Gayet çirkin olan benliğin insanlara sevimli göründüğü, kibir ve enaniyeti terk etmeyen beşeriyetin kısm-ı a’zamının dalalete düştüğü bir asırda, hakka ve hakikate hizmet dava eden ehl-i hidayetin bil’mecburiye eneyi terk etmeleri gerekmektedir.
Benlik ve enaniyetin hükümferma olduğu böyle bir asırda enenin istimalinde haklı olunsa dahi ehl-i hak ehl-i dünyaya benzemek cihetiyle nefisperest zannedilmekte, enaniyetten tam tecerrüd edemeyen müslümanlar müessir ve makbul bir hizmeti deruhte edememektedir...
Bediüzzaman Hazretleri ehl-i dünyaya benzemek cihetiyle enenin meşru istimalini dahi reddetmekte, ene ile hizmeti hakka karşı bir haksızlık olarak nitelemekte, Kur’an’a hizmet davasının eneyi kabul etmediğini, “nahnü” ile hareket edilmesi gerektiğini bildirmektedir.
Nurlu külliyatta; “Hakka hizmet enaniyetten tasaffi etmek istiyor.”
“…Etrafına toplandığımız hizmet-i Kur’aniye, ene’yi kabul etmiyor. “Nahnü” istiyor. “Ben demeyiniz, biz deyiniz.”
“...Şu asırda ehl-i dalalet eneye binmiş, dalalet vadilerinde koşuyor. Ehl-i hak, bilmecburiye eneyi terketmekle hakka hizmet edebilir.”denilmektedir...
Enaniyet İle Hizmet:
Umumi maslahata bedel, şahsi menfaati takip etmektir.
Hakka bedel kuvveti istihsan etmek, ittihad ve ittifakı zedelemektir.
Hüda’nın rızası için değil, nefis ve hevanın tatmini için sa’yetmektir.
İlim ve marifete, tevazu ve mahviyete bedel, cehalet ile kuvvete istinat etmektir.
Hakikate bedel keyfilik ve nefisperestliktir. Adalete bedel zülüm ve tahakkümü tevlid etmektir.
İnşikakı tevlid eden menfi ihtilaflar, İslami cemaatlerin sadece kendi mesleklerinin/meşreplerinin doğruluğuna dair yanlış itikadlar enaniyetten teberri edilemediğinin işaretleri olarak kabul edilmektedir.
Enaniyete ile alude bir hizmeti deruhte etmek, ondan tecerrüd etmek için gayret göstermemek, içinde bulunulan cemaate bir nevi muhalefet, belki de ihanet demektir. Çünkü enaniyette kendine sığınma, cemaatte birbirine dayanma manası bulunmaktadır. Enaniyetten tecerrüde gayret etmeyen kişilerin cemaat ile rabıtaları vehmi olmaktan öteye geçememektedir.
Enaniyetten tecerrüd edememek, cemaatin şahs-ı manevisine liyakat kesbedememektir. Yani büyük bir havuzu kazanma noktasında bir buz parçası olan enaniyeti gayet vasi bir mahiyete tebdil edememektir.
Hakka bakmak, Rahman’ın rızasını aramak gerekirken müslümanların halka bakmaları, Hakkın rızasını tahsil yerine halkın teveccühünü tahsile çalışılmaları ilahi inayetin kesilmesine sebebiyet vermekte, hizmetin kudsiyetini zedelemekte, şirk-i hafi olan riyaya düşürmektedir.
“Her günahta küfre gidecek bir yol olması” itibarıyla riya saikıyla, halka bir nevi ilah makamı atfedilmekte, bununla esbab şirkine, devamında dalalete, belki de bir kısım hakaik-i imaniyenin nefyi ile küfre düşülmektedir.
Enaniyet ile alûde bir hayat, ömrünü hapishanede esaret içinde geçirmeye benzemektedir. Enaniyet hapishanesinden çıkamamak çeşit çeşit hakikatlerin siretinden hayatını mahrum olarak geçirmek, hakikatin zayıf bir gölgesi olan suretiyle avunmayı netice vermektedir.
Enaniyet ve kibirden arınmadan nurlu hakikatlerden istifadeye çalışmak, ağzı kapalı bir testinin ab-ı hayat bir çeşmenin önünde dolmasını beklemeye benzemektedir. Evet, bir müminin hakikatin siretinden nasiplenmesi, dünyanın geçici kendinin ölümlü olduğunu bilmesi, gurur ve kibirden tasaffi etmesi nispetinde gerçekleşmektedir...
Elhasıl; hakka hizmet dava etmek, kıymettar ve ağır bir yükü kaldırmaya teşebbüs demektir. Böyle bir yükün altına girmek tevazu ve mahviyete istinad, ilim ve marifetten istimdat etmeyi gerektirmektedir...
İhlas ve hakperestlik cihetiyle enaniyetten ve rekabetten tahaffuz etmeden hizmet etmek ‘recul-ü facirin’ hizmeti kabul edilmektedir...