Geçen hafta İstanbul’da Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı (ETKB), Yenilenebilir Enerji Genel Müdürlüğü (YEGM) tarafından organize edilen ‘8. Enerji Verimliliği Forum ve Fuarı’na davet edilerek iştirak ettim. Bu program 1981 yılından beri her Ocak ayının ikinci haftası ‘enerji verimliliği haftası’ adıyla bakanlık tarafından çeşitli etkinlikler icra edilerek kutlanıyor.
Program, uluslararası bir zeminde yapıldığı için çok geniş katılımlı forum ve akabinde de fuar tertiplenerek ilgilenenlere çok faydalı izler bıraktı. İki gün boyunca süren programa enerji yöneticileri, dernekleri ile beraber Üniversitelerin enerji yöneticiliği departmanında görevli akademisyenler önemli sunumlar yaptılar.
Enerji Bakanlığının resmi tanımına göre; enerji verimliliği, ya da bir başka deyişle enerji tasarrufu “tükettiğimiz enerji miktarının, üretimdeki miktar ve kaliteyi düşürmeden, ekonomik kalkınmayı ve sosyal refahı engellemeden en aza indirilmesidir. Daha geniş bir biçimde enerji verimliliği ve enerji tasarrufu; gaz, buhar, ısı, hava ve elektrikteki enerji kayıplarını önlemek, çeşitli atıkların geri kazanımı ve değerlendirilmesi veya ileri teknoloji ile üretimi düşürmeden enerji talebini azaltması, daha verimli enerji kaynakları, gelişmiş endüstriyel süreçler, enerji geri kazanımları gibi etkinliği artırıcı önlemlerin bütünüdür.”
Konuyu daha da iyi kavramak için ETKB müsteşarı Sayın Fatih Dönmez’in açılış konuşmasında sunduğu bu bilgiyi sizinle paylaşmak istiyorum. Bizim evlerimizde stand olarak bıraktığımız yani televizyonlarımızı kapatırken çekmediğimiz fişten dolayı yıllık enerji kayıp bedelimiz 500 milyon TL… Biz ülke olarak 500 milyon TL’yi üşenip fişi çekmediğimiz için boşuna kaybediyoruz.
Yine birçok platformda beraber bulunduğum, çok kıymetli ağabeyim ve alanında dünyaca nam yapmış Prof. Dr. Yunus Ali Çengel hocamızın enfes yorumu enerjinin ne derece kıymet arz ettiğini gözler önüne seriyor. Çengel’e göre en iyi enerji üretimi, elindeki enerjiyi en verimli kullanmaktır.
Elektrik Mühendisi olduğum için daha çok elektrikle ilgili seminerleri dinlemeyi yeğledim. Maalesef Türkiye elektrik açısından oldukça dışa bağımlı bir ülke… Elektrik üretimimizin yarısından fazlasını doğalgaz oluşturuyor. Malûm doğalgazın da %99’u ithal ediliyor. Kömürdeki dışa bağımlılık oranı da %40 seviyelerinde. Haliyle termik (ısı-buhar) elektrik üretiminde de kaynak olarak dışa bağlı duruyoruz. Atatürk Barajı Hidroelektrik Santrali dünyanın ilk beşlerinde olmasına rağmen kurulu gücü 2400 MW. Bu da elektrik ihtiyacımızın çok azını karşılıyor. Ayrıca baraj yüzünden memleketim Adıyaman’da yaklaşık elli köy ve bir ilçesini sular altında kalması da işin cabası…
Lisansız üretimi yapılabilen Güneş ve Rüzgâr Santrallerinin de enerji üretimindeki payı %5’i bile bulmuş değil. Yani anlayacağınız biz elektrik enerjisi üretiminde fakir bir ülkeyiz.
İşte bu verilerden yola çıkılarak yapılacak en önemli adımın enerjiyi verimli kullanmak olduğu aşikârdır.
Aydınlatmada, ısınmada, sanayide, evde, iş yerinde kısacası hayatın her alanında enerjiye ihtiyaç duyuyoruz. Bu nedenle devletimizin çıkardığı 5627 Sayılı Enerji Verimliliği Kanunu ile vatandaşlar enerji verimliliği konusunda gerekli yasal çalışmalara uymak zorunda, evinden tutun, çalıştığı kamu binasına kadar enerjiyi verimli kullanmalıdır.
Evet… Enerji kaynaklarının giderek kıtlaştığı bu konjoktürde yeni bir atasözü türedi: Nicelikli insan enerjinin nasıl tüketeceğini, nitelikli insan ise enerjinin nasıl tasarruf edeceğini düşünür.
Devlet, vatandaşlara kanun ve yönetmelik kapsamında belki enerjiyi verimli kullanarak tasarruf yapılacağını hedefliyor ama Kuran-ı Kerim israf için bütün insanları 1400 sene evvelden zaten uyarmış:
“… Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.” (Araf, 31)