Kişiler arasında, duygu, düşünce, bilgi ve haber alışverişin akla gelebilecek her türlü biçim ve yolla kişiden kişiye karşılıklı olarak aktarılmasına kısaca iletişim denir. Antik Çin’de duman ile haberleşmenin yapıldığını biliyoruz. Keza Kızılderililer de dumanla haberleşirlerdi. Daha sonra mektup bir haberleşme aracı olarak en çok kullanılan araç olmuştu. Posta güvercinleri iletişimi sağlayan özel aracılardı. Zamanın değişmesi ve teknolojinin günlük hayata girmesiyle telgraf, telefon, faks, cep telefonları ve en son olarak da sosyal ağlar iletişim araçları olarak hayatımıza girdi.
Bugün her yerde birçok yayınevi tarafından bastırılan, serbestçe satılan ve dünyada birçok dillere çevrilerek okunan Nur risaleleri acaba nasıl yazılmıştı? Acaba dünyada yazılması bu kadar zor, bir zamanlar mevcut hükümet tarafından bastırılması, birlikte okunması yasak olan hatta zaman zaman bu eserleri okuyup dinledikleri için tutuklanan cemaat ve el konulan eserler var mıdır?
Bediüzzaman her zaman Nur risalelerini yanındaki katiplere yazdırırdı. Mesela 1.Dünya savaşı esnasında at üstünde avcı hattında iken harp içinde, düşmanın top gülleleri arasında İşarat’ül İcaz isimli eserini yazma görevi Molla Habib’e düşmüştü.
Farklı zamanlarda birçok Nur katipleri olmuştu. Şamlı Tevfik adıyla Nur risalelerinde adı geçen Tevfik Göksu Nurun katibi unvanını alan kişiler safına katılmıştı. Divit adı verilen kalem kutusu ve mürekkep hokkasının bir arada bulunduğu yazı takımı ve kağıt, yazılacak mektupların iki önemli malzemesiydi. Ama her zaman bunları bulmak mümkün değildi mesela Afyon ve Denizli hapislerinde şiddetli baskı vardı. Öyle yazı yazacak kağıt yoktu. O zaman da mahkumların içtiği sigara paketlerinin kağıtları Nurları yazmak için kullanılmıştı. Üç satır bugün beş satır bir başka gün yazılarak böyle 6 eser yazılmıştı. Mesela Meyve Risalesi bu şartlar altında Denizli hapishanesinde yazılmıştı.
Şamlı Hafızlar, Hafız Aliler, Hafız Mehmedler, Hafız Mustafalar, Hüsrev Efendiler, Binbaşı Asımlar, Sabriler, Re'fet Efendiler, Hulusi Yahyagiller ve daha niceleri Nurun katipleri olarak hizmet etmişlerdi. Risaleler elle yazılır ve süratle başka yakın yerlere gönderilerek çoğaltılır, sonra düzeltmeden geçerdi. En son da çeşitli postanelerden farklı illere gönderildi.
Eserler önce yazılır sonra da dağıtılırdı. Bediüzzaman yazı faaliyetinde oluşan gruplara 'Nur' ve 'Gül Fabrikası', 'Mübarekler Heyeti' ve 'Medrese-i Nuriye' gibi adlar takarak onları hizmete teşvik ederdi. Dağıtım işini yapanlara da Nur postacıları diyordu.
İşte size büyük bir iletişim ağı. Isparta’nın Barla köyünde başlayan ve zamanla tüm dünyaya yayılan, asrımızın en muazzam sosyal ağı. Bugünkü gibi sosyal ağlar o zaman yoktu ama Bediüzzaman “şahs-ı manevi” adı verilen büyük bir iletişim ağının kuruluşunu başlatmıştı.
Eserler yazılmış bitmişti şimdi sıra onları okumaya ve istifade etmeye gerekiyordu. Bunun için zaman zaman bir araya gelmek ve birlikte okumak lazımdı. “Nur şakirtleri mümkün olduğu kadar her yerde küçücük bir dershane-i Nuriye açmak lâzımdır. Gerçi herkes kendi kendine bir derece istifade eder; fakat herkes herbir meselesini tam anlamaz.”
“Her bir adam eğer hanesinde dört beş çoluk çocuğu bulunsa kendi hanesini bir küçük medrese-i Nuriyeye çevirsin. Eğer yoksa, yalnız ise, çok alakadar komşularından üç-dört zât birleşsin ve bu heyet bulundukları haneyi küçük bir medrese-i Nuriye ittihaz etsin. Hiç olmazsa işleri ve vazifeleri olmadığı vakitlerde, beş on dakika dahi olsa Risale-i Nur’u okumak veya dinlemek veya yazmak cihetiyle bir miktar meşgul olsalar, hakikî talebe-i ulûmun sevaplarına ve şereflerine mazhar oldukları gibi, İhlâs Risalesinde yazılan beş nevi ibadete de mazhar olurlar. Hakikî ilim talebeleri gibi, onların maişetlerini temin hususundaki âdi(sıradan) muameleleri de bir nevi ibadet hükmüne geçebilir.”
Bediüzzaman bundan sonra talebelerinden şunu istiyordu: ”Müfritane âlî makam vermek yerine, fevkalâde sadâkat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlâs lâzımdır. Onda terakki etmeliyiz.”
Bu şahs-ı manevinin güçlü kalması için bir başka şart daha var, o da: “Risale-i Nur’un baş şakirtleri, belki birbirinden çok uzak ve düşman da olsalar, Risale-i Nur’un hatırı için Risale-i Nur şakirtlerinin mabeynindeki tefanî, birbirini tenkit etmemek, kusurunu affetmek düsturuyla.“
Bugün Türkiye’nin il, ilçe, belde ve köylerinde bulunan Nur dersanaleri artık yurtdışına yayıldı, oralarda da açıldı. İletişim ağı seyahatlerle artık birbirine bağlandı. Bediüzaaman 1960 da vefat etti ama bıraktığı eserler üzerinden kurulmuş şahs-ı manevi iletişim ağı büyüyerek devam ediyor.
Bediüzzaman bu durumu görmüş ve acaba onun için mi böyle söylemişti.“Tarih denilen mâzi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizinle konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim. Siz inşaallah cennet-âsâ bir baharda gelirsiniz. Şimdi ekilen nur tohumları zemininizde çiçek açacaklar.”
Bütün sosyal ağlar internet olmasa çöker ama şahs-ı manevi üzerine kurulmuş bu ağ çöker mi? İnşallah kıyamete kadar bu ağ devam eder, bu ağın kardeşlik esasına dayalı müntesipleri, yeryüzünde renk renk ve farklı kokularda açan çiçekleri olarak son nefeslerini imanla verirler.
Allah bizleri bu ağın içinde bir talebe olarak kalarak son nefesimizi vermeyi nasip etsin amin.