti, güya İslam'a hizmettir. Fakat aslında yaptığı İslam'ı tahriftir. Bunu Bediüzzaman ilgili metin boyunca vurgulu bir şekilde söyler: "O bîçâre adamın ne kadar şeriatın rûhundan uzak konuştuğu anlaşılsın. Şeriat nâmına onun sözüne ehemmiyet verilmez. Hâlikın çok akılsız feylesoflar suretinde hayvanları vardır!

 

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.