Kur’ân-ı Kerimde geçen temsiller ve örnekler anlamında bir deyimdir. Kur’ân-ı kerimde yüce Allah aklımızın almakta zorlandığı hakikatleri temsillerle zihnimize yakınlaştırmış ve anlayacağımız seviyeye indirmiştir. Buna “Emsalü’l-Kur’ân” denilmektedir. Ayrıca güzel veciz sözlere ve Atasözlerine de “Mesel” ve “Darb-ı Mesel” denilmiştir.
Kur’an-ı Kerim’in beyanı ve anlatımı o derece harikadır ki en basit bir âmîye dahi en derin hakikatleri kolayca anlatmakta, okuyan da kolay bir şekilde anlamaktadır. Nasıl ki bir insan çocuk ile konuşurken bir nevi çocuklaşır ve basit ifadelerle ihtiyaçlarını karşılar. Aynı şekilde yüce Allah da insanların anlamaları için onların anlayış seviyesine inerek ona göre hitap etmiştir ki buna “Tenezzülât-ı İlâhiye” denir.
Kur’ânın bu üslübuna en güzel örnek “Rahmanın hükümranlığı arşı istila etmiştir” (Taha, 20:5) ayetidir. Yüce Allah bu ayette kendisinin kâinattaki hüküm ve hâkimiyetini bir padişahın tahtında oturarak ülkeyi yönetmesini örnek vererek anlatmaktadır ki bu örnek “Emsalü’l-Kur’an” yani kur’ânın örnekleme metodu ile ilâhî hakikatleri anlatmasına bir misaldir. (Sözler, 2004, s. 629)
Kur'ân-ı Mucizü'l-Beyan, hakikatleri durub-u emsalle beyan ediyor. Çünkü daire-i ulûhiyete ait hakaik-i mücerrede, daire-i mümkinatta, ancak misallerle temessül ve tavazzuh eder. Mümkün ve miskin olan insan da, daire-i imkânda misallere bakarak, fevkinde bulunan daire-i vücubun şuûnâtını, ahvalini düşünür. (Mesnevi, 2006, s. 170)
Yüce Allah’ın “hiçbir şeye benzemeyen” zat ve sıfatlarını anlatmak ancak mesel ve temsiller ile mümkündür. Mesela, en derin ve anlaşılması zor olan konulardan birisi yüce Allah’ın her yerde hazır ve nazır olması ve her işi bizzat yapması ve her şeyi işitmesi ve her ihtiyaca bizzat cevap vermesidir. Bediüzzaman Said Nursi hazretleri Sözler mecmuasının On Altıncı Söz’ünde ispat ettiği gibi bu meseleyi anlatmak için “Temsil Metodunu” kullanmıştır. 32. Sözde 16. Söze havale ile özet olarak meleklerin bir anda çok yerlerde bulunmaları ve ayrı ayrı işleri yapmalarını ama hiçbir işi diğerine karıştırmamalarını şöyle izah eder: “Birtek zât-ı müşahhas, muhtelif aynalar vasıtasıyla külliyet kesb eder; bir cüz'î-yi hakikî iken, şuûnât-ı kesireye mâlik bir küllî hükmüne geçer. Evet, nasıl cismanî şeylere cam ve su gibi maddeler ayna olup, cismanî birtek şey o aynalarda bir külliyet kesb eder. Öyle de, nuranî şeylere ve ruhaniyata dahi, hava ve esir ve âlem-i misalin bazı mevcudatı, aynalar hükmünde ve berk ve hayal sür'atinde birer vasıta-i seyir ve seyahat suretine geçerler ki, o nuranîler ve o ruhanîler, hayal sür'atiyle o merâyâ-yı nazifede ve o menâzil-i lâtifede gezerler. Bir anda binler yerlere girerler. Ve her aynada, nuranî oldukları ve akisleri onların aynı ve onların hâsiyetine mâlik oldukları için, cismaniyetin aksine olarak, her yerde bizzat bulunur gibi hükmederler.” (Sözler, 991, 994)
Kur’ân-ı Kerim mantıkî bürhanlar yerine herkesin anlayacağı “temsil ve kıyas-ı temsil” metodunu kullandığı görülmektedir. Bediüzzaman bu hususu izah ederken “Temsillerin ve temsilî kıyasların mantıkî bürhanlardan daha mükemmel bir şekilde yakînî bilgiyi ifade ettiğini, “Bir temsil-i cüz'î vasıtasıyla bir hakikat-i küllînin ucunu gösterip, hükmü o hakikate bina ediyor; o hakikatin kanununu, bir hususî maddede gösteriyor. Tâ o hakikat-i uzmâ bilinsin ve cüz'î maddeler ona ircâ edilsin. Meselâ, “Güneş, nuraniyet vasıtasıyla, birtek zat iken her parlak şeyin yanında bulunuyor” temsiliyle bir kanun-u hakikat gösteriliyor ki, nur ve nuranî için kayıt olamaz, uzak ve yakın bir olur, az ve çok müsavi olur, mekân onu zaptedemez. (Sözler, 1001-1002)
Yüce Allah Kur’ân-ı kerimde “Temsil Metodunu” çok sık kullanır. Cenab-ı Hak, kullarını irşad ve ikaz etmek üzere, sivrisinek gibi hakîr, kıymetsiz bir hayvanla veya bir mahlûkla misal getirmeyi, kâfirlerin keyfi için terk etmez. İmanı olanlar, onun, Rablerinden hak olduğunu bilirler. Amma kâfirler, 'Allah bu gibi hakîr misallerden neyi irade etmiştir?' diyorlar. Allah, onunla çoklarını dalâlete atar ve çoklarını da hidayete götürür. Fakat fâsıklardan maada dalâlete attığı yoktur. Fâsıklar da ol adamlardır ki, Allah'ın tâatinden huruçla, mîsak-ı ezelîden sonra ahidlerini bozarlar ve Allah'ın akrabalar arasında veya mü'minler beyninde emrettiği hatt-ı muvasalayı keserler; yeryüzünde işleri ifsattır. Dünya ve âhirette zarar ve hüsrana maruz kalan ancak onlardır” (Bakara, 2:26-27) buyurur. (İşâratu’l-İ’câz, 2006, s. 341)
Bu ve benzeri sebeplerden dolayı Kur’ân-ı Kerim “Andolsun biz bu Kur’ân’da insanlara öğüt almaları için her misali anlattık” (Zümer, 39:27) “Biz bu misalleri insanlara anlatıyoruz ama onları âlimlerden başkası düşünüp anlamaz” (Ankebût, 29:43) âyetleri Kur’ân’da misaller ve temsillerle pek çok hakikatleri ders verdiğini bildirmektedir.
Peygamberimiz (sav) ümmetini irşat ve ikaz etmek için hadislerinde temsil yolu ile anlatma metodunu kullanmıştır. Misal olarak “Allah’ın koyduğu sınırlara riâyet edenlerle bu sınırları ihlal edenlerin toplumundaki durumu; yaptıkları deniz yolculuğunda, kur’a sonucunda geminin kamara ve güvertesine yerleşenlerden, kamarada yolculuk yapanların, su ihtiyaçlarını kolayca karşılamak ve güvertedekileri rahatsız etmemek için gemiyi delmek istemelerine benzetilmiştir.” (Buhari, Şehadet, 30; Tirmizi, Fiten, 12)
Emsal ve temsiller ile ilgili yazılan kitaplar ve bölümler genellikle “Emsalu’l-Kur’ân” ve “Emsâlü’l-Hadis” adı verilmiştir.