Allah, bu kainatı ne için yarattığını, gayesinin ne olduğunu ve neticesinin ne olacağını izah etmiş.
Bu dünyada nasıl yaşamamız gerektiğini, hangi kurallara uymamız gerektiğini bu kurallara uymayanların dünyada başlarına neler geldiğini ve ebedî hayattaki akıbetlerini izah etmiş.
Bu kainatın hangi kanunlar üzerine kurulduğunu ve durduğunu izah etmiş.
Kendi sıfatlarını, isimlerini, fiillerini izah etmiş.
Gönderdiği peygamberlerini hangi dava için gönderdiğini ve onların neleri ne için yaptıklarını ve onlara karşı çıkanların hallerini ve ne ile hak yoldan saptıklarını izah etmiş.
İnsan kimdir, dostları düşmanları kimlerdir, nereden gelmiş ve ne için buraya gönderilmiş ve nereye gidecek, burada vazifeleri nelerdir bunları izah etmiş.
İnsanda bulunan akıl, kalb, ruh (hakkında az bilgi verilmekle baraber), göz kulak gibi azaların neden verildiğini ve hangi işlerde kullanılması ve hangi işlerde kullanılmaması gerektiğini izah etmiş.
İnsanda bulunan öfke, kin, haset, kıskançlık, adavet gibi duyguları ve muhabbet, şefkat, aşk, meveddet, affetmek, yardımlaşmak gibi hasletleri ve bunların neticelerini izah etmiş.
Gökleri, yerleri, onsekiz bin âlemleri, melekleri, cinleri, insanları, hayvanları ve bitkileri ne için yarattığını izah etmiş. Bunlara bakıp ibret almayı öğütlemiş.
Hangi işleri yaparsak meleklerin bile üstünde bir makama çıkabileceğimizi ve hangi işlerin bizi hayvandan da aşağı düşüreceğini izah etmiş.
Asli vazifemizin şükür, hamd, ibadet ve muhabbet olduğunu; dünyanın fani ve geçici, asıl hayatın ise ebedi hayat olan ahiret hayatı olduğunu izah etmiş. Bu dünyanın ancak bir oyalanma yeri olduğunu ve ahiret için kullanılmaz ise hüsranla neticeleneceğini izah etmiş.
Kainatın yaratılış safhalarını, Adem Aleyhisselam’ın yaratılışını ve bir insanın ana karnında yaratılış safhalarını izah etmiş.
Hz. Muhammed Aleyhissalatü Vesselamın son peygamber olduğunu ve ümmetinin özelliklerini izah etmiş.
İsa Aleyhisselam’ı semaya çıkardığını ve kıyamete yakın, Efendimizin ümmetinden olarak göndereceğini izah etmiş.
Elbette bütün bunları kelamı olan ve Efendimize indirdiği Kur’an ile ve kainat kitabı ile ve tenezzülat-ı İlahiyyesi ile yapmış.
Tüm mahlukat namına Efendimiz’i muhatap almış ve huzuruna çıkartmış. İnsanı kendisine anlayışlı bir muhatap olarak yaratmış ve insana hitap etmiş. Hem de insanın anlayabileceği tarzda hitap etmiş.
Elbette Allah, beşere benzemediği gibi îzahı da beşerinkine benzemekten münezzehtir. Biz bir şeyleri anlamak için îzah ederiz. Allah ise kainatın sahibi olduğunu ilan ve mahlukatın vazifelerini bildirmek için, bizim için gayb olanları da bildirmek için îzah ediyor. Bir kelamın kıymetini belirleyen dört unsur var:
1. Kim söylemiş
2. Kime söylemiş
3. Hangi makamda söylemiş
4. Hangi maksatla söylemiş
Beşerin îzahlarında söyleyen insan, muhatap yine insan, makam beşeriyet makamı, maksat anlamak ve mevcut bir metnin anlaşılmasına hizmet. Kur’an ise: “Kur'an, Arş-ı azamdan, İsm-i azamdan, her ismin mertebe-i azamından geldiği için, On İkinci Sözde beyan ve ispat edildiği gibi, Kur'an, bütün alemlerin Rabbi itibarıyla Allah'ın kelamıdır, hem bütün mevcudatın İlahı ünvanıyla Allah'ın fermanıdır, hem bütün semavat ve arzın Halıkı namına bir hitaptır, hem rububiyet-i mutlaka cihetinde bir mükalemedir, hem saltanat-ı amme-i Sübhaniye hesabına bir hutbe-i ezeliyedir, hem rahmet-i vasia-i muhita nokta-i nazarında bir defter-i iltifatat-ı Rahmaniyedir, hem uluhiyetin azamet-i haşmeti haysiyetiyle, başlarında bazan şifre bulunan bir muhabere mecmuasıdır, hem İsm-i azamın muhitinden nüzul ile Arş-ı azamın bütün muhatına bakan ve teftiş eden hikmet-feşan bir kitab-ı mukaddestir. Ve şu sırdandır ki, Kelamullah ünvanı, kemal-i liyakatle Kur'an'a verilmiş ve daima da veriliyor.”
Kur’an söz konusu olduğunda mütekellim hakkında fikir sahibi olmak için belki Kur’anın tamamını ve kainat kitabını dikkatle okumak gerek. Miraç sahibi Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam “seni hakkıyla bilemedik” demesinden de anlıyoruz ki hakkında ne kadar bilgi veya müşahedat da olsa Allah öyle bir Zat ki kalbler ve akıllar O’nun künh-ü azametini bilmekten acizdirler.
Kur’anı muhatabı ise Efendimiz Aleyhissalatü Vesselamın önceliğinde, tüm ins ve cin. Maksat ise Allah’ın kendisini tanıtıp bildirmesi ve marziyatını ders vermesi.
Ne kadar ilginç değil mi? kendini sorgulanamaz ilan edenlerin kulakları çınlasın. “Allah’ın ahlakı ile ahlaklanınız” emrini acaba bu cihetle de anlayamaz mıyız? Allah, Allah iken ve hiç ihtiyacı da yokken neyi ne için yaptığını hem de beşerin anlayacağı tarzda izah etmiş. Hangi kanunları koyduğunu ve bu kanunların hikmetlerini ve bunlara uymanın ve uymamanın neticelerini izah etmiş. Dilese bütün insanları ve cinleri de sair mahlukat gibi emrine isyansız muti edebileceği halde bir cüz-i irade vermiş ve bu cüz-i iradeyi kudretinin taallukuna bir adi şart yapmış. “sen neyi istersen senin için onu yaratırım” demiş. İnsanın çalışmasının karşılığını alacağını vaad etmiş. “kim ihlas ile ne isterse verilir”.
Çok ilginçtir ki yaptıklarını açıklamak zorunda olmamak bizde bir büyüklük alameti gibi algılanır olmuş. “sana izah etmek zorunda değilim…” aman ne iyi. Hatta bazı büyük bilinen şahısların zaten yaptıklarını izah etmelerine hiç hacet kalmıyor çünkü taraftarları ve partizanları her yaptığının mahza hayır ve iyilik olduğunu daha o ağzını açmadan tellallar gibi aleme ilan ediyorlar.
Kur’an defaatle bizi aklımızı kullanmaya ve düşünmeye davet ediyor. Size açıklıyoruz ki ibret alın, düşünün, tefekkür edin buyuruyor. Peki biz aklımızı ne yaptık? Nerede bıraktık? Düşünmek bize zor mu geldi? Nasıl olsa bizim yerimize bizden daha iyi düşünecekleri bulmakla rahat mı ettik?
Bir düşünelim, aklımızı yanımıza alalım. Aklı tamamen iptal edip de sıkı sıkı bağlanılabilecek kim var dünyada. Buna layık bir kişi olsa idi o kim olabilirdi? İnsanlığın ve kainatın medar-ı iftiharı Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam kendisine düşünmeden aklımızı teslim edeceğimiz yegane insan olmaz mıydı? Peki ashabından bunu mu istedi? “siz bilmezsiniz ben bilirim” dedi mi hiç? Haşa. Mübarek ağzından buna benzer bir kelam hiç çıkmadı. Ashabı ile istişare etti. Sahabeler vahiy ile kendisine bildirilmeyen konularda alternatif fikirlerini de çekinmeden dediler ve O’nun dava arkadaşları olma liyakatını gösterdiler. Evet O’na dava arkadaşı oldular, müridi olmadılar, omuz omuza küffara karşı savaştılar. Beraber aç kalıp beraber zahmet çektiler, asla O’nu yalnız bırakmadılar. O’na bir padişah bir kral gibi de davranmadılar.
Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam’ın kendisine dahi böyle davranılmasını istememesi ve bazılarının sair kavimlerin kralları için gösterdiği tazimi kendisine de göstermek isteyişlerini reddetmesi ne büyük bir ders değil mi?
Hasıl-ı kelam; Allah, kelamında yaptığı bunca uyarıyı, izahı ve hatta kainatın sahibi olduğuna dair ispatları biz aklımızı bu işin içine hiç karıştırmayalım, birileri düşünsün biz onlara tabi olup Hristiyanlar gibi bir ruhban sınıfı teşkil edelim diye yapmış ve yapıyor olamaz değil mi?