Olaylar karşısında gösterdiğimiz genel fikrî tepkiler ve çatışmalar da gösteriyorlar ki, "ideolojiler asrı" denilen o uzun yüzyılın etkisi hala etkin şekilde devam ediyor üzerimizde. (1)
Zira ‘ideolojiler sonrası postmodern bir zamanda bulunduğumuzun' konuşulduğu şu devirde bile, ideolojik ve fikrî akımların gizli/açık telkinatına karşı uyanık kalabilenimiz 'yine de' azınlıktadır sanırsam! Ama belki bundan da fenası, “zihni o akımların cazibesiyle malul Müslüman entelektüel” gerçekliğinin de memlekette varlığını hala devam ettirebilmesi galiba!.
Bunu şunun için söylüyorum, parlak bulduğumuz hemen her fikri İslam’la ‘sentezlemeye’, olmadı, bunun 'İslamî versiyonuyla’ insanlığı kurtarmaya yönelik o acınası entelektüel hevesimiz; aslında böylesi fikirlerden “yararlanma” ile, kutsî muktesabatımızı onlarla 'senteze tabi tutma' divaneliğini hala birbirine karıştırdığımızın da bir ikrarıdır aynı zamanda!
Nasıl veya neden mi?
“Sosyalizm-İslam, liberalizm-İslam, demokrasi-İslam, farklı bir kapitalizm-İslam ve herhangi bir kavim-İslam” ‘sentezleri’ gibi örnekleri hepyekten birer 'İslamî düşünce üretimi/gelişimi' çabası olarak görmek; son tahlilde “İslamî düşünce kalıplarını bir senteze muhtaç görmek” demek olan pek mühim bir hata olarak "hala" duruyor önümüzde!.
(Dolayısıyla, daire dışındaki kişilere ait ifade, üslup ve metotları neredeyse aynı jargonla fakat bu kez daire içerisinden seslendirmek de, vaziyeti kurtarmaya yetmiyor maalesef!.)
Öyle olmasaydı eğer, ene’nin iç yüzünü resmeden ilgili eserinde, (*) insanlık tarihinde etkili iki ana düşünce tarzını “silsile-i nübüvvet ve diyanet” ile “silsile-i felsefe ve hikmet” olarak özetleyen Bediüzzaman Hz.; söz konusu iki silsilenin birlikteliğini savunurken “yani” ile başlayan (ve de bu meseledeki esas ölçüyü işaret eden) şu ara izaha ihtiyaç duyar mıydı hiç sözlerinde?:
“Her ne vakit o iki silsile imtizaç ve ittihad etmiş ise, yani silsile-i felsefe, silsile-i diyanete dehalet edip itaat ederek hizmet etmişse; âlem-i insaniyet parlak bir surette bir saadet, bir hayat-ı içtimaiye geçirmiştir.”(2)
Özetle, “Sanatkar bir Sânii’in vahyettiği” İlahî hükümler ile, neticede “bir sanat eserinin kendi aklının ürünü” olan düşüncelerini -haşa- birbirine denk görmek anlamına gelebilecek uğraşılarına bakmadan, ‘İslamî’ söylemlerle de olsa güya “iki silsileyi senteze” çalışanlarımız, İmam Gazali’nin şu ibretli uyarısını da mutlaka -ama mutlaka- dikkate almalılar vesselam:
“Diliyle nübüvveti kabul ettiğini ifade edip de şeriatın hükümlerini 'hikmet'le eşit tutanlar, aslında nübüvveti inkar etmişlerdir.”(3)
________________
1) Pek çok ideolojinin uygulama sahasına konulması iddiasıyla amansız bir rekabete sokuldukları bir zaman aralığını ifade eden söz konusu asır, genel olarak 19. yüzyılın tamamını ve 20. yüzyılın II. Dünya Savaşı sonrasına kadar olan kısmını da kapsayan, insanlık tarihinin hayli "uzun bir devrini" anlatmak için kullanılmaktadır.
(*) Risale-i Nur, Sözler, Otuzuncu Söz.
2)Sözler, Envâr Neşr., İst.1996, s.538. (Koyulaştırmalar bana ait. M.Kurt).
3) İmam Gazali’nin sözü için bkz: El-Munkız min’ed-Dalâl’dan atfen Ö.Lekesiz, “Terk-i dünya, Redd-i dünya”, Yeni Şafak, 06.02.2013.