Ramazan atmosferinde, gönül dünyamızı, tefekkür âlemimizi zenginleştirip, mânevî iklimimizi günahlardan arınmış, kirlerden paklanmış dumansız hava sahasına dönüştürmenin çabası ve niyeti içerisinde bir cehdin, gayretin içerisinde iken, zaman zaman tevafük ve sürprizlerle karşılaşmış oluyoruz…
Bir termal su beldesinde Şafi-i Hakîkî’den şifa niyazına fiilî olarak durmuşken, akşam namazını eda etmek üzere iftar sonrası camiye girdim. 15-16 yaşlarında genç bir kardeşimizin camiin ortasında beklediğini ve etraftan bir beklenti içerisinde olduğunu fark ettim.
Bana yaklaşarak, “Akşam namazı kaç rekattı ve farz mı, sünnet mi önce kılınacaktı?” diye sorması üzerine, açıklayıcı bilgiler verdikten sonra, cemaatle kılabileceğimizi söyleyerek namaza durduk.
Dış görünüş itibariyle küpeli ve sair görüntüsüyle olumsuz imaj sergilerken; masumiyeti, duruşu, soru sormadaki cesareti, öğrenme merakı, Ramazanın mânevî atmosferiyle yeni bir dönüşüm yakalama arzu ve isteği oldukça dikkatimi çekmişti.
Namaz sonrası kendisiyle yakından ilgilenerek, kafasına takılan her tür soruyu sorabileceğini ifade ederek, açık çek verdim.
Orada kaldığı süre içerisinde, zaman zaman vakit namazlarına ve teravihe birlikte gidip geldik. Öncesi ve sonrasında soru-cevap tarzında uzun sohbetlerimiz oldu.
Lise 2. sınıfa devam edecek olan Emre yavrumuzdan çok etkilenmiştim. Aynı tesiste kalmanın avantajını kullanarak samimiyetimizi ilerletmiş, dönüşte Ankara’da görüşmek dileğiyle vedalaşmıştık…
İman ve Kur’ân hakikatlerine, İslâm’ın yüce mesajlarına o kadar ihtiyacı vardı ki, fıtrî lisanıyla bunu fısıldıyordu. Hele hele bir Arapça öğretmeni ve İlahiyatçı olarak, Arapça öğrenme merakını giderecek teminatta bulunmuş olmama da oldukça sevinmişti.
Nice Emreler, gönlünden tutulmayı bekliyor Kur’âna susamışlığın ve arayışın şaşkın bakışlarıyla…
Zamanın onca cazip fantezilerinin kuşatmışlığı ve davetkâr renkleriyle gençlik hevesini kamçıladığı bir dönemde, yüreklerde hizmet aşkı, lisanlarda tebliğ manzumelerine ne kadar muhtaç olduğumuz, gaye/amaç/hedef istikametinde hızlı bir tempo yakalamamız gerektiği gün gibi aşikâr…
Ne dersiniz, acaba bu fırsatları gereği gibi değerlendirebiliyor muyuz?